Dün gece (06 Kasım 2013) İsrail Sözcüsü Marc Regev, El Cezire mülâkatında barış konuşmalarındaki son gelişmelerle ilgili soruları cevaplandırırken özellikle Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı John Kerry ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasındaki toplantıya ilişkin sorulara muhatap oldu.
İsrail’in gayrimeşru yerleşkelere yönelik son duyurusunun mevcut tıkanıklığın ana kaynağı olup olmadığı sorusuna cevaben Regev, İsrail’in hem işbirliğinde bulunduğunu hem de barış sürecinin ana ilkelerini belirleyen anlaşmalara bağlı kaldığını ileri sürdü.
Regev, Ağustos ayında başlayan son tur görüşmeleri önemsizmiş gibi göstermek için Filistinlileri “suni bir kriz” oluşturmakla suçladı. Bu ifadeyle ne kast ettiği kendisine sorulduğunda – ki Netanyahu da aynı ifadeyi kullanıyor – Regev, soruya cevap vermekten kaçınarak Filistinlilerin “görüşmelere bir şans vermesi” gerektiğini öne sürdü.
60 yılı aşkın süredir devam eden İsrail işgalinden sonra, “suni kriz” ilginç bir sözcük seçimi. İngilizce sözlükte suni kelimesi için “doğal olmayan, insan yapımı” veya “uydurma, yakıştırma, imal edilmiş” benzeri bir tanımlama yer alıyor. Regev, işgalin insanın sebep olduğu bir trajedi olduğunu söylerken oldukça haklı. Öte yandan, kendisi Filistin’in yerleşimci koloni tarafından işgalinin “üretilmiş bir nesne” olduğu konusunda ise haksız. İşgal, daha ziyade Filistinlilerin sosyo-politik yaşamında sürekli bir kriz olmasını temin eden bilinçli bir politika.
NİTEKİM YERLEŞKE SAYILARI OLAN BİTENİ ORTAYA KOYUYOR.
Barış Şimdi tarafından yayımlanan rapora göre, Batı Şeria’da İsrail tarafından inşa edilen yerleşkelerin sayısı Ocak-Haziran 2013 döneminde yüzde 70 artış göstermiş. Bugüne kadar 340,000 İsrailli Batı Şeria’da yerleşmiş bulunuyor ki, 20 yıl önce barış sürecinin başladığı vakitten beri bu sayı üçe katlanmış. Yerleşke sayılarında artış, Filistinlilere ait evlerin sıklıkla boşaltılmasını gerektiriyor. Örneğin, yalnızca Kudüs’te 1967’den bu yana 14,000 Filistinlinin evleri geri alındı.
Filistinliler evlerini boşaltmadıkları zaman binaların yıkılmasına tanıklık etmek zorunda kalıyorlar. Ev Yıkımlarına Karşı İsrail Komitesi (ICAHD) yalnızca bu yıl içerisinde Filistinlilere ait 550 evin yıkıldığını bildirirken, bu sayının yılsonundan önce artacağı tahmininde bulundu. Uluslararası Af Örgütü’ne göre ise “İsrailli yetkililer yalnızca 2011 yılı içerisinde 620’den fazla binayı yerle bir ettiler. Bunun sonucu olarak yaklaşık 1,100 Filistinli yer değiştirdi - 2010 yılına göre yüzde 80 artış. 4,200’den fazla ev, 170 hayvan barınağı ve 46 sarnıç yıkıldı.” Evlerin boşaltılmasının ne anlama geldiğini bilmeyenler için; bu, İsrailli yetkililerce sizin 15 dakikadan kısa süreli bir bildirimle evinizden atılmanız anlamına geliyor. Bu uygulamanın suni bir yanı yok.
Ancak eğer siz evinizden atılmıyorsanız veya evinizin imha edilmesine tanıklık etmiyorsanız; bir Filistinli olarak tutuklanma ve İsrail’de bir hapishaneye konulma ihtimaliniz yüksek. Addameer’e göre, 1967’den günümüze 650,000 Filistinli İsrail tarafından gözaltına alındı. Bu rakam İşgal Edilmiş Filistin Toprakları (OPT)’nda yaşayan toplam nüfusun yaklaşık yüzde 20’si ve erkek nüfusun yüzde 40’ı. Uluslararası yasa tarafından yasaklanmış olmasına rağmen İsrail ülke içindeki Filistinlileri ailelerinden çok uzakta idarî gözaltında tutuyor ve kendilerine tutuklu yakınlarını ziyaret etmek için OPT’yi terk etme izni verilmiyor. Bu uygulamanın suni bir yanı yok.
Keza çocuklar da idarî tutuklamadan nasibini alıyorlar. UNICEF ve İsrailli sağcı grup B’tselem’e göre, yaşları 12 ile 17 arasında değişen yaklaşık 7,000 çocuk var ancak 2002’den beri bazen dokuz yaşında olmalarına rağmen gözaltına alınan, sorgulanan ve tutuklanan çocuklar bulunuyor ve bu rakam günde ortalama iki çocuğun tutuklanması anlamına geliyor. Nisan 2013’te askerî tutuklama merkezlerinde tutulan çocuk sayısı 236 idi ve onlarcası 12 ila 15 yaş grubundaydı. Hapishanelerde çocuk bulunması belki adil değil ve insanlık dışı ancak bunun da suni bir yanı yok.
Öte yandan, ilk kez 2007 yılında başlatılan ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı askerî blokaj devam ediyor. Blokaj nedeniyle Gazze’de yaşayan 1,6 milyon Filistinli insanlık krizine maruz kalırken, bu nüfusun yüzde 70’inden fazlası yaşamlarını sürdürmek için insanî yardıma muhtaç. İhracat neredeyse tamamen yasaklanmış iken, ekonomi nefes alamıyor, ithal yakıtla ilgili ciddi kısıtlamalar ve yüksek fiyat uygulamaları sürüyor. Nitekim Gazze’de 2014 yılına kadar su kıtlığı bekleniyor. Blokajın yalnızca uluslararası yasanın ihlâli değil aynı zamanda toplu bir cezalandırma olduğunu da söylemek gerek. Ve bu toplu cezalandırmanın suni bir yanı yok.
Batı Şeria’da Filistin Yönetimi siyasî ve ekonomik anlamda son beş yıldır iflâs etmiş durumda. Fakat işgal güçlerine yapmacık tavırlar sergileyen Yönetim, mevcut fonların kesilmiş olmasına rağmen her daim Washington ve Tel Aviv’e boyun eğmeye devam ediyor.
Aslında Regev “Filistinlilerin İsrail’in korunma ve güvenlikle ilgili meşru endişelerini giderme konusunda sorumlulukları bulunduğunu kabul etmeleri gerekir” derken, Filistin Yönetimi’nin krizi yönetme rolünü oynamaya devam ettiğini kabul etmeyi ihmal ediyor. Baskı altında bulunanların kendilerine baskı uygulayanları korumakla yükümlü olduğu fikri hem saçma hem de komik ve koloni söyleminden ibaret; gerçek ise, bu çabaların Filistin Yönetimi tarafından gösteriliyor olması.
Nitekim bugün, Oslo Anlaşması’ndan on yıl sonra, Filistin güvenlik sektörü yıllık Filistin bütçesinin yüzde 28-42’sine sahip. Hâlen Filistin kamu sektörünün yaklaşık yüzde 41’i güvenlik sektöründe çalışıyor. Filistinli polisler İsrailli meslektaşlarıyla birlikte eğitimden geçiriliyor ve bu onların İsrail güçlerinden emir almaları anlamına geliyor. Sağlam bir Filistin Polis Teşkilâtı’nın kurulması için her zaman Filistinlilerin işgalin yöneticileri olmaları amaçlanıyor. İsrail Savunma Bakanı Moshe Dayan’ın tabiriyle, “Filistinlileri yönetme, bırak Filistinliler kendi hayatlarını yönetsinler.”
Bu gerçekler, İsrail’in Filistinlilerin hayatlarını ve topraklarını işgal etmesi sonucu Filistinlilerin daimî bir krize maruz kalmalarını yansıtıyor. Tabii bu tesadüf değil. İsrail’in Filistin’i işgali öyle bir biçimde tasarlanıyor ki, aralıksız bir kriz hâli devam ediyor. Barış süreci İsrail işgalinin diğer bütün bileşenleri gibi kalıcı bir işgal için kalıcı bir kriz yönetiminin sürdürülmesi anlamına gelmiyor.
İsrail işgalinin diğer bütün bileşenleri gibi barış süreci de yalnızca kalıcı işgal için kalıcı bir kriz yönetimi hâlini sürdürmek anlamına geliyor.
Nitekim uluslararası yardım programlarından uluslararası diplomasiye kadar her şey kriz çözümü değil de kriz yönetimi kılıfına uyduruluyor. Amaç, ünlü tarihçi Ilan Pape’in belirttiği üzere İsrail’in başarılı bir oldubitti politikasını temin etmek adına zaman kazanmak, yerleşkelerin Filistin topraklarını etkin bir şekilde ele geçirmenin ana bileşeni olmasını sağlamak ve koloni gücünün geçim kaynağını temin etmek.
Bu mülâhazalarla, 690 kilometre uzunluğunda ve işgal altındaki Batı Şeria’da bir yılan gibi kıvrılan ırk ayrımcılığı duvarı kadar açık seçik olan bir şey varsa; o da kalıcı krizin kesinlikle suni bir yanı olmamasıdır.
[El Cezire, 7 Kasım 2013]