Doğu Akdeniz ve Basra Körfezi zorlu güç mücadelelerine sahne olan iki deniz havzası.
Doğu Akdeniz’de ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin yanında Türkiye, Mısır ve İsrail gibi bölgesel güçlerin bir parçasını oluşturduğu çetin bir rekabet söz konusu. Fransa, İtalya, İngiltere ve Almanya gibi Avrupalı güçler de bu rekabetin bir parçası.
Buna karşılık Basra Körfezi’ndeki güç mücadelesinde ABD’yi dengeleyecek başka bir küresel güç ortada görünmezken, asıl mücadele İran ile Suudi Arabistan ve BAE arasında yaşanıyor. Katar ile yakın ilişkilere sahip olan ve bu ülkede bir askerî üssü bulunan Türkiye de bu mücadelenin bir parçası. Rusya ve Çin gibi küresel güçler ise İran’a verdikleri destekle söz konusu güç ve nüfuz mücadelesinin ikincil tarafları olarak görülebilir.
Her iki deniz havzasının da en etkili gücü olan ABD, Basra Körfezi’nde 1979’daki devrimden beri bölgedeki en büyük düşmanı olarak gördüğü İran’ı çevrelemeye, sınırlandırmaya ve rejimini yıkmaya çalışırken, Doğu Akdeniz’de son 10 yıldır “ekseni kayan” Türkiye’yi sınırlandırmaya çalışıyor.
Washington’un Doğu Akdeniz’de yapmaya çalıştığı bir başka şey ise, Suriye iç savaşı sürecinde çok etkin olan ve bu ülkenin Doğu Akdeniz kıyısındaki Lazkiye ve Tartus’ta önemli hava ve deniz üslerine sahip olan Rusya’nın bölgedeki gücünü kırmak. İç savaş süresince Moskova’nın adım adım bölgedeki nüfuzunu artırmasına seyirci kalan ABD şimdi Rusya’nın bu nüfuzunu Suriye ile sınırlandırmaya ve Doğu Akdeniz kıyısındaki diğer ülkelere yayılmasını önlemeye çalışıyor.
Ama Washington’da, AK Parti iktidarına karşı izledikleri düşmanca politika yüzünden en önemli Doğu Akdeniz ülkesi olan Türkiye’yi de Rusya’nın yanına ittiklerini anlayacak kadar rasyonel siyasetçi ve bürokratlar yok görünüyor.
Amerika’nın Türkiye siyasetini şekillendiren bürokrat ve siyasetçiler bu şekilde davranarak ne düşünüyor olabilirler?
Ankara’ya karşı çok da hassas davranmalarına gerek olmadığını, nasıl olsa baskı politikasıyla Türkiye’yi tekrar eski eksenine döndürebileceklerini düşünüyor olabilirler.
Ya da “eksen kaymasının” sorumlusu olarak gördükleri Erdoğan ve AK Parti’yi devirip Amerikan çıkarları açısından “her şeyin çok güzel olduğu” eski günlere dönmeyi planlıyorlardır.
Her iki durumda da, Türkiye’de halkın (seçimlerde sandıktaki ve 15 Temmuz’da sokaktaki) iradesiyle iktidarda olan Erdoğan ve AK Parti yönetimindeki Türkiye ile egemenliğe saygı temelli bir ilişkiye hazır olmadıkları görülüyor.
Washington’daki baskı ve dayatma politikasının mimarları bugüne kadar Türkiye’ye karşı bu müdahaleci politikalarında başarılı olamadılar.
Ancak vazgeçmiyorlar.
Her gün yeni bir cephe açıyorlar.
Doğu Akdeniz’i de bu cephelerden biri olarak görmek gerekir.
Washington’un, Basra Körfezi’nde İran’a karşı olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de de Türkiye ve Rusya’ya karşı aynı bölgesel müttefikleriyle birlikte hareket ettiği görülüyor:
İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE.
Suudi Arabistan ve BAE, Basra Körfezi’ndeki mücadelede ABD’nin ana müttefikleriyken Doğu Akdeniz’de Sisi, Netanyahu ve Hafter’e destek veren unsurlar olarak devreye giriyorlar. Buna karşılık Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde Washington’un ana ortakları olarak öne çıkan İsrail ve Mısır, Basra Körfezi’nde Riyad ve Dubai’ye destek güçleri olarak devredeler.
Bu tablo, her iki deniz havzasında da Türkiye, İran ve Rusya’nın karşısında ABD ve İsrail’in iradesiyle kurulmuş, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın da birer parçasını oluşturduğu kararlı bir blok inşa edildiğini gösteriyor.
Bu blokun Orta Doğulu üyelerinin, kendilerinin bölgedeki politikaları ve çıkarları açısından birer tehdit olarak gördükleri İran, Türkiye ve İhvan Hareketine karşı ciddi bir çıkar ortaklığına sahip oldukları görülüyor.
Buna karşılık bu kirli ittifakın hedefindeki ülkelerin yalnız oldukları görülüyor.
Suriye’nin İdlib vilayetinde son yaşanan katliamlar Rusya’nın Türkiye’nin bölgedeki hassasiyetleri konusunda ne kadar duyarsız olduğunu bir kez daha gösterdi.
İran’ın, bu kadar yoğun bir şekilde Washington’un baskısına maruz kaldığı ve Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyduğu dönemde bile PKK/PYD terör örgütüyle mücadele bölge sorunlarına çözüm konusunda Ankara ile yakın çalışmaya yönelmemesi de Türkiye ile İran arasındaki iş birliğinin sınırlarını gösteriyor.
Özetle, Türkiye, İran, Katar, Hamas ve İhvan düşmanlığı Suudi ve BAE prensleriyle Sisi’yi Netanyahu ve Bolton ile bir araya getirebiliyor ama onların hedefi olanlar bir türlü bir araya gelemiyorlar.
[Türkiye, 11 Mayıs 2019].