SETA > Yorum |
Ekonomi Kurumları Nereye Koşuyor

Ekonomi Kurumları Nereye Koşuyor?

Dünyada birçok ekonomide küçülme yaşanırken Türkiye ekonomisi büyüyor ve büyüme potansiyelini devam ettiriyor.

Türkiye'de 2000'li yıllarda başlayan değişimin ve dönüşümün başarılı olduğu temel alanlardan birisi ekonomi olmuştur. 2001 krizinden ciddi dersler çıkararak ve siyasal istikrarın katkısıyla başlayan ekonomik yapısal dönüşüm, Türkiye'yi dünyanın en büyük 20 ülkesinden birisi yapmış hatta ilk 17. sıraya yükseltmiştir. Özellikle, 2002 - 2008 yılları arasında yani küresel ekonomik krizin başlangıcına kadar geçen süreçte gerçekleştirilen yüksek büyüme oranı ile 2002 yılında 3.500 dolar olan kişi başı gelirini 2008 yılında 10.370 Dolara yükseltmeyi başarmıştır.

Ancak Türkiye, 2008-2013 yıllarını kapsayan süreçte 10.000 Dolar gelir bandında ve en son 2013 yılında ulaşılan 10.782 dolar kişi başı gelir seviyesinde, diğer bir ifadeyle orta gelir seviyesinde kalmaya devam ediyor. Orta gelir tuzağı olarak adlandırılan bu bölgede uzun süre kalmanın tabii ki birçok sebebi var. Global ekonomik krizin sebep olduğu dış konjonktürün yanısıra iç dinamiklerin etkisi de yadsınamayacak ölçüdedir. Özellikle de, ekonomi kurumlarının bu dönemde aldıkları kararlar ve uyguladıkları politikalarla ekonomide oluşturdukları olumsuz sonuçlar ve ekonomik algıda yol açtıkları olumsuz etkileri dile getirmek önem arz etmektedir.

KURUMLAR ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞİ YIKMALI 

Başta Merkez Bankası olmak üzere BDDK, SPK ve üst kurullar, sahip oldukları güç sayesinde ekonomiyi derinden etkileyen ve yönlendiren önemli aktörler olarak öne çıkmaktadır. Ancak, bu kurumlar, ülke için belirlenen hedeflere ve vizyona ne kadar ilgili duruyorlar? 2008 krizinden sonra ekonomiye yön veren aktörlerin değiştiği ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin öne çıktığı ekonomik ve siyasal yapılanmada bu kurumların bakış açıları ve zihin dünyaları ne kadar değişmiştir? Halen hakim ekonomi paradigması ve öğrenilmiş çaresizlik ile politika yürütmenin ötesinde neler yapılmaktadır? Hedefleri, günü kurtarmak mı yoksa belirlenen 2023 vizyonu için çalışmak mıdır?

Bu vizyon doğrultusunda, Türkiye'nin yapısal sorunu olan tasarruf problemine çözüm getirecek olan İstanbul'un küresel finans merkezi projesi kapsamında, tasarruf sahiplerine tasarruflarını değerlendirebilecekleri alternatif finansal ürünler sunma ve tasarrufların sisteme kanalize edilmesindeki katkıları nedir? Bu soruların cevabı ne yazık ki Türkiye'deki ekonomi kurumları açısından çok da tatmin edici değil. Bunu görmek için yakın zamanda ekonomi kurumlarının davranışlarını ve aldıkları pozisyonu değerlendirmek yeterli olacaktır.

Örneğin, dünyada birçok ekonomide küçülme yaşanırken Türkiye ekonomisi büyüyor ve büyüme potansiyelini devam ettiriyor. Buna rağmen, ekonomi kurumlarının Türkiye için küçülme beklentilerini ifade etmeleri ve başta faiz olmak üzere aldıkları kararlarla ekonomiyi frenleme çabaları anlaşılır gibi değildir. Ülkeler arası kişi başı gelir farkını azaltmak için en uygun zaman olmasına rağmen bu kurumların çekingen davranması, kurumların güvenilirliği açısından soru işaretine yol açmaktadır.

Ayrıca, küresel ekonomik krizde İstanbul'un finans merkezi olma konusunda başlatılan sürecin yavaş ilerlemesinin ve ekonomi kurumlarının İstanbul'a taşınmaları konusunda isteksiz davranmalarının, hatta içten içe karşı çıkmalarının gerekçesi nedir? Yıllarca ekonomi üzerinde Domokles'in kılıcını sallayan kredi derecelendirme kuruluşları için alternatif çözüm üretmek yerine siyasilerin bu konu hakkında görüş bildirmemesi yönündeki açıklamaları ve bu sorunun kendiliğinden çözüleceğine yönelik beklentileri tam bir öğrenilmiş çaresizlik halinin yansıması olarak karşımıza çıkıyor.

YENİ TÜRKİYE'YE YENİ EKONOMİ KURUMLARI 

Aslında, kimi ülke ekonomileri ekonomik büyümeyi artırmak, kalkınmayı hızlandırmak ve kişi başı gelirin artmasına katkı yapacak kurumlar geliştirirken, kimileri de ekonomik istikrarsızlığa, durgunluğa ve yapısal sorunların yıllarca devam etmesine hizmet eden kurumlar oluşturmuştur. Yeni Türkiye'de ikinci durumun yaşanmaması için, ekonomi politikalarını tasarlayan hükümet ve bu politikaları uygulayan ekonomi kurumları arasında ikili bir yapı oluşmaması ve ortaya çıkabilecek tezat görüntünün engellenmesi gerekir. Kurumların bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesinin arkasına saklanarak hükümet ve ekonomi kurumları arasındaki uyumu sekteye uğratma çabaları karşısında sorulacak soru, insanların refahından daha değerli bir bağımsızlığın olup olmadığıdır.

Gözardı edilemeyecek olan temel gerçeklik, ekonomik kurumlarla uyumlu olması gereken yapının milli iradenin temsil edildiği yapı olduğudur. Aksi halde, ekonomide dalgalanmaya değil aynı zamanda siyasal ve sosyal sorunlara da kapı aralanacaktır. Böyle bir ortamda oluşabilecek riskler karşısında ekonomi kurumlarının sorumlu davranması ve belirlenen ortak hedef doğrultusunda hareket etmesi beklenmektedir. Bunun için de ciddi bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır. Ekonomik kurumlar bu değişikliği eski Türkiye'nin özgüvensiz tavrını bir kenara bırakarak başlatabilir. Özellikle bu kurumların karar süreçlerini belirleyen etmenler, ekonomik göstergelerin dinamizmini yakalamalıdırlar. Ayrıca, bu kurumların ülke için belirlenen hedeflere senkronize olmaları, ajandalarındaki başlıkların hükümet gündemiyle uygun olması kurumların güvenilirliğini tartışma konusu olmaktan çıkaracaktır. Aksi halde, gerçek amaçlarından uzaklaşarak halktan kopuk bir yaklaşım sergilemeleri, ekonomik kurumları tartışmaların odak noktası haline getirecektir.

[Yenişafak, 27 Mayıs 2014]