SETA > Yorum |

Kürt Sorununda Devlet Ne Düşünüyor?

Türkiye, bugüne kadar, Kürt sorununun ekonomik, siyasal, psikolojik ve güvenlik dinamiklerini hesaba katan bütünlüklü ve kapsamlı bir çözüm stratejisi geliştiremedi. Farklı zamanlarda sorunu oluşturan farklı dinamiklerin tekil olarak öne çıkarılmasıyla geliştirilen çözüm önerileri, sorunu bütünüyle kapsayamadığı için bir ilerleme sağlanamadı. Sonuçta bu eksiklikler bugün fark edilmiş ve sorun bütün yönleriyle tartışmaya açılmış durumdadır. Soruna taraf olan bütün aktörler, üzerinde anlaştıkları bir stratejiden yoksun olsalar da niyet düzeyinde çözümün gerekliliği ve aciliyeti yönünde bir mutabakata varmış gözüküyorlar.

Böylece henüz etnik referanslarla tarif edilen bir sorun değilken, yapılması gereken müdahaleler yapılmadığından, gün geçtikçe dallanıp budaklandı ve etnik çağrışımları artan bir meseleye dönüştürüldü. Son dönemde, güvenlik güçlerinin inisiyatifinde ve tamamen güvenlik perspektifinin sınırları içinde 1980'lerin ortalarından 2000'lerin ortalarına kadar sürdürülen asayiş eksenli çözüm yöntemlerinin beklenen sonucu üretmek bir yana sorunu daha da büyüttüğü konusunda, soruna taraf olan bütün siyasî aktörler arasında bir mutabakat oluşmuş durumdadır. Öcalan'ın yakalanması, PKK'nın üyelerini sınır dışına çıkarıp uzun vadeli ateşkes kararı alması ve OHAL'in kaldırılması, gündemi soğutup soruna ilişkin yöntemlerle ilgili bir muhasebe süreci başlattı. Geçen sürede, sistematiklikten yoksun bir şekilde, belli zaman dilimlerinde tepkisel olarak geliştirilmiş taktiksel politikalar, devrim niteliğindeki açılımların beklenen etkiyi oluşturmasını engelledi. Sınırları belirlenmiş bir proje eşliğinde hayata geçirilmeyen açılımlar, beklenen etkiyi göstermedikçe, hem açılımları gerçekleştiren siyasî iktidar çözüm iradesini diri tutamadı hem de beklenti içinde olan kesimlerin siyasî iktidara güveni sarsıldı. Böylece, yaklaşık 10 yıldır, Türkiye yüksek beklentilerle derin hayal kırıklıkları arasında gidip geliyor. Açılımları, şiddet eylemleri, provokasyonlar ve tekrar içe kapanmalar takip ediyor.

Kürtlerin çözümle ilgili siyasî iktidara ve devlete güvensizlik beslemesinin bir nedeni çözüme dair bir projenin yokluğu ise diğer bir nedeni de kamu bürokrasisinin, sorunu ele alışındaki birçok değişime rağmen halen sorunu teröre indirgemeye devam etmesidir. Doğrudan Kürt sorununun çözümü için yürürlüğe konulması gereken açılımlar, Kürtlerin aidiyet problemlerini çözmeye yönelik bir niyetle gerçekleşmeli iken, terörü etkisizleştirmeye veya DTP'nin Kürtler üzerindeki nüfuzunu kırmaya yönelik olarak devreye sokulmaktadır. Kürtlerin kimlik taleplerini karşılamaya yönelik açılımlar, Kürtlerin yaşadığı sıkıntıları gidermek amacından çok, Kürt sorunundan beslenen aktörleri zayıflatmak amacıyla devreye sokulduğunda, hem beklenen olumlu etkiyi yaratmayarak devletin niyetinin sorgulanmasına yol açmakta hem de sorunun çözümüyle kendiliğinden zayıflayacak aktörlerin devlet eliyle güçlendirilmesine yaramaktadır.

Kürt sorununda yol haritası mevcut mu?

Çözüm yolunda çizilen zikzaklar ve açılımların sorunu çözmekten öte PKK-DTP'yi zayıflatmayı amaçlaması, Kürtlerin PKK-DTP'yi çözüm sürecinin devamı için emniyet supabı olarak görmesine yol açıyor. Böylece, aktörlerin gücünü zayıflatmayı hedef alan açılımlar, bu gücün korunmasının teminatı haline geliyor. Bu fasit daireden çıkmanın yegâne yolu, devlete/siyasî iktidara yönelik güvensizlik algısının ortadan kaldırılmasıdır. Bunun yollarından biri, Kürt sorunu ile terörü kesinkes birbirinden ayırıp açılımları Kürtlerin aidiyet problemlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir niyet beyanıyla yürürlüğe koymaksa, daha önemli yolu, sorunun çözümüne dair çalışılmış bir plan ve projenin deklare edilmesidir. Boyutu, içeriği ve sınırları belirlenmiş bir strateji, açılımların akim kalacağına dair muhtemel endişeleri önleyeceği ölçüde, Kürtlerin yılların hayal kırıklıklarıyla beslediği güvensizliği de ortadan kaldıracaktır. Türkiye, bugünlerde bir kere daha çözüm yolunda yüksek beklentilere sahiptir. Kuzey Irak'ta toplanacağı söylenen Kürt konferansında PKK'ya silahsızlanma çağrısı yapılacağından ABD'nin PKK'yı yok etmek üzere Türkiye ile anlaştığına kadar birçok rivayet ve beklenti, siyasî aktörlerin ağzından çıkarak haber gündemlerinin başköşesini işgal ediyor. Çeşitli çözüm planları ardı ardına açıklanıyor. ABD'nin çözüm planı, askerin çözüm planı, AK Parti'nin çözüm planı, PKK-DTP'nin çözüm planı...

Soruna taraf olan aktörler ardı ardına çözüm umudunu büyüten açıklamalar yapmaktadırlar. Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, İçişleri Bakanı'nın ve Genelkurmay Başkanı'nın beklentiyi besleyen ve büyüten açıklamalarını, görüşme notları dolayımıyla Öcalan'ın, Hasan Cemal'in röportajı aracılığıyla Karayılan'ın açıklamaları takip ediyor. Bütün bu açıklamalar, kamuoyunda Kürt sorununun çözülme evresine girdiğine/gireceğine yönelik iyimser ve yüksek bir beklenti oluşturuyor. Ancak bu beklentilere karşın ortada somut bir plan ve proje bulunmuyor. Hangi yol takip edilerek bu sorun çözülecek? Sorunun çözümü hangi politikalardan geçiyor? Muhatap kim olacak? Asker, sorunun çözümü için ne öngörüyor? Askerin kırmızı çizgisi ne? İktidar ve muhalefet partilerinin (CHP ve MHP) sorunun çözümüne dair önerileri ve sınırları neler? PKK-DTP'nin sorunun çözümüne dair beklentileri ve olmazsa olmazları neler? Bu soruların hiçbirine yönelik kamuoyunun açık ve somut bir bilgisi mevcut değildir. Her mesajın toplumun farklı kesimlerinde farklı tepkilere yol açtığı Kürt sorunu gibi bir konuda, gündemi önceden belirlenmiş açıklamalar yerine muhabirlerin sıkıştırmasıyla görüş beyan etmek, bir iletişim stratejisinin ürünü değilse ortada henüz açıklanacak bir plan olmadığını gösteriyor. Bu çerçevede, kamuoyunda birbiri ardına yapılan açıklamalarla yükseltilen iyimser beklentinin büyük bir hayal kırıklığına yol açmaması için, somut ve kapsamlı bir yol haritasının oluşturulması gerekir. Zira bugüne kadar, arkası gelmeyen açılımlar ve karşılanmayan yüksek beklentiler, Kürt sorununu çözmek bir yana, daha da derinleştirdi.

Devletin görüşü ne?

Türkiye, bugüne kadar, Kürt sorununun ekonomik, siyasal, psikolojik ve güvenlik dinamiklerini hesaba katan bütünlüklü ve kapsamlı bir çözüm stratejisi geliştiremedi. Farklı zamanlarda sorunu oluşturan farklı dinamiklerin tekil olarak öne çıkarılmasıyla geliştirilen çözüm önerileri, sorunu bütünüyle kapsayamadığı için bir ilerleme sağlanamadı. Sonuçta bu eksiklikler bugün fark edilmiş ve sorun bütün yönleriyle tartışmaya açılmış durumdadır. Soruna taraf olan bütün aktörler, üzerinde anlaştıkları bir stratejiden yoksun olsalar da niyet düzeyinde çözümün gerekliliği ve aciliyeti yönünde bir mutabakata varmış gözüküyorlar. Belli tarihsel dönemlerde (HEP'in kurulması, Öcalan'ın yakalanması vb.) kaçırılan fırsatların bir daha kaçırılmaması için, tarafların sorunun bütün dinamiklerini hesaba katan bir strateji üzerinde mutabakata varmak yolunda müzakerelere başlaması gerekir. Kabul etmek gerekir ki, ilgilendirdiği taraflar ve içerdiği dinamikler itibarıyla Kürt sorunu, tek başına bir siyasal partinin çözebileceği bir sorun değildir. Bu sorumluluğu bir tek partinin/aktörün sırtına yüklemek hem siyasal maliyetleri açısından doğru değil hem de gerçekleşme olasılığı itibarıyla gerçekçi değildir. Bu nedenle, gerek toplumsal algıyı doğru yönetip muhtemel maliyetleri azaltmak gerekse uygulanabilir kapsamlı bir strateji oluşturarak etkili bir çözüm bulmak için, aktörleri çeşitlendirmek gerekir. Daha açık söylemek gerekirse, Kürt sorununda radikal kararlar alabilecek bir mekanizmanın kurulabilmesi için bulunacak stratejinin 'devletin görüşü' statüsüne sokulması gerekir. Bu da mevcut siyasal partileri ve askeri içerecek şekilde bütün siyasî aktörlerin sürece katılmasını gerektirir. Belirlenecek stratejinin devletin görüşü olabilmesi için, sürece katılan aktörlerin öneri ve çekincelerini içeren bir mutabakatın gerçekleşmesi gerekir.

Oluşan mutabakat, devletin soruna bakışını, çözüm stratejisini, açılım boyutunu ve sınırlarını ifade edecektir. Bu mutabakat, açılımların arkasındaki iradeyi temsil ettiği ölçüde, hem çözüm yollarına yönelik yükselebilecek muhtemel tansiyonu dindirecek hem de çözüm iradesine yönelik güvensizliği ortadan kaldıracaktır. Sonuç olarak, aktörlerin ardı ardına yaptıkları açıklamalarla kamuoyunda yükselen beklentinin bir süre sonra yerini derin bir hayal kırıklığına bırakmaması için, soruna taraf olan ve esasında çözümün anahtarını elinde bulunduran kamu otoritesinin ve siyasî aktörlerin, Meclis çatısı altında geniş uzlaşıya dayanan bir müzakere neticesinde somut bir eylem planını ve yol haritasını ortaya koyması gerekir.

Zaman - 18 Mayıs 2009

İlgili Yazılar
İnanca Saldırı
Yorum
İnanca Saldırı

Kasım 2024