SETA > Odak |
Körfez in Trump ın Gazze Planına Tepkisi

Körfez’in Trump’ın Gazze Planına Tepkisi

İkinci Balfour Deklarasyonu olarak tanımlanan bu hukuksuz adım özellikle Körfez ülkeleri tarafından kesin bir dille reddedildi ve “etnik temizlik” olarak nitelendirildi.

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Gazze’yi ABD toprağı haline getirme ve Filistinlileri zorla topraklarından çıkarma teklifi uluslararası hukuk ve insan hakları açısından ciddi tartışmalara yol açtı. Birçok uzman tarafından İkinci Balfour Deklarasyonu olarak tanımlanan bu hukuksuz adım özellikle Körfez ülkeleri tarafından kesin bir dille reddedildi ve “etnik temizlik” olarak nitelendirildi. Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt ve diğer Körfez ülkeleri, Trump’ın önerisinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bölgesel istikrarı tehdit ettiğini vurguladı.

Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme sürecinin bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan ilerleyemeyeceğini belirterek Trump’ın planına karşı çıktı. Suudi Arabistan’ın bu tutumu bölgedeki dengeleri koruma ve Filistin halkının haklarını savunma yönündeki geleneksel politikasıyla uyumluydu. Katar da benzer şekilde Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını savunarak zorla göç ettirme planlarının kabul edilemez olduğunu ifade etti. Kuveyt ve Umman ise Trump’ın planının bölgesel istikrara tehdit oluşturduğunu ve Filistinlilerin haklarının ihlal edildiğini belirtti. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn 2020’de İsrail ile normalleşerek Filistin davasına ihanet etmekle eleştirilmiş olsalar da Trump’ın Gazze planına destek vermedi. Bahreyn, Filistinlilerin zorla göç ettirilmesini reddederken BAE ise diplomatik bir dil kullanarak “bölgesel barış ve istikrarın öncelikli olduğunu” vurguladı.

Körfez’de en çok ses getiren açıklama ise Suudi Arabistan tarafından yapıldı. Suudi Arabistan’ın eski istihbarat şefi Prens Türki Faysal, Münih Güvenlik Zirvesi’ndeki açıklamalarında Trump’ın planını ağır bir şekilde eleştirdi. Prens Türki, Trump’ın önerisinin “hiçbir yerde kabul görmeyeceğini” belirterek bunun yerine Gazze’nin yeniden inşası için ABD öncülüğünde bir “Marshall Planı” önerdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın yeniden inşasını örnek gösteren Prens Türki, Gazze halkının yerinden edilmesine karşı çıkarak Filistinlilerin kendi topraklarında kalması gerektiğini vurguladı. Prens Türki, Trump’ın planının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve Filistinlilerin Hayfa ve Yafa gibi tarihi topraklarına dönme haklarını göz ardı ettiğini belirtti. Ayrıca ABD’nin İsrail’e verdiği askeri desteğin Filistinlilerin maruz kaldığı kayıpları artırdığını vurgulayarak Washington’un bu tutumunu eleştirdi. Prens Türki bölgesel barışın sağlanması için 2002’de Suudi Arabistan Kralı Abdullah tarafından ortaya atılan Arap Barış Girişimi gibi kapsamlı çözümlerin daha uygun olduğunu dile getirdi.

Körfez ülkeleri, Trump’ın planına karşı çıkarken iç siyasi dengeleri ve uluslararası hukukun getirdiği yükümlülükleri de göz önünde bulundurdu. Özellikle Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme sürecinde bağımsız bir Filistin devleti kurulması şartını öne sürmesi bölgedeki dengeleri koruma çabasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak Riyad yönetiminin Trump’ın baskılarına ne kadar dayanabileceği ve ilerleyen süreçte nasıl bir tutum sergileyeceği belirsizliğini koruyor.

Körfez ülkelerinin Trump’ın planına karşı çıkmasının ardında yatan bir diğer önemli faktör bölgesel istikrarın korunması ve Filistin davasının uluslararası alanda meşruiyetini sürdürmesidir. Gazze’nin yeniden inşası ve bölgede kalıcı bir barışın sağlanması Körfez ülkeleri için öncelikli hedefler arasında yer alıyor. Ancak Trump’ın planının bu hedefleri baltalayabileceği endişesi Körfez ülkelerinin tepkisini daha da sertleştiriyor.

Sonuç olarak Trump’ın Gazze planı uluslararası hukuka aykırı olmasının yanı sıra bölgesel istikrarı tehdit eden bir girişim olarak değerlendiriliyor. Körfez ülkeleri bu plana karşı çıkarak Filistin halkının haklarını savunmaya devam ediyor. Ancak bu tepkilerin somut bir adıma dönüşüp dönüşmeyeceği ve bölgede kalıcı bir barışın sağlanıp sağlanamayacağı belirsizliğini koruyor. Bu süreçte uluslararası toplumun ve bölge ülkelerinin tutumu Gazze’nin geleceği açısından belirleyici olacaktır.