Son yazımda Türkiye'nin yüksek gelirli ekonomiler grubuna girmesi için mevcut finans sisteminde bankacılık sektörünün yeniden reforme edilmesi gerektiğini yazmıştım.
Finans sisteminde bankacılık sektöründe yapılması gereken değişikliklerin yanında, asıl değişim finans sisteminin anlayışında ve vizyonunda olmalı.
Finans sistemindeki değişimi gerçekleştirecek başlıca faktör ise, yeni finans sistemini oluşturacak kadro. Bu sistemi kurgulayan, hedeflere inanan, özellikle de IMF ve diğer kuruluşların ne düşündüğünü değil de ülke menfaatini önceleyen, buna göre karar alabilecek anlayışa sahip insanlara ihtiyaç var. Yani yeni finans sisteminin sac ayakları, vizyon, irade ve insan kaynağı.
Aslında 2008 küresel ekonomik krizi, finans sisteminde yeni bir vizyon için kırılma noktası oldu. Krizin Avrupa ülkelerini derinden etkilediği 2008 yılı, Türkiye 2005'de IMF ile imzaladığı standby anlaşmasının bitimine denk gelmişti. Hatırlarsak bu dönemde, küresel kriz gerekçe gösterilerek "IMF ile devam edilmelidir" baskısı yapılıyordu.
Ancak tüm baskılara rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan "IMF'ye ihtiyacımız yoktur" diyerek bu kuruluşla yeni standby anlaşması imzalamadı.
Peki Türkiye ne mi yaptı?
Türkiye, küresel ekonomik krizin dünyayı yakıp yıktığı bir dönemde kendi elini kolunu bağlayan standby anlaşması yerine, kendi iradesiyle hazırladığı ve ülke için en uygun reçeteleri hayata geçirdi. Bu reçeteler de küresel ekonomik krizin etkilerini kısa sürede bertaraf etti.
Zaman da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı IMF ile neden standby anlaşma yapılmaması kararının en doğru karar olduğunu gösterdi.
Bu aslında hem Türkiye siyaseti için hem de ülke ekonomisi için ezber bozan önemli bir çıkış oldu. Çünkü kriz zamanında bile kendi ekonomisine ve siyasi istikrarına güvenerek kendi başına hareket eden Türkiye, krizi başarıyla yönetti.
Bu tablo, Türkiye'nin ekonomisine olan güvenini arttırırken, uluslararası kuruluşların açıklamaları ve yönlendirmeleri konusunda da ciddi soru işaretleri oluşturdu. Uluslararası kuruluşların her söylediğinin doğru olduğu kanısı da sarsıldı.
Asıl ezber bozan ise, ülke ekonomisi için uygulanacak bir politikaya IMF gibi kuruluşlar ne tepki gösterir anlayışı sonlandı.
FİNANS SİSTEMİ TESLİMİYETÇİ OLAMAZ
2012 yılında SETA bünyesinde "Kredi Derecelendirme Kuruluşları: Alternatif Arayışlar" başlıklı bir rapor hazırlıyorduk. Bunun için de ilgili kamu kuruluşları ile görüşmeler yapıyorduk.Görüşmelerde sorduğumuz iki sorunun cevabı bana oldukça ilginç gelmişti. Sorulardan birisi "Türkiye neden yatırım yapılabilir seviyede notlandırılmıyor", diğeri ise "Türkiye, hiç değilse firmaların derecelendirilmesi için başlangıç olması adına bulunduğumuz bölgede kredi derecelendirme kuruluşu kurabilir mi?" şeklindeydi.
Ortak cevap şuydu: "Türkiye'nin yapabileceği bir şey yok."
Mevcut notlandırma sisteminin değişmeyeceği konusunda finans sisteminin çarklarını işleten bürokrasinin bu düzeni kabullenmiş hali ve teslimiyetçi anlayışı bana çok ağır gelmişti.
Hatta, "kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'ye karşı bu kadar yanlı davranmalarının bir sebebi de, bizim ekonomi kurumlarının bu yaklaşımı olabilir" demiştim.
Ama hazırladığımız raporu yayımladıktan kısa bir süre sonra, Fitch derecelendirme kuruluşu, Türkiye'yi 1994 yılından beri ilk kez "yatırım yapılabilir seviyede" notlandırdı. Kredi notunun artırılmasında, hazırladığımız raporun katkısı oldu ya da olmadı onu bilemiyorum, ancak bu raporla Türkiye'ye yapılan haksızlığı gündeme getirdik ve Türkiye'nin hakkı olan ve alması gereken notun verilmesinin gerekliliğini de dile getirmiş olduk.
Demek oluyor ki, Türkiye ekonomisinin geleceğini ilgilendiren konularda cesaret ve irade varsa çok şey değişebiliyormuş.
ŞİMDİ KARARLI BİR İRADE GÖSTERME ZAMANI
Bu nedenle diyoruz ki, ekonomiyi kıskaç altına almak isteyenlerin girişimleri, dışardan ve içerden kaynaklı şoklar karşısında finans sisteminin ülke ekonomisine ayak bağı olması artık kabul edilmez.IMF'le anlaşma yapmayarak ezber bozan, ekonomide en önemli sorunlardan birisi olan enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için dev projelere imza atarak bölgede yeni bir enerji denklemini kuran, savunma sanayinde yerli üretime geçen Türkiye, finans sisteminde de neden yerli ve milli bir vizyon geliştirmesin?
Finans sisteminde neden yeni bir başlangıç olmasın?
[Yeni Şafak, 16 Mayıs 2016].