Geçtiğimiz hafta Mısır'da dokuz genç daha idam edildi.
Kimisini hakimin yüzüne haykırdığı gerçeklerle hatırlayacağız, kimisini kızına yazdığı mektupla, kimisini annesine son kez sarılmasıyla kimisini ise annesinin kendisine yaktığı ağıtla.
Son ana kadar hepsi savunmalarını hukuki düzlemde ve olabilecek en güçlü argümanlarla yaptılar.
Ancak hakim ikna olmadı, idam cezasını verdi ve ceza uygulandı.
Bugüne kadar Sisi rejimi tarafından bilinen yüz yetmiş dört idam cezası uygulandı. Ve idamını bekleyen altı yüzden fazla kişi olduğu tahmin ediliyor.
Bunların arasında Cumhurbaşkanlığı yapmış Mursi de var, doksan yaşındaki yaşlılar da hayatının baharındaki gençler de.
Yöneltilen suçlamalar genellikle devlet güvenliğine karşı suç işlemiş olmaları.
İthamların önemli bir kısmı da darbeye karşı direnmiş olmalarından kaynaklı. Kimisi ise DEAŞ'a katılım ve bu çerçevede yaptığı eylemlerden dolayı yargılanıyor.
İdamla yargılananlar kendilerine isnat edilen suçları işlemedikleri ve kendilerine yapılan suçlamları zorla kabul ettiklerini mahkeme salonunda haykırdılar zaten. Bir gencin "bize uygulanan işkence kime uygulansa Enver Sedat'ı öldürdüğünü kabul ederdi" sözü bu anlamda çok şey anlatıyor.
Ancak hiçbir insan hakları örgütü ya da Batı medyası bunu dert edinmiş değil. Yargılamanın nasıl yapıldığını sorgulayan yok. İsnat edilen suçları gerçekten işleyip işlemediklerini soran da.
Batı medyası bir kaç küçük haberle konuyu teröre bağlayıp kapattı. "Mısır'ın terörle mücadelesi" gibi yaklaşımlarla meseleyi geçiştiriverdi.
Muhakeme ve izan sahibi hiç kimse dönen bu tiyatroya kanmadı tabi ki.
Bu cezaları veren ve uygulayan rejimin üzerinde yükseldiği unsurlar ve kendini güncelleme biçimi bu kanaati edinmek için yeter.
Askeri bir darbe ile yeniden kurulan rejim benzer dinamikler üzerinden kendini tesis etmeye devam ediyor.
Darbe sonrasında tüm dünyanın gözü önünde sadece itirazlarını dile getiren silahsız insanların üzerine ateş açılarak gerçekleştirilen toplu katliamlar hala hafızalarımızda. Bu cürümleri karşılıksız kalan ve hatta ABD gibi bölgenin jandarması olan bir güçten destek alan bir yapının bu idamları yine herkesin gözü önünde gerçekleştirmesi daha kolay oluyor malesef.
Daha acı olan şey ise iktidarın bu tavrını yani kendi halkı üzerinde daha fazla baskı kurmak ve daha fazla idamı gerçekleştirmek için kendince elverişli bir zemin yakalmış olması. Bu idamlara Mısır yönetimi üzerinde baskı oluşturabilecek hiçbir aktörden güçlü bir itiraz gelmemiş olması bu zeminin köşe taşlarından birisi.
Dahası rejimin bu minvalde kendini tesis etmeye devam edecek olması da büyük olası.
İsrail'e teslim olmuş BAE ve Suud'un parasına muhtaç kendi halkına düşman bir rejim tipinden söz ediyoruz.
Dış politikada bir varlık gösteremeyen kendi halkına da ne refah ne de adalet ne de güvenlik sağlayabilen bir rejim bu.
Bu durumda akla gelen en önemli soru şu: Bütün bu özellikleri haiz olmasına rağmen bu rejim varlığını nasıl sürdürebilir ?
Bütün kırılganlığına ragmen İsrail, ABD ve para babası Körfez ülkelerinin hırsları için kullanışlı olabildiği ölçüde ayakta duracak.
Bu durum sadece Mısır için mi geçerli, elbetteki değil.
Bugün halkın iradesinin hilafına varlığını sürdüren bütün ülke rejimleri benzer bir durumda.
[Fikriyat, 23 Şubat 2019].