Kürt sorunu Türkiye’yi sadece bir iç sorun olarak meÅŸgul etmemiÅŸ, yaratmış olduÄŸu görece istikrarsızlaÅŸtırıcı etkisiyle küresel ve bölgesel ölçekte bir önem de kazanmıştır. Bugün içinde olduÄŸumuz geçiÅŸ sürecinin en önemli nedenleri iç dinamiklerle ilgili olmakla birlikte, bütün resmi görebilmek için bu geliÅŸmenin küresel ve bölgesel dinamiklerine de bakmak gerekmektedir. Suriye’deki durumun bölge ülkeleri arasındaki gerilim hatlarını ısındırdığı ve küresel bir bilek güreÅŸine dönüÅŸtüÄŸü bir dönemde, gerilim unsurlarından birinin soÄŸutularak baÅŸka gerilim unsurları üzerinde olası bir olumlu etkinin yaratılması gerekmiÅŸtir. Bu nedenle de uluslararası arenada etkisi olacak ÅŸekilde güvenlik ve istikrar ortamını artırıcı ÅŸekilde bir adımın atılması zorunluluÄŸu ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakılınca Türkiye’de iç barışı artıracak ÅŸekilde atılan bu adımın dış boyutlarını incelemek gerekmektedir.
Bu baÄŸlamda ilk akla gelen soru, ABD’nin çözüm sürecine giden yolda nerede durduÄŸudur. ABD BaÅŸkanı Obama’nın BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ı barışçıl bir çözüm için adım atmasından dolayı tebrik etmesi sadece kuru bir siyasi jest deÄŸildir. Her ne kadar Asya-Pasifik bölgesi Obama yönetiminin yeni öncelik alanı olmuÅŸsa da, ABD’nin OrtadoÄŸu’dan çekilmediÄŸi ortadadır. Ancak ABD artık bölgede eskisi gibi geliÅŸmeleri büyük ölçüde dikte eden bir güç olmaktan çıkmıştır. 11 Eylül sonrasında giriÅŸtiÄŸi hüsranla neticelen maceracı dış politika ve Arap isyanları sonucu ortaya çıkan yeni konjonktür bu imkanı ABD’nin elinden almıştır. Bu durumda ABD’nin bölgede yapıcı bir unsur olarak var olan aktörlerin çıkarları ile kendisininki arasında bir denge kurma arayışı ortaya çıkmıştır. Bu da ister istemez ABD yönetimini Türkiye’nin istikrarını güçlendirecek adımlara karşı, ciddi bir çıkar çatışması söz konusu olmadıkça olumlu bir pozisyon almaya itmektedir. Çözüm arayışının devreye girmesinin ardından Paris’te ileri gelen üç PKK’lı kadının öldürülmesi üzerine BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın verdiÄŸi sert tepki ve PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan’nın konuya iliÅŸkin yaptığı açıklamada “Avrupa’ya güvenilmemesi gerektiÄŸini” söylemesi ister istemez AB’nin tavrının ne olduÄŸu sorusunu akla getirmektedir. Aslında herhangi bir konuda bir “AB bakışı” olduÄŸundan söz etmek imkansızdır. Bundan kasıt birliÄŸin baÅŸat ülkelerinin tavrıdır. Paris olayına verilen tepkilerde hissedilen, çözüm sürecine iliÅŸkin olarak Avrupa cephesinde Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne yönelik atılan adımların bir rahatsızlık yaratmış olduÄŸudur. Bu rahatsızlığın baÅŸlıca üç kaynağından söz edilebilir: Avrupa cephesi sürecin dışında kalmıştır. GeçmiÅŸte bir politik manevra vasıtası olarak kullandığı önemli bir kozu kaybetme ihtimali belirmiÅŸtir. Eskisi kadar hararetle olmasa da tekrar AB üyeliÄŸi kapısını zorlayacağı anlaşılan Türkiye’nin eline bir koz geçmiÅŸtir.
Ancak Avrupa cephesinde bir rahatsızlığın olduÄŸunu varsaymak, zorunlu olarak sürecin sabote edileceÄŸini düÅŸünmeyi gerektirmez. Her ÅŸeye raÄŸmen çözüm sürecinde AB üyeliÄŸi kriterlerinin mümkün olduÄŸunca baz alınacağını ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Ayrıca, mevcut ÅŸartlarda istikrar ve güvenlik ABD’nin olduÄŸu kadar Avrupalı müttefikleri için de gereklidir. Nitekim resmi makamlardan yapılan açıklamalar süreci destekler mahiyettedir. Medya da genelde aynı tavır içinde görünmektedir. Özellikle Alman basınında sürece deÄŸinen yazılarda süreci olmadık gerekçelerle açıklama gayretleri gözden kaçmamakla birlikte, çözüm giriÅŸimi hakkında olumsuz bir yargıda bulunulmamaktadır. Ä°stikrar ve güvenlik baÄŸlamında öne çıkan bir diÄŸer önemli husus da enerjidir. Bu Türkiye’nin kendi açısından önem taşıdığı gibi, bölgesel ve küresel boyutları olan bir konudur. Öncelikle, mevcut ÅŸartlarda enerji açısından Rusya ve Ä°ran’a bağımlı olan Türkiye kendi enerji güvenliÄŸini saÄŸlamak zorundadır. Rusya ile girilmiÅŸ olan çok yönlü iliÅŸkilere raÄŸmen, yeniden küresel aktör olmaya aday bir ülkeye enerji açısından bu derece bağımlı olmak arzu edilir bir durum deÄŸildir. Yakın geçmiÅŸteki iyi iliÅŸkilere raÄŸmen, Suriye Krizi nedeniyle iliÅŸkilerin gerilim arzetmeye baÅŸladığı bölgesel bir rakip olan Ä°ran’a da enerji açısından bağımlı olmak Türkiye’nin endiÅŸelerini artırmaktadır. Irak Kürt Bölgesi Yönetimi (IKBY) ile geliÅŸtirilen iliÅŸkiler Türkiye’nin enerji kaynaklarını çeÅŸitlendirmesi ve daha güvenli hale getirmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bunda, IKBY’nin Türkiye ile olan iliÅŸkisinin diÄŸer iki ülke ile olandan daha saÄŸlam bir karşılıklı bağımlılık esası üzerine oturmasının büyük önemi vardır. Türkiye’nin kendi Kürtleri ile olan iliÅŸkisinin saÄŸlam bir zemine oturtulması kendi enerji güvenliÄŸi açısından hayatidir.
ENERJÄ°NÄ°N GÜVENLİĞİ SORUNU
Enerji baÄŸlamında öne çıkan diÄŸer önemli husus ise Türkiye’nin enerji akışının saÄŸlandığı bir kavÅŸak ve bir enerji dağıtım merkezi olma arzusu ve buna ABD ve AB’nin olumsuz bakmamasıdır. Ancak bunun için güvenlik ortamı ve istikrar gerekmektedir. Hatta Kıbrıs ve Filistin sorunlarının çözümlenmesi yönünde olumlu adımların atılması halinde DoÄŸu Akdeniz’den elde edilecek gazın da Türkiye üzerinden transferi de konuÅŸulmaktadır. Bu baÄŸlamda, bölgedeki gerilimlerin ve enerji altyapısının saldırıya uÄŸrama riskinin azaltılması elzem olmaktadır. Dolayısıyla, sürecinin baÅŸarıya ulaÅŸması enerji jeopolitiÄŸi açısından da bir zorunluluk olarak belirmektedir.
Peki Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltma yolundaki çabaları, çözüm sürecine bu ülkeden gelebilecek olası bir tehdite neden olabilir mi? Buna, Türkiye-Rusya iliÅŸkilerinin kompleks yapısına ve Rusya’nın OrtadoÄŸu siyasetinde Kürtlerle olan iliÅŸkilerine verdiÄŸi önem açılarından bakıldığında evet demek mümkün deÄŸildir. Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik ve stratejik iliÅŸkide Türkiye’nin Rusya’dan olan enerji ithalinin yeri çok önemli olmakla birlikte, iki ülke arasında ortaya çıkan ekonomik iÅŸbirliÄŸinin hacminin her geçen gün artması ve Türk dış politikasında çok boyutluluk arayışları neticesinde Rusya ile olan iliÅŸkilere özel önem atfedilmesi böyle bir olasılığı geçersiz kılmaktadır.
Çözüm arayışı daha çok iç dinamiklerin ateÅŸlediÄŸi bir geliÅŸme olmasına raÄŸmen, dış aktörlerin desteÄŸinden bağımsız olmadığının en büyük göstergesi, IKYB’nin süreçte oynadığı roldür. Özellikle BaÅŸbakan NeÅŸirvan Barzani anahtar rol oynayanlardan biri olmuÅŸtur. OrtadoÄŸu coÄŸrafyasında deÄŸiÅŸen dengelere bakıldığında, BaÄŸdat hükümeti ve IKBY arasında 2010’dan itibaren artarak devam eden gerilim ve bölge ülkeleri arasında Suriye krizi üzerinden belirginleÅŸen bloklaÅŸmanın hem Türkiye, hem de Türkiye, Irak, Ä°ran ve Suriye’ye uzanan Kürt coÄŸrafyası açısından sonuçlar doÄŸurduÄŸu görülmektedir. Bu dinamiklerden IKBY-BaÄŸdat gerginliÄŸi, IKBY’nin BaÄŸdat’tan uzaklaÅŸtıkça Türkiye’ye yakınlaÅŸmasına neden olmuÅŸ, Suriye krizi ise ülkenin kuzeyinde PKK’nın uzantısı olan PYD’nin otonom bir güç olma yolunda ilerlemesiyle Türkiye için bir gerilim hattı oluÅŸturması sonucunu doÄŸurmuÅŸtur.
Irak iÅŸgali sonrasında kazandığı siyasi gücü sahip olduÄŸu enerji kaynaklarıyla pekiÅŸtirmeye çalışan IKBY, BaÄŸdat hükümeti ile tartışmalı bölgelerin kontrolü, petrol gelirlerinin paylaşımı ve son zamanlarda BaÄŸdat’ın onayına baÅŸvurmaksızın uluslararası ÅŸirketlerle yaptığı enerji anlaÅŸmaları nedeniyle sorunlar yaÅŸamış ve iki taraf arasındaki gerginlik zaman zaman çatışmaya dönüÅŸmüÅŸtür. Maliki liderliÄŸindeki BaÄŸdat yönetimi, Irak’ın barındırdığı etnik çeÅŸitliliÄŸi hiçe sayarak merkezileÅŸmeye devam etmiÅŸ ve bunun bir yansıması olarak Kürt bölgesinin otonomisini tanımaktan uzaklaÅŸmıştır. Denize çıkışı olmayan IKBY için sahip olduÄŸu enerji kaynaklarını uluslararası piyasalara ulaÅŸtırma ihtiyacı IKBY’i 2008’den itibaren Türkiye’ye yakınlaÅŸtırmış ekonomik iÅŸbirliÄŸi karşılıklı siyasal çıkar etrafında ÅŸekillenmeye baÅŸlamıştır. IKBY liderlerinin bölge Kürtlerinin refah ve barışını hedefleyen politik vizyonu onları, Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde, bölgedeki tüm Kürtler için yeni fırsatlar getireceÄŸi düÅŸüncesiyle aracı olma konumuna taşımıştır.
Çözüm sürecini tetikleyen konjonktürün oluÅŸumunda en önemli faktörlerden biri de Suriye krizi olmuÅŸtur. Bölgede etki alanını zayıflatmak istemeyen Ä°ran, Åžam rejimine sahip çıkmış ve bu doÄŸrultuda Irak’ta Maliki’ye verdiÄŸi desteÄŸi de artırmıştır. Tahran-Åžam-BaÄŸdat hattı, hem Suriye muhalefetine destek veren Türkiye’ye karşı ‘Kürt kartı’nı kullanmış, hem de BaÄŸdat’tan koparken Türkiye’ye yakınlaÅŸan IKBY’ye sert uyarılarda bulunmuÅŸtur. Suriye krizinde Kürtlerin duruÅŸu ise çözüm sürecinin önemli bir dış dinamiÄŸi olmuÅŸtur. Suriye Kürtlerinin bir kısmı muhalif harekete katılırken, Kürtler arasındaki en organize güç olan PYD, Åžam rejimi ile yakın iliÅŸkiler kurarak ülkenin kuzeyinde otonomi elde etmeye çalışmıştır. Türkiye’nin dış politika açılımındaki en büyük açmazı olan Suriye krizi, kuzeyde PYD’nin giderek güçlenmesi suretiyle Türkiye için yeni bir tehdit alanı oluÅŸturmuÅŸtur. Türkiye ile iyi iliÅŸkileri olan IKBY’nin devreye girmesi ve çözüm sürecinde aracı rolü oynaması PYD’nin hem Türkiye’ye hem de Türkiye’nin desteklediÄŸi Suriye muhalefetine karşı nötralize olmasını saÄŸlamıştır.
KÜRT KARTI ELÄ°NDEN ALINANLAR
IKBY ile geliÅŸtirdiÄŸi karşılıklı bağımlılık iliÅŸkisi baÄŸlamında, 1991 Körfez Savaşı ile baÅŸlayan ve giderek güçlenen ve bölgede deÄŸiÅŸen dengelerle önemli bir boyuta ulaÅŸan Kürt jeopolitiÄŸini fırsata çevirme imkanını yakalamış olan Türkiye, demokratikleÅŸme adımları ile Kürt kimliÄŸinin ve haklarının tanınması yönünde yaÅŸanan geliÅŸmeler sonucunda hem kendi hem de bölge güvenliÄŸi ve istikrarı açısından önemli bir adım atmıştır. Türkiye’nin çözüm süreci sonrasında Kürt coÄŸrafyasını kucaklayıcı politikalar geliÅŸtirmesi, Tahran-Åžam-BaÄŸdat hattının sıkıştıklarında kullandıkları Kürt kartını ellerinden alma imkanını saÄŸlayacaktır. Ayrıca Ä°ran’ın barındırdığı Kürt nüfusu için Kürtlerin aktör olarak tanındığı bu yapı bir cazibe merkezi olarak Ä°ran’ı da olumlu anlamda deÄŸiÅŸime iten bir etki yaratabilecektir. Nitekim Ä°ran’ı rahatsız eden bu durum, Ä°ran basınında süreci ABD ile emperyalist Batılı güçlerin OrtadoÄŸu’yu parçalamaya yönelik hedeflerinin bir parçası olarak deÄŸerlendirilmiÅŸtir. DiÄŸer yandan Esad sonrası kurulacak yeni rejimde Suriyeli Kürtlerin otonomi kazanması kaçınılmazdır. Gerek Mesut Barzani’nin Suriyeli Kürtler gerekse Öcalan’ın PYD üzerindeki etkisi göz önüne alındığında Barzani ve Öcalan’ın çözüm süreci ile oluÅŸacak atmosfere olan desteÄŸine Suriyeli Kürtlerin kayıtsız kalamayacağı görülmektedir. Nitekim Öcalan’ın PYD’ye gönderdiÄŸi mesaj sonrasında örgüt ve muhalif Kürtler arasındaki gerilim azalmıştır. Muhalifler arasında sıkışan, Åžam’dan yeterli desteÄŸi alamayan ve uluslararası alanda da dışlanan PYD, otonom bir Kürt bölgesinde varlığını göstermek için çözüm sürecinin oluÅŸturacağı yeni konjonktüre destek verecek dış dinamiklerden biri olacaktır. IKBY BaÅŸbakanı Neçirvan Barzani ve Irak BaÅŸbakanı Maliki’nin birkaç gün önce yaptıkları anlaÅŸma ile uzlaÅŸmaya varmaları, Erbil-BaÄŸdat arasındaki temel sorunları öyle kolay çözemeyecek de olsa, hem Suriye krizi üzerinden yürüyen sürtüÅŸmeyle Türkiye ile baÄŸlarını koparan hem de IKBY’yle çatışan Maliki’nin tamamen Ä°ran’ın kucağına itilmesini engelleyecek bir adım olarak deÄŸerlendirilebilir. Her ne kadar bu anlaÅŸma zemininin oluÅŸmasında ABD’nin ısrarlarının rolü olsa da, çözüm sürecinin oluÅŸturduÄŸu konjonktür bu anlaÅŸmayı kolaylaÅŸtıran bir etki oluÅŸturmuÅŸtur.
Çözüm süreci öncesinde, Tahran-Åžam-BaÄŸdat hattından da destek alan ve bir istikrarsızlık ve güvensizlik unsuru olan PKK, ÅŸimdilik yeni koÅŸullarda hayati çıkarlarını yeniden tanımlamak suretiyle istikrara katkıda bulunan bir unsur olmayı tercih etmiÅŸ gibi görünmektedir. Çözüm süreci ile ülke içinde barışı saÄŸlama fırsatını yakalayan Türkiye ise, güvenlik ve istikrar ortamının saÄŸlanmasıyla Suriye krizi sonrasında yaÅŸadığı dış politika risklerini fırsata çevirme imkanını elde edecektir.
[Star Açık GörüÅŸ, 4 Mayıs 2013]