Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika turu çerçevesinde ziyaret ettiği ülkelerin sonuncusu Mali yaklaşık 18 milyon nüfusa sahip bir kuzeybatı Afrika ülkesi. Kuzey Afrika’nın Arap ve göçer halklarıyla Sahra-Altı Siyah Afrika’yı birbirine bağlayan kuşakta yer alıyor.
“Eski” Fransız sömürgesi Mali.
Aslında bu “eski” tanımlaması gereksiz.
Mali hâlâ kuvvetli bir şekilde Fransa’nın nüfuzu altında aslında.
Diğer Frankofon ülkelerde olduğu gibi.
Haritaya bakıldığında topraklarının büyük bölümü Sahra Çölü’ne dahil olan bu ülkenin çok zengin yer altı kaynaklarına sahip olması Fransa’nın bağımsızlık sonrası dönemde Mali’ye olan ilgisinin devam etmesini açıklıyor.
Uranyum, petrol, doğalgaz, altın ve elmas kaynakları çok zengin bir ülkeden bahsediyoruz. Hemen kuzeyindeki enerji kaynakları açısından çok zengin bir başka ülke olan Cezayir’e Fransa’nın ilgisi nasıl bu ülkenin uzun süren bir iç savaşa sürüklenmesine yol açtıysa, Paris’in ilgisi Mali’de de benzer sonuçlara yol açtı.
2012 yılında gerçekleşen bir askerî darbenin ardından kaosa sürüklenen ülkede önce hükûmet ile Kuzey’deki Tuareg halkının bağımsızlığı için mücadele eden Azavad Ulusal Kurtuluş Hareketi (National Movement for the Liberation of Azawad - MNLA) arasındaki çatışmalar şiddetlendi ve başkent Bamako’daki istikrarsızlıktan faydalanan MNLA Timbuktu, Gao ve Kidal gibi kuzeydeki önemli şehirleri ele geçirdi. MNLA ve hükûmet arasındaki çatışmaların neden olduğu istikrarsızlık ortamında Ensar ed-Din isimli Mağrib el Kaidesi ile bağları olan “İslamcı” örgütün ortaya çıkıp Timbuktu başta olmak üzere kuzeydeki şehirleri ele geçirip başkent Bamako’yu tehdit etmesi Fransa için doğrudan müdahale fırsatı doğurdu.
DEAŞ’ın Suriye’de, El Kaide’nin Afganistan’da yaptığına benzer şekilde bu örgütün Timbuktu’daki tarihî eserlere yönelik saldırıları Fransa önderliğindeki uluslararası koalisyonun Mali’ye müdahalesine uluslararası kamuoyu nezdinde meşruiyet sağladı. Tıpkı Suriye ve Irak’ta DEAŞ’a ve Afganistan’da El-Kaide ve Taliban’a karşı oluşturulan koalisyona önderlik yapan ABD gibi, Mali’de Ensar ed-Din’e karşı kurulan koalisyonun lideri Fransa da alkışlandı.
Herkes Mali’nin bu “barbarlardan” kurtarılması için harekete geçen Fransa ve ona destek veren ülkeleri alkışlarken, ülkenin bu hâle gelmesinde sömürge dönemi ve sonrasında Fransa’nın rolünü ise kimse sorgulamadı.
Tıpkı Irak ve Afganistan’da DEAŞ ve El-Kaide’nin ortaya çıkmasında ABD’nin rolünün sorgulanmadığı gibi.
Ensar ed-Din’i bahane ederek zengin petrol, doğalgaz, uranyum, altın ve elmas kaynaklarına sahip Mali’ye müdahale eden Fransa’nın bu müdahale için ileri sürdüğü temel gerekçe, kendi iddiasıyla “İslamcı terörle mücadele” etmek ve Mali’de istikrarın tesis edilmesiydi. ABD ve Almanya gibi NATO müttefiklerinin de ona bu konuda destek verdiği görüldü. Hatta Suudi Arabistan’ın bile 100 milyon dolar ile Fransa’nın Mali ve diğer Batı Afrika ülkelerini kapsayan terörle mücadele programına destek vereceği medyaya yansıdı.
Şimdi kritik soruya gelelim.
Fransa’nın Ensar ed-Din’in faaliyetlerini gerekçe göstererek Mali’de başlattığı askerî operasyona destek veren ABD, Almanya ve diğer NATO üyeleri bir başka müttefikleri olan Türkiye’nin Afrin’i elinde tutan PKK/YPG terör örgütüne karşı başlattığı askerî operasyona neden karşı çıkıyorlar?
Eğer terörist olarak tanımlanan örgüt, Batı’nın güvenlik ve ekonomik çıkarlarını tehdit ediyorsa ona karşı topyekûn bir mücadele yürütülüyor. Mali müdahalesinin Aralık 2012’de alınan Güvenlik Konseyi kararıyla yapıldığı hatırlanırsa, Rusya ve Çin’in de bu müdahaleye onay verdiği görülüyor.
Fakat terörist olarak tanımlanan örgüt, Batı’nın, Rusya ve Çin’in çıkarlarını tehdit etmiyorsa ve hatta bu ülkelerden bazılarının Orta Doğu siyasetlerinin bir aracı olarak kullanılıyorsa, o zaman teröre karşı topyekûn mücadele değil “teröre topyekûn destek” ile karşı karşıya kalıyoruz.
Türkiye’nin PKK/YPG ile mücadelesinde karşı karşıya olduğu durum tam da budur.
“Teröre topyekûn destek veren” küresel ve bölgesel aktörlere karşı Türkiye’nin mücadelesi kolay değil. Ancak bu mücadeleye canlarını “şahit” kılanların fedakârlıkları terör örgütleri ve destekçilerinin kirli hedeflerine ulaşamayacaklarının garantisidir.
[Türkiye, 3 Mart 2018].