Amerikalı yazar Thomas Friedman, Türkçe’ye “Küreselleşmenin Geleceği” şeklinde çevrilen The Lexus and the Olive Tree: Understanding Globalization (Lexus ve Zeytin Ağacı: Küreselleşmeyi Anlamak) adlı eserinde oldukça liberal bir küreselleşme okuması sunar. Kitabın başlığına çektiği Lexus, bildiğimiz gibi Toyota’nın ABD pazarı için özel olarak ürettiği lüks bir otomotiv markası ve kendi alanında teknoloji lideridir. Ortadoğu siyasetine hakim olan Friedman, Kudüs’teki sınır tartışmalarından hareketle bazı toplumlar kimin hangi zeytin ağacına sahip olacağı hakkında çatışırlarken, küreselleşmeyi yönlendiren toplumların Lexus gibi markalar üzerinden teknolojik gelişime odaklanmalarını övgüyle anlatır. Elbette küreselleşmenin ortaya çıkardığı karmaşık uluslararası sistem, Friedman’ın iddia ettiği kadar net kategorik karşıtlıklar üzerinden yürümüyor. 20. yüzyılın klasik jeopolitik mücadeleleri, etnik-dini-sekter gerginlikleri ile 21. yüzyılın bilgi ekonomisi, teknolojik rekabeti ve geçişken karşılıklı bağımlılığı iç içe geçmiş durumda. Hele bir de Ortadoğu gibi küresel güç savaşlarının mikro-kozmozu bir coğrafyada yaşıyorsanız, bir taraftan zeytin ağacının tarihsel ve etik olarak kime ait olması gerektiğiyle uğraşıp, diğer taraftan kendi Lexus teknolojinizi üretmek için gayret sarf etmek zorundasınız.
Türkiye’nin içinden geçtiği süreç tam da böyle zorlu bir süreç aslında. Bir taraftan ülkenin bir bölümünü yangın yerine çeviren etnik ayrılıkçılık ve terörizmle mücadele diğer taraftan küresel teknoloji trenini kaçırmamak için sürekli bir arayış hali. Dünyanın dördüncü sanayi devrimi ile bilgi ekonomisi ve dijital devrimi farklı boyutlara taşıyıp çevre dostu, sürdürülebilir büyüme modelleri geliştirdiği bir çağda biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi-iletişim teknolojilerinde (ICT) küresel treni kaçırmama telaşı... OECD’nin teknolojik üstünlük karşılaştırmalarında bu üç yeni teknoloji alanında halen işgal ettiğimiz pozisyon ise rahatsız edici.
Özellikle uzun tarımsal kalkınma geçmişimize rağmen biyoteknoloji alanında kapasite olarak hem sanayileşmiş ülkelerden hem de Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika gibi yükselen ekonomilerden geride kalmayı kabul edemeyiz. Genetik araştırmalar ve ilaç sektörü ile ilgili kırmızı biyoteknoloji; tohum ve tarımsal modernizasyon ile ilgili yeşil biyoteknoloji; çevre kirliliğini azaltıp enerji verimliliğini ve geri dönüşümünü hızlandıran beyaz biyoteknoloji, stratejik planlarımızın en tepesine yazılmalı. Bu kritik alanlarda özel sektörün büyük çaplı Ar-Ge yatırımları ile üniversite-sanayi işbirliğini destekleyecek her türlü adımı bir seferberlik havasında atmak şart.
Ar-Ge destek paketlerini “bölgesel kalkınma” mantığıyla değil; biyoteknoloji gibi stratejik alanlarda mesafe almayı hedefleyen “stratejik kalkınma” mantığıyla tasarlayıp dışa bağımlılığı azaltan nihai ürünlere destek vermek lazım. Bu bağlamda göz içi katarakt ameliyatlarında kullanılan ileri teknoloji ürünü lensleri ilk defa Türkiye’de üreten ve ABD ile Japon merkezli kartelleşmiş küresel lens piyasasına hızlı bir giriş yapan VSY gibi şirketlerin tecrübelerini “iyi uygulama örnekleri” olarak paylaşmakta fayda var. VSY, kendi bünyesinde dinamik bir Ar-Ge ekosistemi oluşturmuş ve Türkiye’nin kısıtlı biyoteknoloji ihracatının yarısını tek başına yapıyor. Orta teknolojili sektörlerde dolaşıp duran “sanayinin kaptanları”nı yüksek katma değerli üretim yarışına bekliyoruz…
[Bugün, 22 Ocak 2016]