Derslerde sıklıkla vurgu yaptığım bir husus, Ortadoğu'nun en kadim, devlet geleneği güçlü ve imparatorluk geçmişine sahip üç devletinin Türkiye, İran ve Mısır olduğudur. Bu üç aktörü ortak bir paydada bir araya getiren ortak tarih, kültür ve hususen modernleşme tecrübelerindeki paralellik, modern Ortadoğu'nun inşasında da belirleyici olmuştur. Ankara-Kahire-Tahran, Ortadoğu'nun taşıyıcı sac ayaklarına benzetilebilir. Özellikle son birkaç yüzyıldır bölgeyi şekillendiren önemli gelişmelerin kalbinde hep bu sıklet merkezleri olmuştur.
Günümüzde genelde ekonomik kapasitenin tek başına abartıldığı görülse de (bir dereceye kadar siyasi ve ekonomik güç arasındaki doğrudan belirleyici ilişkiyi yadsıyalım) son tahlilde kurumsal yapı, gelenek, siyasi kültür, diplomatik güç, nüfus ve nihayetinde askeri güç gibi mefhumları içeren siyasi kapasite belirleyiciliğini sürdürmektedir. Bu sebeple Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkelerin kanımca ekonomik kapasitelerini siyasi kapasiteye tahvil edebilmeleri için kurumsal kapasite yokluğundan başlayan dezavantajlarını (önemli mesafeler katetmelerine rağmen) henüz aşabildikleri kanaatinde değilim. Ancak önümüzdeki dönemde özellikle Çin'in Ortadoğu'daki varlığının artmasıyla beraber Suudi Arabistan'ın fark yaratacağını düşünüyorum. Bu ayrı bir tartışma konusu.
Üç aktör arasında kurulacak dengeli ilişkiler, bölgenin istikrarı için vazgeçilmezdir. Ancak aynı coğrafyada üç büyük devletin bulunması, üç rekabetçi hegemonya iddiası demektir. Bu yüzden her zaman üç aktör arasında belirli bir mesafenin bulunması kaçınılmaz olmuştur. Önemli olan bu mesafenin bölgeyi istikrarsızlığa sevk edecek kadar açılmamasıdır. Türkiye-İran arasındaki mesafe, iki aktörün tamamen karşı tarafları destekledikleri Suriye iç savaşının en şiddetli zamanlarında dahi geri döndürülemeyecek kadar açılmamıştır. Siyasi ve ekonomik mekanizmalar işlemeye devam etmiştir. Son zamanlarda gerçekleşen Türkiye-Suriye arasındaki normalleşme trendinin Türkiye-İran ilişkilerini de besleyeceğini söylemek yanlış olmaz.
Ancak Türkiye-Mısır ve Mısır-İran ilişkilerindeki bozukluk hem uzun bir süredir devam etmekte hem de bahsi geçen ülkelerin bölgesel siyasetlerini etkilemekteydi. Yakın zamanda Türkiye-Mısır ilişkilerinde kayda değer gelişmeler yaşandı. Bir önceki Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu'nun 18 Mart'taki Kahire ziyareti, karşılıklı büyükelçi atamaları ve son olarak Mısır Devlet Başkanı Sisi'nin 27 Temmuz'da gerçekleşmesi planlanan ziyareti iki ülke ilişkilerindeki düzelmenin bariz ve somut göstergeleri.
Problemli İlişkilerin Tarihi
İran-Mısır ilişkileri ise 40 yılı aşkın bir süredir problemli. 1979 İran İslam Devrimi'nin ardından Kahire yönetiminin, devrik İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'ye sığınma hakkı vermesi, iki ülkenin diplomatik ilişkilerini koparmıştı. Yine aynı yıl Mısır ile İsrail arasında imzalanan ve İsrail'in ilk kez bir Arap ülkesi tarafından resmen tanınmasına yol açan Camp David anlaşması sebebiyle ilişkiler iyice çıkmaza girmişti. Mısır'ın İran-Irak Savaşında Irak'a verdiği destek de bütün bu negatif gelişmelere eklenince Tahran-Kahire arasındaki sorunların kısa sürede çözülmesinin mümkün olmadığı görülmekteydi. 1981 yılında Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ı suikast ile öldüren Halid İslambuli'nin ismi İran'da bir caddeye verildi (2004'te caddenin ismi "İntifada" olarak yeniden değiştirildi), adına pul bastırıldı, resmi Tahran'da bir apartman cephesini süsledi. Zira Enver Sedat, devrik İran Şahı'nın dostu ve İsrail ile Mısır barışının mimarı olarak İran için düşman kategorisindeydi. Bütün bu sebeplerden dolayı ilişkilerin bozuk ve kopuk yapısı, bazı normalleşme girişimlerine rağmen günümüze kadar geldi.
İran-Mısır ilişkilerinin bu kadar uzun bir süre bozuk kalmasının en önemli sebeplerinden biri ABD-İsrail ikilisinin Mısır üzerindeki etkisiydi. Geçen yaklaşık 40 yıl boyunca Tahran-Kahire hattındaki tek pozitif gelişme, Muhammed Mursi'nin cumhurbaşkanlığı döneminde, yani Mısır hükümeti üzerindeki ABD-İsrail etkisinin azaldığı bir dönemde yaşanmıştı. Mısır'ın demokratik usullerle seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, 2012 yılında Bağlantısızlar Hareketi'nin toplantısı için Tahran'a tarihi bir ziyarette bulunmuştu. Böylece, İran İslam Devrimi sonrasında İran'a ziyarette bulunan ilk Mısır cumhurbaşkanı olmuştu. 2013 yılında ise İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, 1979 Devrimi sonrası Mısır'ı ziyaret eden ilk İran cumhurbaşkanı olmuştu. İlişkilerin ısınmasıyla karşılıklı büyükelçi atamaları bile gündeme gelmişti. Ancak kısa bir sürede ABD, Mısır üzerindeki tahakkümünü askeri bir darbe sayesinde restore etmeyi başarmış ve böylece İran-Mısır ilişkileri de eski normaline geri dönmüştü.
Uzun bir aranın ardından geçtiğimiz aylarda Tahran-Kahire hattında normalleşme yeniden gündeme geldi. Mart ayından bu yana İran ve Mısırlı üst düzey heyetler arasında görüşmeler gerçekleşiyor. Görüşmelere Irak ve Umman aracılık ediyor. İran dini lideri Ali Hamaney, 29 Mayıs'ta Umman Sultanı Heysem bin Tarık'ı kabulü vesilesiyle yaptığı açıklamada, İran-Mısır ilişkilerinin düzelmesi için atılan adımlardan memnuniyet duyduğunu ifade etti. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesine çalışılması için İran Dışişleri Bakanlığına bir direktif verdi. Reisi yaptığı bir açıklamada, ilişkilerin düzelmesi için İran tarafında hiçbir olumsuz tutumun olmadığını belirtti.
Normalleşmenin Sebepleri ve Muhtemel Sonuçları
Peki, iki ülkeyi normalleşmeye iten sebepler nelerdir? Ve neden şimdi? Bu soruların cevabı bölgenin 2020 yılından bu yana tecrübe ettiği genel normalleşme süreçleriyle alakalı. Türkiye'nin Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Suriye ile işleyen normalleşme süreçleri mevcut. İran da Suudi Arabistan ile ilişkilerini normalleştiriyor. Katar ile Suudi Arabistan, BAE ve Mısır arasında normalleşme süreçleri işliyor. Tüm bu gelişmeler bölgenin Arap halk hareketlerini önceleyen statükosuna benzer bir yapıya büründüğü anlamına geliyor. Ancak bu kez bölgeye angaje olan süper güç ABD'nin rakibi Çin'i de resme dahil etmek durumundayız.
İran-Mısır arasında işleyen süreçte de tıpkı İran-Suud normalleşmesindeki örüntüye benzer bir örüntü mevcut. O örnekte de önce Irak ve Umman'ın arabuluculuğu söz konusu olmuş ancak anlaşmayı Çin kotarmıştı. İran-Mısır anlaşması, şüphesiz ki Ortadoğu'daki en eski ihtilaflardan birini sona erdirecek. Ve benzer bir sürprizle bu anlaşmayı da Çin ilan ederse hiç şaşırmayacağımı söyleyebilirim.
Bölge ülkelerinin birbiri ardına Çin ile yapmış oldukları anlaşmalar ve imza attıkları dev projeler, Pekin yönetimini çoktan Ortadoğu'nun en önemli aktörlerinden biri konumuna getirdi. ŞİÖ ve BRICS gibi oluşumlar yoluyla da bölge ülkeleri ABD hegemonyasını dengeleyici bir pozisyon alma çabası içerisinde. İran ve Suudi Arabistan, yakın zamanda BRICS'e katılması beklenen ülkeler. Geçtiğimiz 4 Temmuz günü, İran ŞİÖ'ye resmen tam üye oldu. Suudi Arabistan da geçtiğimiz Mart ayında "diyalog ortağı" olarak söz konusu ittifaka katıldı. Bu gelişmeler, bölge içinden ABD'nin hegemonik gücüne yönelik meydan okumanın arttığı ve güçlendiğini gösteriyor.
Mısır tarafından da bu sürecin dikkatli bir şekilde izlendiği kanaatindeyim. Mısır-İran normalleşmesi, Kahire yönetiminin de bu genel trendin dışında kalmak istemediğini gösteriyor. Sonuçları açısından Tahran-Kahire ilişkilerinin düzelmesi ise başlı başına bir konu. Bölgesel siyasetten ekonomiye bu gelişmenin sonuçları fark yaratacak. Ancak en önemlisi, Türkiye, İran ve Mısır gibi bölgenin en kadim üç devletinin arasındaki iyi ilişkilerin ortaya çıkaracağı bölgesel güvenlik ve istikrar olacak.
[Sabah, 8 Temmuz 2023].