Son yıllarda teknolojik dönüşüm ve verimlilik bağlamında atılan dev adımlara rağmen, stratejik enerji politikaları ve enerji arz güvenliği meselesi hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için kritik önemini koruyor.
ABD’den Rusya’ya, Çin’den AB’ye, Körfez ülkelerinden Latin Amerika’ya kadar dünya sisteminde rol oynamaya çalışan güçlerin ulusal güvenlik planlamalarında ve ekonomik rekabet stratejilerinde enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi halen başat öncelik konumunda. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı kapsamlı sunumda yer verdiği "enerji arz güvenliği, alternatif enerji kaynakları, sürdürülebilirlik, enerji piyasalarında serbestleşme ve enerji verimliliği" konuları aslında sadece Türkiye için değil; küresel güçler için de günümüzün öncelikli politika alanları.
Rusya’nın neredeyse tüm küresel jeopolitik stratejisini enerji siyaseti üzerine kurduğu; Çin’in arz güvenliğini sağlamak üzere Avrasya’dan Afrika’ya kadar kaynak ülkelerle ortaklıklar aradığı; ABD’nin 40 yıl sonra petrol ihraç yasağını kaldırdığı; İran’ın dünya enerji piyasasına hızlı bir giriş yapmaya hazırlandığı günümüzde Türkiye’nin ekonomik dinamizmi de büyük ölçüde enerji siyasetine bağlı. Bu yüzden, mevcut problem alanlarına etkin çözümler sunmak üzere birkaç koldan ilerleyecek sofistike bir enerji stratejisi ve eylem planının güçlü bir siyasi iradeyle tereddütsüz uygulanması gerekiyor.
Uygulamada stratejinin önemli ayaklarından biri HES’ler ve termik santraller aracılığıyla yerel kaynakları (mümkün olduğunca çevreye duyarlı bir biçimde) devreye sokarken güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji alanlarına yapılacak yatırımları hızlandırmak olacak. Aynı anda petrolde ve -Rusya krizinin dikkat çektiği- doğalgazda tedarikçilere aşırı bağımlılığın yaratabileceği hassasiyetleri ortadan kaldırmak için ithalat risklerini azaltacak adımlar orta vadede atılacak. Bu bağlamda TANAP gibi yürüyen boru hattı projelerine yenilerinin eklenmesi ve özellikle LNG depolama kapasitesinin özel sektör yatırımlarıyla Marmara Ereğlisi ve Tuz Gölü tesisleri dışında da genişletilmesi gerekiyor. Tabii bir de yıllarca ihmal ettiğimiz, son dönemde ise Rusya ekonomisindeki kötüleşme ve yaşanan kriz sebebiyle duraksayan Akkuyu Santrali bağlamında tartışmaya açılan nükleer enerji meselesi var. Neredeyse bütün sanayileşmiş ülkelerin elektrik enerjisi üretiminde ağırlıklı olarak kullandıkları nükleer enerji konusunda tarihsel bir gecikmişliğimiz olduğu için, doğru uluslararası ortaklık tercihleriyle güvenlikten ödün vermeden mümkün olan optimum hızda ilerlemek zorundayız.
2015 yılı itibarıyla 73 bin megavata ulaşan kurulu enerji üretim kapasitesi içinde hidrolik üretimin yüzde 35, ithal edilen doğalgazın yaklaşık yüzde 30, kömürün yüzde 20 ve rüzgarın yüzde 6’lık pay alması, üretim kaynakları açısından bir çarpıklığa işaret ediyor. Küresel ortalamalarda elektrik üretiminde yüzde 10 üzerinde yer tutan nükleer enerjinin bizim enerji miksimiz içinde hiç bulunmuyor olması, enerji maliyetlerini ve erişilebilirliğini kısıtlayan çok bariz bir eksiklik. Akkuyu Santrali yapım ihalesi için de teklif veren ve aynı tarihlerde Birleşik Arap Emirlikleri’nde bir nükleer santral inşa etmeye başlayan Güney Koreli KEPCO liderliğindeki konsorsiyum, enerji zengini BAE’de 2017 yılında elektrik üretmeye başlayacak. Biz de Akkuyu’nun akıbetini tartışmak yerine, belki yeni nükleer projelere yelken açmalıyız. Küresel rekabet gecikme kabul etmiyor...
[Bugün, 12 Şubat 2016].