Türkiye kritik bir dönüşüm yaşıyor. Seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanlık ve AK Parti Genel Başkanlığı makamlarını Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na devretmeye hazırlanıyor.
El değiştirecek iki makam, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı, senelerdir nevi şahıslarına münhasır iki isim tarafından idare ediliyordu. Bir tarafta Türkiye’nin en fazla seçilen siyasetçisi Erdoğan; diğer tarafta Türkiye’nin en fazla okunan Dışişleri Bakanı Davutoğlu.
Günlerdir Davutoğlu biyografileri, anekdotları yazılıyor. Beraberinde ise Davutoğlu’nun mimarı olduğu Türk dış politikası (TDP) ya övülüyor ya da yerden yere vuruluyor. Ekmeğini Türk dış politikasını yerden yere vurmaktan çıkaranlar içinse bereketli bir sezon başlamış oldu. Kafa eski, malzemeler bayatlamış, ezberler operasyonel sloganların ötesinde değil. Ama sorun değil, bu kafanın, malzemelerin ve ezberlerin alıcısı hazır. Washington Post olmadı New York Times havada kapar ne de olsa... O da olmadı bizim paralel/ultra-faşist medya başka ne işe yarar ki?
DIŞ POLİTİKA PRİM YAPTI
Sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim: Türk dış politikasını eleştirenleri bile hem Türkiye’de hem de dışarıda bir aktör konumuna yine o çok eleştirdikleri Türk dış politikası sokmuştur. Diğer bir deyişle, dış politika cahili isimler köşelerinde dış politika yazıyor, serbest gazeteciler sığ Türk dış politikası analizlerini Batı’nın meşhur gazetelerinde basabiliyor, kadrolu TDP düşmanları dünyanın dört bir tarafındaki konferanslara davet ediliyorsa hiç olmazsa nezaketen Türk dış politikasına ilgiyi bu denli artıran Türk dış politikası yapıcılarına, hassaten Davutoğlu’na, bir teşekkür etmeliler.
Hayır, Türk dış politikası Davutoğlu’yla birlikte başlamadı. Ama biraz insaflı olup kabul edelim ki Kıbrıs/Ermeni konuları çıkmazındaki bir dış politikayı çok boyutlu, dinamik ve görünür bir dış politikaya evirdi. Türk dış politikası, paradigma değişikliğine uğradı. Öncelikler listesi genişledi. Tarihi takıntıların üzerine gidildi. Katılım arttı, tarz değişti.
Türk dış politikasının bir değerler bütünü ve yaklaşım tarzı var. Yani dış politikamız protokol, mevzuat, teamülden ibaret değil. Hangi davette hangi kıyafet giyileceği veya kimin nerde duracağı sorunsalını aşan bir yaklaşım tarzı bu. Arakan’da naylondan yağmurluk giyme tarzı bu. Ailesini kaybetmiş Gazzeli babanın yanında diz çöküp veya mazlum Doğu Türkistanlı bir dedeye sarılıp ağlama tarzı bu. Sırplarla Boşnakları aynı masada oturtma, Bağdatlılara Bağdat’ı hatırlatma, Filistinli gruplara “siz kardeşsiniz” diyebilme, Suriyelilere kucak açma, haksızlık yapan ABD ve İsrail de olsa çıkıp iki laf söyleyebilme, darbeye darbe diyebilme, Somali’yi dert edinebilme tarzı bu. Elbet bu tarzdan hoşlanmayanlar vardır, olacaktır.
BOŞLUKTA DIŞ POLİTİKA ANALİZİ MÜMKÜN MÜ?
Dünyanın kritik meselelerinde söyleyecek sözü olan Türk dış politikasının pratikte zorlanmaları, tıkanmaları, tökezlemeleri de olacaktır. Kaldı ki dünyanın birçok bölgesindeki kriz ve çalkantılardan hiçbir ülke beri değildir. Fakat Türk dış politikasının doğal sorunlarını aşıp etrafımızdaki sorunları bile Türk dış politikasına mal edebilen yaklaşımlar en basit ifadeyle sığlıktır.
Davutoğlu’nun Türk dış politika vizyonunu da resmeden Stratejik Derinlik kitabı şimdiye kadar çok konuşuldu. Davutoğlu’nun zihin dünyasını bildiğini iddia eden yerli-yabancı herkes Stratejik Derinlik’e atıfla konuştu. Sorun şu ki amaç operasyonel olunca Stratejik Derinlik’ten sığ anlayışlar çıktı. Türk dış politikasının yeni tarzını ve politika yapıcı elitini içlerine sindiremeyenler, Stratejik Derinlik’i okudular ve ondan hayalci bir neo-Osmanlıcılık çıkardılar. Oysa Stratejik Derinlik bugünkü tartışmalara da ışık tutan çok basit ve gerçekçi bir önermeye sahipti: Küresel siyasette paradigma kaymaları yaşanırken doğal avantajlara sahip Türkiye’nin sıkletinin altında güreşme lüksü yoktur. Sorun tam da burada zaten: Davutoğlu dönemi dış politikası doğal avantajlarımızı ve Türkiye’nin gerçek sıkletini gündeme taşıdı. Bu Türkiye’nin yerlilerini ve dostlarını memnun etti, diğerlerini etmedi.
[Akşam, 25 Ağustos 2014]