Türk dış politikasında son dönemde atılan adımlar bütün toplum kesimlerinde hararetle tartışılıyor.
İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesinin ardından Rusya konusunda benzer adımların gelmesi, Türkiye’nin sorun yaşadığı diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerini yeni bir düzleme oturtma konusunda aynı yolu izleyip izlemeyeceği sorularına yol açıyor. "Dostların sayısının artırılıp düşmanların sayısının azaltılması" sloganı çerçevesinde atılan bu adımların Mısır, İran, Irak ve hatta Suriye ile ilişkilere kadar uzanıp uzanmayacağı merak edilen konuların başında gelirken, İsrail ve Rusya konusunda izlenen politikanın da hâlâ tartışma konusu olarak kalmaya devam ettiği görülüyor.
Bu çerçevede en fazla sorulan sorular şunlardır. Ankara’nın Orta Doğu’da saldırgan politikalar izleyen, Filistinlilere yönelik baskı politikalarından vazgeçmeyen İsrail ile ilişkileri normalleştirmesi doğru mudur? Türkiye aleyhine sert açıklamalar yapmış olan ve Suriye’de Esad yönetiminin katliamlarına destek vermeye devam eden Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesi ne kadar doğrudur? Kanlı bir darbeyle iktidara gelmiş olan ve seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi hapiste tutmaya devam eden Sisi yönetimindeki Mısır’la ilişkilerin normalleştirilmesi yanlış olmayacak mı? Esad yönetiminin katliamlarını başından beri destekleyen ve bölgede "mezhepçi" politika izleyen İran ile yakınlaşma mümkün müdür? Bütün bu sürecin sonunda Türkiye, Esad yönetimiyle bir barışa doğru mu gidiyor? Eğer bu gerçekleşirse Suriye’deki Baas yönetimi tarafından katledilen yüz binlerce insanın kemikleri sızlamayacak mı?
Bu ve buna benzer sorular toplumun değişik kesimlerinde soruluyor. Bazı kesimler şimdiye kadar yapılanların yanlış olduğunu söylerken bazıları mevcut politikada değişikliğe gidilmesinin yanlış olduğunu ileri sürüyor. Yöneticilerin atacakları adımlarla toplumun tamamını memnun etmesi neredeyse imkânsızdır. Bu iç politika için de böyledir, dış politika için de…
Yukarıda sorulan bütün sorulara cevap verebilmek ve dış politikada son dönemde atılan adımları doğru analiz edebilmek için uluslararası ilişkilerin temel bir kuralını hatırlamak faydalı olacaktır. Devletler arasında sürekli dostluk ya da düşmanlıklar söz konusu değildir ve ilişkilerde esas olan çıkarlardır. Bu arada "çıkar" kavramına mutlaka olumsuz bir anlam yüklenmemesi gerektiğinin, "halkların faydası" şeklinde de anlaşılabileceğinin altını çizelim. Türkiye halkının çıkarı/faydası için İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi gerekebilir, ancak bu aynı zamanda Gazze halkının çıkarı için de doğru tercih olabilir. İsrail ile ilişkilerin çok sorunlu olması hem Türkiye’nin hem Gazze’nin hem de İsrail halkının zararına ise bu ilişkilerin normalleştirilmesinden bu halkların tamamı fayda sağlayabilir. Bunun yanında İsrail ile ilişkilerin düzelmesi, Türkiye’ye karşı uluslararası alanda yürütülen karalama kampanyalarının azalmasına katkıda bulunabileceği gibi, iki ülkenin enerji alanında iş birliğinden bütün bölgeyi tehdit eden teröre karşı ortak hareket etmelerine kadar başka faydalar da getirebilecektir. Ancak İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi, bu ülkenin geçmiştekine benzer saldırgan politikalara yönelmesi durumunda Ankara’nın sert eleştirilerine muhatap olmayacağı anlamına gelmiyor, çünkü devletler arasında sürekli düşmanlıklar olmadığı gibi, sürekli dostluklar da mümkün değildir. İsrail ile ilişkilerimizin düzelmesi onunla sürekli bir dostluk kurduğumuz anlamına gelmiyor.
Aynı tespitler Rusya konusunda da yapılabilir. Türkiye, halkının çıkarları gerektirdiğinde Rusya’nın karşısına dikildiği gibi, yine halkının çıkarları doğrultusunda bu ülkeyle ilişkilerini düzeltmek için gerekli adımları atmaktan kaçınmamalıdır. Çünkü Ankara’nın Moskova ile de sürekli bir dostluk ilişkisi geliştirmesi mümkün olmadığı gibi, sürekli bir düşmanlık ilişkisine yönelmesi de doğru değildir.
Benzer şekilde Türkiye, kendi halkının ve Mısır halkının faydasına olacak şekilde Mısır yönetimiyle ilişkilerini normalleştirme konusunda adım atabilmelidir. Ancak bu adımları atarken Mısır yönetiminin Mursi ve Müslüman Kardeşler konusundaki yanlış politikalarını değiştirecek etkide bulunma çabasından da vazgeçmemelidir. Aynı şekilde Ankara, bazı durumlarda mezhepçi politika izlemesine rağmen Tahran yönetimiyle de başta Suriye ve Irak sorunları olmak üzere bölge sorunlarına çözüm bulma konusunda iş birliği yapmak için daha ısrarcı bir tavır içinde olmalıdır. Çünkü Orta Doğu’da yaşanan bu savaşların şimdiye kadar olandan çok daha fazla insanın ölümüne ve mülteci durumuna düşmesine yol açma tehlikesi yüksektir.
Türkiye, tek başına Orta Doğu’da yaşanan bütün haksızlıkları düzeltme gücüne sahip olmadığına göre, bölgede muhatap olduğu bölgesel ve küresel aktörler bazen kendisini rahatsız edecek politikalar izlese de, sorunların çözümü için gerektiğinde ilişkilerini normalleştirmesi ve gerektiğinde yeni ittifaklar kurması kaçınılmazdır. Ancak en fazla odaklanması gereken nokta ise kendi gücünü artırmak olmalıdır, çünkü ne "müttefikler" ne de bugün sahip olunan "dostluk" ilişkileri Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu güvenlik garantisini verecektir. Uluslararası sistemin anarşik ortamında güvenliği garanti edecek asıl faktör güçlü bir ekonomik ve askerî yapıya sahip olmaktır ve bunu sağlamak için de önce içeride ve dışarıda istikrara ihtiyaç vardır.
[Türkiye, 13 Temmuz 2016].