1) Geçtiğimiz gün başlayan İdlib operasyonunu ve Türk askerinin bölgeye intikalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İdlib operasyonu, Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekâtından (FKH) sonra Suriye sahasında düzenlediği ikinci kapsamlı harekât olarak ön plana çıkıyor. Fakat İdlib operasyonu, FKH'ından farklı olarak, hem daha kapsamlı ve çok aktörlü bir alanda gerçekleştiriliyor, hem de uluslararası arenada uzun süre devam eden diplomatik temasların sonucunda geliyor.
Türkiye'nin Rusya ile beraber yürüttüğü ve İran'ın da dahil olduğu Astana sürecinin ardından İdlib'de çatışmazlık veya gerginliği azaltma bölgesi oluşturulmaya başlandı. Bu bağlamda Türkiye'nin İdlib bölgesinde icra edeceği harekât kapsamında, gözlem noktalarının tesis edilmesi amacıyla Türk askerleri 8 Ekim 2017 tarihinde İdlib'in bazı bölgelerine çatışma olmadan başarılı bir şekilde intikal etti. Yakın gelecekte bu askeri intikal hareketinin hem sayısal anlamda hem de coğrafi yayılma anlamında artması bekleniyor. Çatışmanın çıkmama nedeni ise hem Türkiye'nin ÖSO başta olmak üzere, yerel aktörler ile kurduğu ilişkiler, hem de sahada İdlib'te yaşayan toplum nezdinde Türkiye'nin karşılık buluyor olması.
2) Operasyonda Rusya ve İran'ın oynadığı rolü açıklayabilir misiniz?
İdlib operasyonu, Türkiye ile beraber Rusya ve İran'ın garantörü olduğu Astana süreci çerçevesinde okunmalı. Süreç, Türkiye ve Rusya'nın inisiyatifiyle 30 Aralık 2016'da Suriye'de sağlanan ateşkes ile başladı. Ateşkesin ardından Türkiye, Suriye muhalefetinin garantörlüğünü üstlenirken; Rusya, Esed rejimin garantörlüğünü aldı. İran ise sonradan sürece dahil edildi. Astana süreci çerçevesinde 14-15 Eylül'de düzenlenen son yani 6. toplantıda, İdlib'de de "eskalasyon" (gerginliği azaltma) bölgesi oluşturulmak üzerinde mutabakat sağlandı. Astana toplantılarının üç garantör (Türkiye, Rusya ve İran) ülkesinden Suriye'ye gönderilecek gözlemcilerin, çatışmasızlık bölgesinin sınırlarını teşkil eden güvenlikli bölgelerde oluşturulacak kontrol ve gözlem noktalarında konuşlandırılmalarına karar verildi. Türkiye, İdlib'in kuzeyinde ve kuzey batısında (Türkiye sınırına yakın olan bölge) çatışmazlık bölgesi oluşturmaya çalışırken, İran ve Rusya'nın İdlib'in kalan bölgelerinde çatışmazlık bölgeleri oluşturmaları bekleniyor. Nihayetinde İdlib genelinde oluşturulması beklenen çatışmazlık bölgesinin, üç garantör devletin kuracakları üçlü mekanizmanın başarısına bağlı olacağı söylenebilir.
"PYD SAFLARINDA ENDİŞE İLE KARŞILANDI”
3) Türk askerinin İdlib'e girmesinin PYD, Şam yönetimi ve ABD cephesindeki yankılarından söz edebilir misiniz?
Türk askerlerinin İdlib'e girmesi, daha önce Fırat Kalkanı harekatının kapsamında Halep'in kuzeyine girmesi gibi, PYD saflarında endişe ile karşılandı. Suriye'nin kuzeyinde kendi ayrılıkçı projesini hayata geçirmeye çalışan PKK'nın Suriye'deki uzantısı PYD, Türkiye'nin ve desteğindeki ÖSO gruplarının sahada bulunmasını kendi projesinin önüne geçilmesi olarak görmektedir. Hele hele intikal eden Türk askerlerinin Afrin bölgesinin güneyinde bulunan Atme – Daret İzze hattında konuşlanması PYD saflarında daha da bir endişeye neden oldu. Suriye toprağının büyük bir kısmını kontrol edemeyen Şam yönetiminin ise, operasyon karşısında sessiz kalmayı tercih ettiği görülüyor. Ayrıca unutulmaması gerekir ki Türkiye'nin düzenlemiş olduğu İdlib operasyonu, Şam yönetiminin garantörü ve ana destekçisi olan Rusya'nın dahil olduğu Astana süreci kapsamında cereyan ediyor.
"ABD, SURİYE'DEKİ ETKİSİNİ SINIRLANDIRDI"
ABD ise Suriye'deki bütün yatırımlarını YPG üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı için bölgedeki etkisini coğrafi anlamda sınırlandırmış oldu. Özellikle Astana süreci başladıktan sonra ABD'nin sahadaki fiili etkinliği YPG-DAEŞ denkleminin dışında oldukça sınırlı kaldı. Washington'un bu yüzden Astana sürecinden ve bundan çıkan uygulamalardan rahatsız olduğu tahmin edilebilir.
İdlib operasyonu hususunda ABD'nin operasyona maddi desteğinin olması söz konusu değil. Siyasi anlamda ise Wahington yönetiminin Astana'da sadece gözlemci sıfatıyla temsil edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla, İdlib operasyonunun ABD'nin etki alanının dışında cereyan ediyor olmasının, o cephede rahatsızlığa yol açtığı açık.
4) El Kaide ile bağlantısı ve ÖSO ile girdiği çatışmalar düşünüldüğünde Heyet'ut Tahrir'uş Şam'ın (HTŞ) Suriye toplumundaki karşılığı nedir?
Heyet'ü Tehrir'üş Şam (HTŞ) olarak bilenen örgütün Suriye toplumundaki karşılığının çok dar olduğunu söylemek mümkün. HTŞ, Esed rejimine karşı silahlı mücadelede aktif rol oynayarak ve muhalefetin kontrol ettiği yerlerde yardım faaliyetlerinde bulunarak, Suriye halkı nezdinde kendine bir toplumsal tapan ve kredibilite oluşturmaya çalıştı. Fakat buna rağmen çabaları büyük oranda başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta İdlib'de yaşayan insanların kahir ekseriyeti, operasyonda HTŞ'nin karşısında Türkiye'nin ve diğer muhalif grupların yanında yer alacaklarını uzun zamandır dile getiriyorlar.
HTŞ'nin toplumsal karşılığı dar olmasının birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, HTŞ ve ana örgütü olan Nusra Cephesi'nin temsil ettiği tedeyyün tarzının ve benimsediği Selefi Cihadi ideolojinin, Suriye toplumunda köklerinin olmaması. İkinci sebep ise; HTŞ'nin diğer muhalif gruplara karşı düzenlediği tasfiye operasyonları. Zira HTŞ, başta ÖSO gruplarına karşı operasyon düzenleyerek bazı grupların ortadan kaldırmasına sebep oldu. Hazm Hareketi buna bir örnek. En son Temmuz 2017'de ise askeri muhalefetin en büyük grubu olan Ahrar'uş Şam'a karşı tasfiye operasyonu düzenledi. Bu sebeplerle var olan toplumsal desteğini kaybetmeye başladı. Başka sebep ise, El Kaide ile olan bağlantısı. Nusra Cephesi olarak başlayan örgüt, her ne kadar Temmuz 2016'da Şam Fetih Cephesi ve Ocak 2017'de HTŞ çatı projesi altında hareket etmeye başlayarak kendini El Kaide'den uzak göstermeye çalışsa da, bu adımlar ile uluslararası aktörleri ikna edemedi. Suriye halkı açısından ise durum şu şekilde: HTŞ, El Kaide örgütünün Suriye kolu olduğu için İdlib'e müdahalenin müsebbibi oldu. İdlib'de yaşayan insanlar kendi şehrini Musul veya Rakka gibi görmek asla istemiyorlar.
5) İdlib operasyonunun Afrin'e yönelme ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şuan cereyan eden İdlib operasyonu Astana süreci çerçevesinde okunduğunda Afrin'e karşı bir hamle içermesi çok beklenmeyebilir. Fakat İdlib operasyonu sonuncunda TSK ve muzahir güçleri Afrin'in güneyinde konuşlanacağı ve daha önce Fırat Kalkanı Harekatı neticesinde Afrin'in doğusunda konuşlandığı dikkate alındığında, PYD'nin kontrol ettiği Afrin kantonunun neredeyse kuşatılmış olacağı ortadadır. Kuşatmayı tamamlaması için sonraki aşamalarda Afrin'in güneyinden (Cindiris beldesinden) Tel Rıfat'a kadar olan hattın kontrol edilmesine yönelik bir adımın atılması muhtemeldir. Neredeyse kuşatılmış olacağı ortada' diyor...
[TimeTurk, 11 Ekim 2017].