Son üç aylık döneme bakıldığında Macron'un dış politikada ilgi alanını genişlettiğini ve sonuçsuz aktivizm siyaseti yürüttüğünü görüyoruz. Libya ile başlayan yersiz hamleleri Doğu Akdeniz ile iyice görünür oldu.
Lübnan, Ürdün ve Suriye özelinde de görülmeye başlandı. AB ve NATO'ya dair söylemleri de yabana atılacak gibi değil. Bütün bu bölgelerde Macron'un Türkiye karşıtlığını tercih ettiğini görüyoruz. Bu sürecin Barış Pınarı Harekatı ile başladığını ifade etmek mümkün.
O halde soru şu: Macron'un derdi ne? Bu politikalar Fransa'nın geleneksel dış politikası ile uyumlu mu yoksa Macron'un Napolyon özentisi ile durumu kurtarma çırpınışları mı?
Elbette her iki durumun etkisinden söz edebiliriz. Suriye krizi özelinde hayal kırıklığı yaşayan Fransa, Trump'ın iktidara gelişi ile birlikte birçok alanda bocalamaya başladı.
Macron'un en büyük şanssızlığından birisi tam da Trump ile aynı dönemde iktidara gelmiş olması. Popülist hareketlerin iktidara geldiği yıllarda küresel sermayenin temsilcilerinden bir şirketin bir yöneticisi olan Macron, Fransa'da aşırı sağ adayı Le Penn'e karşı yarıştı ve kazandı.
Ancak bu dönemde iktidara gelen rakipleri Trump, Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tabandan yükselen taleplerin temsilcisi oldu. Bir nevi küresel statükonun tipik bir temsilcisi olan Macron'un statükoya karşı koyan bu liderlere karşı eli zayıf kaldı. İkinci turda yüzde 66'lık bir oy oranıyla seçilmiş olması bu anlamda bir şey ifade etmiyor. Nitekim iktidara geldiğinden beri kitlesel gösterilerle boğuşuyor olması ise Fransa'da kaynayan siyaseti yönetemediğine işaret ediyor.
Dış politikada da durum çok farklı değil. İktidara geldiğinde Fransa Suriye krizinde ABD'ye teslim olmuştu. İktidarının erken bir döneminde Trump'ın NATO ve Avrupa'ya yönelik salvoları ile karşı karşıya geldi.
Geçtiğimiz aylar hatta yıllarda Trump'ın NATO ve Avrupa siyasetindeki hamlelerini lehine çevirmek için uğraşan Macron son dönemde önemli bir dağınıklık içine girdi.
Bu süreçte Fransa'nın Afrika'daki etkisi eskisine nazaran zayıfladı. Cezayir'de açıktan desteklediği Buteflika iktidarının çekilmek zorunda kalması bu anlamda önemli bir gösterge. Eski Fransız sömürgesi Afrika ülkelerinin Çin ve Türkiye başta olmak üzere yeni aktörlerle iş birliğini geliştirmesi de Fransa'nın düşen etkisinin bir trend halini aldığını gösteriyor.
NATO ve AB konusunda ise Macron, Trump'tan hakaret işitecek kadar etkisizleşince Almanya ve Rusya'ya göz kırptı. Libya'da BAE-Mısır eksenine kayarak kendini Rusya'nın kucağında buldu. Belirli aralıklarla ivme kazanan protestolar da Macron'un içerideki sıkışmışlığını görmek için yeterli.
Libya'da attığı adımlar ise Rusya'nın Avrupa'yı ve NATO'yu güneyden çevrelemek için kurduğu bir stratejinin parçası haline geldi. Doğu Akdeniz'de gösterdiği aktivizm de benzer sonuçların yanı sıra AB ve NATO içinde ciddi krizlere yol açabilecek potansiyele sahip.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni Türkiye ile çatışacak noktaya itmesi hem NATO içinde hem de AB içinde ciddi tartışmalara neden oluyor. Türkiye'ye karşı yaptırım kararı almadığı için AB'nin kurumsal politikalarını veto ederek baltalama cesaretini bulmasını Macron'un söylemleri ve politikalarından bağımsız okuyamayız.
Bütün bu tablo Macron'un Ortadoğu'dan Avrupa'ya, Afrika'dan NATO'ya kadar birçok alanda sonuçsuz çırpınışlara savrulduğunu gösteriyor. Bunun en tehlikeli boyutu bu bölgelerde oluşturacağı istikrarsızlıktır. Tam da bu yüzden Almanya, İspanya ve İtalya Doğu Akdeniz'de Yunanistan-Fransız ekseninin dengelenmesine yönelik bir tavır içinde. NATO'nun Türkiye ile Yunanistan arasında olası bir çatışmayı engellemek için devreye girmesi ve ABD Afrika Komutanlığının Tunus'ta gerçekleştirdiği askeri faaliyetler de Fransa'nın NATO'yu istikrarsızlaştırıcı hamlelerinden bağımsız okunamaz.
Macron Avrupa'da yalnızlaştıkça söylemlerini değiştirmek zorunda kalacak. Korsika'da düzenlediği AB'ye üye Akdeniz ülkeleri toplantısından istediğini alamaması ilk işaret fişeği. Şimdilik yakın dönem için en önemli hedefi 25 Eylül'deki AB Komisyon toplantısından yaptırım çıkarması. Bunu başaramadığında sınırlarını görmüş olacak. Olur da bu toplantıdan yaptırım kararı çıkarsa da bunun işe yaramadığını AB yakın bir gelecekte görmüş olacak.
[Sabah, 12 Eylül 2020].