25 Mayıs 2017’de Brüksel’de yapılan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve Toplantısı, geçmişte sarf ettiği sözlerle İttifak’a karşı negatif tutumlar sergileyen ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın ilk katılımı olmasından dolayı özel bir öneme sahipti. Başkanlık seçimlerinden önce Trump, NATO’yu misyonunu tamamlamış ve modası geçmiş bir örgüt olarak nitelendirmişti.
Brüksel’deki zirvede, son yıllarda NATO’nun gündeminde başlıca yer tutan ve ilerleme kaydedilmesi gereken bazı hususlara ilişkin değerlendirmeler yapıldı. Bu hususların başında özellikle iki konu önem arz ediyordu. Birincisi, uluslararası terörizmle mücadelede etkinliğin artırılması için yapılması gerekenler ve istihbarat paylaşımında olduğu gibi, belli başlı sorunların çözümlenmesiydi. İkincisi ise uzun bir süredir NATO’nun gündeminde bulunan ve özellikle ABD’nin üzerinde durduğu NATO savunma harcamalarının paylaşımı konusuydu.
SAVUNMA HARCAMALARI
İttifak üyeleri, NATO’nun 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen Galler Zirvesi’nde, savunma harcamalarındaki düşüşü sonlandırmak üzere gelecek 10 yıl içerisinde GSYH’lerinin en az yüzde 2'sini savunmaya ayıracakları taahhüdünde bulunmuşlardı. GSYH’nin yüzde 4’ünü savunmaya ayıran ve NATO’nun bütçesinde en büyük pay sahibi olan ABD’nin, savunma harcamalarını arttırmaları konusunda Avrupalı müttefikleri üzerinde son 4-5 yıllık süreçte diplomatik baskısı söz konusu. Bu konu özellikle Trump’ın gündeminde de önemli bir yer tutuyor.
Hâlihazırda NATO bütçesinin yüzde 22’si ABD, yüzde 15’i Almanya ve yüzde 10’u da İngiltere tarafından karşılanmaktadır. Galler Zirvesi'nde alınan bu kararın etkilerinin görülmeye başladığını, bu durumun 2015 yılında savunma harcamalarında düşüş olmamasından ve 2016 yılında da NATO müttefiklerinin savunma harcamalarında toplam yüzde 3,8 oranında bir artış gerçekleşmesinden anlaşıldığını ifade etmek gerekir.
NATO'NUN TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ
NATO’nun terörle mücadele alanında özellikle etkin istihbarat paylaşımı konusunda bir takım sorunlar yaşadığı bilinmektedir. NATO’nun hâlihazırda terörizmle mücadele politikası, Mayıs 2012’de yayımlanan Terörizmle Mücadele Konsepti çerçevesinde alansal olarak üç temel sacayağı üzerinde şekillenmektedir. Bunlar;
Farkındalık (Awareness): Burada terörist tehditlere karşı İttifak bünyesinde istişare, istihbarat paylaşımı, stratejik analiz ve değerlendirmeler yoluyla üye devletlerin farkındalıklarının sağlanması ve arttırılması amaçlanmaktadır. Böylece İttifak üyesi ülkelerin terörist saldırılara karşı korunması hedeflenmektedir. Bu unsurun bir diğer boyutu ise stratejik iletişim ve belirli angajman kuralları yaratarak İttifak bünyesinde terörizmle mücadele konusunda ortak bir anlayış geliştirmektir.
İmkân ve Yetenekler (Capabilities): Söz konusu tehditlerin bertaraf edilebilmesi için gerekli imkan ve kabiliyetlerin geliştirilmesi kastedilmektedir. Terörizme bir tür asimetrik tehdit anlayışıyla yaklaşan NATO, bu konuda ulaştığı deneyim ve birikimi üyeleriyle ve hatta uluslararası toplumla paylaşmak istemektedir. Burada NATO’nun, uluslararası terörizmle mücadelede lider ve yönlendirici bir rol üstlenmeyi hedeflediği düşünülebilir. Bu şekilde uluslararası terörizmle mücadele alanında NATO, kendi konseptlerini uluslararası topluma bir anlamda (en azından teorik çerçevede) empoze etme imkanına da sahip olabilecektir.
Angajman (Engagement): Bu başlık altında terörle mücadele kapsamında NATO’nun daha aktif bir rol üstlenmesi ve bu amaçla devreye sokmak istediği temel araçlarla, uluslararası sistemin meşru aktörlerini devreye sokacak olan daha sistematik ve kapasite artırıcı bir işbirliğini öngören politika hedefleri yer almaktadır. Fakat üçüncü sütunun en önemli özelliği, NATO’nun müttefik ülkelerin yerel düzeyde terörizmle mücadele kapasitelerinin artırılması hedefini ortaya koyması kadar, yeni güncellenen politikalarla operasyon bölgelerindeki yerel unsurların eğitilerek ve örgütlenerek savaştırılmasıdır. Böylece çatışma bölgelerinde çok sayıda NATO askerinin konuşlandırılmasına gerek kalmayacaktır.
DEAŞ'LA MÜCADELEDE NATO'NUN ROLÜ
Bu çerçevede NATO’nun Terörizmle Mücadele Konsepti, ‘uluslararası hukuka bağlılık’, ‘İttifak üyelerine destek sağlama’ ve ‘mükerreriyetin önlenerek bütüncüllüğün sağlanması’ şeklinde üç temel prensibe dayanmaktadır.
Nitekim Brüksel zirvesi öncesi bir açıklama yapan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO’nun Terörizmle Mücadele Konsepti çerçevesinde atılan adım ve uygulamalarla, hedeflenen politikalara işaret eden beyanatlarda bulundu. Stoltenberg’in açıklamalarında özellikle dikkat çeken hususlardan biri, NATO’nun, 68 ülkenin yer aldığı DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nun artık kurumsal anlamda da bir parçası olma yolunda daha somut ve hızlı adımlarla ilerlediğine işaret etmesiydi. Her ne kadar Koalisyon, NATO üyesi 28 ülkeyi münferit olarak bünyesinde barındırsa da NATO, resmi ve kurumsal olarak mevzubahis Koalisyonda doğrudan yer almayıp, sadece gözlemci statüsünde iştirak ediyor.
Bu açıklamalar arasında, AWACS erken uyarı uçaklarının daha etkin kullanımı gibi, NATO’nun terörizmle mücadeleye sağlayacağı katkıların teknik ve askeri boyutuna ilişkin detaylar da vardı. Bu detaylar, NATO'nun uluslararası terörizmle mücadeleye ilişkin faaliyetlerinin belirleneceği bir eylem planına dönüşecekti. Öyle ki NATO bünyesinde terörle mücadelede işbirliğini güçlendirecek bir ‘İstihbarat Paylaşım Merkezi’ kurulacak ve ayrıca ‘özel görevli koordinatör’ atanacaktı. Söz konusu merkezin Brüksel Zirvesi’nde gündeme gelmesi ve istihbarat paylaşımının önem ve gereğine yoğun vurgu yapılması, NATO’nun terörizmle mücadele stratejisindeki en önemli güncellemelerden birisi olarak kabul edilebilir.
ÜYELER ARASINDA GÜVEN SORUNU
NATO’nun terörizmle mücadele konusunda teorik ve söylemsel bir mükemmeliyetçiliğe doğru ilerlediği aşikâr olmakla birlikte, siyasal anlamda ve pratikte ciddi sorunların yaşandığı gerçeğini unutmamak gerekiyor. Her şeyden önce NATO üyeleri bakımından bir samimiyet ve ciddiyet sorununun mevcudiyetinden söz etmek mümkündür. Zira lider ülke konumundaki ABD başta olmak üzere, İttifak’ın güçlü Batılı üyeleri, kendi siyasi-askeri strateji ve politikalarını adeta bir NATO politikası haline getirmek istediklerine dair bir izlenim yaratmaktadırlar.
Bireysel çıkar ve politikaların farklılaştığı bir ortamda, ortak politikaların üretilmesi ve icrası da bu durumda ortaya çıkan karşılıklı güven sorunu nedeniyle zorlaşmaktadır. Bu da İttifak’ın, somut amaçlar çerçevesinde varlık nedeninin ve geleceğinin sorgulanmaya başladığı bir belirsizliğe doğru hızla sürüklenmesine neden oluyor.
Öyle ki NATO karşıtı söylemleriyle dikkat çekmiş bir ABD Başkanı, Ortadoğu’ya yönelik politikaları söz konusu olduğunda, terörizmle mücadele bağlamında NATO’ya sığınma ihtiyacı duyabiliyor. Bu aslında maddi anlamda bir ihtiyaç olmanın ötesinde, NATO’yu siyasi ve psikolojik bir manivela olarak görmekten başka bir anlam taşımıyor. NATO’nun ABD’nin önderlik ettiği DEAŞ’la Mücadele Küresel Komisyonu’na kurumsal anlamda dâhil edilme niyeti de aslında bu amaca hizmet ettiği görüntüsü veriyor.
TERÖRLE MÜCADELEDE ÇİFTE STANDART
Zira NATO'nun DEAŞ’la mücadeleye olan katkısının, askeri anlamda operasyonel olmanın ötesinde daha ziyade siyasi nitelikte önemi haiz olduğu anlaşılıyor. Zira askeri unsurlar, NATO adına doğrudan sıcak çatışmalar içerisinde yer almayacak. NATO’nun Terörizmle Mücadele Konsepti çerçevesinde öncelikle istihbarat ve eğitim sağlamaya dönük, ağırlıklı olarak lojistik nitelikte destekleyici mahiyette olacak. Ayrıca NATO'nun yalnızca DEAŞ’e odaklanması, İttifak üyeleri bakımından ciddi bir samimiyet ve güven sorgulamasına neden oluyor.
Öyle ki, İttifak’ın en önemli üyelerinden birisi olan Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele ettiği PKK ile organik bağı net olan PYD, DEAŞ’la mücadelede bir müttefik olarak görülebiliyor. Dahası, ABD’nin Türkiye’nin bütün itiraz, uyarı ve her türlü diplomatik çabalarına rağmen bu örgüte silah desteği vermesi, NATO’nun sorgulanmasına neden oluyor. Böylece NATO’nun ortak bir terör anlayışı oluşturma yönündeki iddia ve çabalarının da beyhudeliği anlaşılıyor. Sonuçta politika ve işlevleri, bazı İttifak üyelerinin çıkarlarına göre belirlenmeye çalışılan ve müttefikler arasında tehdit ve tehdit algılamalarında farklılıklar bulunan bir NATO görüntüsü, bu İttifak’ın geleceğini de riske atıyor.
İSTİHBARAT PAYLAŞIMINDA KRİZ
Terörizmle Mücadele Konsepti’nde önemli bir yer tutan ve 2017 Brüksel Zirvesi’nde de tekrar gündeme gelen istihbarat paylaşımı konusunda da, büyük bir idealizm sergilemesine rağmen NATO’nun ciddi sıkıntılar yaşamaya devam edeceği aşikar. Zira İttifak’ın kilit üyelerinden İngiltere’nin Manchester kentinde, NATO Zirvesi’nin hemen öncesinde düzenlenen terör saldırısıyla ilgili bazı detay ve fotoğrafların ABD medyasına sızdırılması, İngiliz ve ABD güvenlik güçleri arasında bir krizin yaşanmasına neden oldu.
Başbakan Theresa May, Brüksel'deki NATO Zirvesi'nde Başkan Trump’la yapacağı görüşmede konuyu gündeme getireceğini ve kolluk kuvvetleri arasında paylaşılan istihbaratın güvende tutulması gerektiğini açıkça söyleyeceğini ifade etmişti. Bu açıklamalar, İngiltere’nin bu sızıntıdan ABD’li istihbarat ve güvenlik yetkililerini sorumlu tuttuğu ve ortada bir güven sorunu olduğu anlamına geliyordu. Yazılı bir açıklamayla sızıntının ‘ciddi bir sorun’ olduğunu ifade eden Başkan Trump ise bir uçak bombalama eylem hazırlığına ilişkin İsrail istihbaratının paylaştığı yüksek gizlilik dereceli bilgileri Rus yetkililerle (Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov) 10 Mayıs’ta Oval Ofis’te yapılan görüşmelerde boşboğazlık yaparak ifşa etmekle, dolayısıyla istihbarat kültürüne sahip olmamakla suçlanan bir Başkan. Bu da farklı istihbarat kültür ve geleneği olan müttefikler arasında istihbarat paylaşımında başlı başına bir güven sorunu doğuruyor. Bu olayın akabinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Trump’ın ülkesini ziyareti esnasında, iki ülke arasındaki istihbarat koordinasyonunun ‘çok kötü’ olduğunu vurgulamıştı.
NATO'YA YENİ MİSYONLAR YÜKLENİYOR
Sonuç olarak, bütün iyi niyet ifadelerine ve kurumsal düzeydeki gelişmelere rağmen NATO geleneksel sorunlarıyla boğuşmaya devam edeceğe benziyor. Bu sorunların başında, başat roldeki ülkelerin İttifak'ı, kendi anlayış ve politikaları çerçevesinde yönlendirme ve kullanma hakkını kendilerinde görmeleri geliyor.
Dolayısıyla üyelerin farklı tehdit algılamalarına sahip oldukları bir ortamda, lider ülke konumunda bulunanların politik tercihlerine göre yön belirleyen ve tavır alan bir NATO sorunu yaşanıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana NATO’nun misyonuna yönelik beklentiler de değişti. Şöyle ki; bölgesel çatışmalarda ve uluslararası terörizmle mücadelede NATO’ya yeni görev ve misyonlar yüklenmeye çalışılıyor. Bu da farklı çıkar ve siyasi anlayışlara sahip müttefikler arasında ciddi sorunlara sebep oluyor.
Bu sorunların başında ise siyasi kaygılardan kaynaklanan güvensizliğin doğurduğu tereddütlerin bir ürünü olarak tezahür eden işbirliği sorunları geliyor. İşbirliği konusunda yaşanan sorunların en somut örneğini ise kuşkusuz istihbarat paylaşımı konusundaki sıkıntılar oluşturuyor.
[Anadolu Ajansı, 1 Haziran 2017].