COVID-19 sonrasının nasıl şekilleneceği tartışması, bütün boyutları ile tüm dünyada devam ediyor.
Küreselleşme, ulus devletler, küresel hegemonya, liberal ve kapitalist düzenler, otoriter ve demokratik rejimler, uluslararası kurumlar gibi başlıklar, “gelecek senaryosu” üzerinden analize tabi tutuluyor. Bu konularda değişimin yönünün hangi düzlemde devam edeceği anlaşılmaya çalışılıyor.
Bu konu başlıklarından belki de en önemlilerinden biri, küresel salgının ulusal siyasetlerin geleceğini nasıl etkileyeceği meselesi.
Ulusal siyasetlerin geleceği ile ilgili tartışma kabaca bu güne kadar iki ana düzlemde yürütüldü.
İlki; salgınla mücadelede rejim türlerinden hangisinin başarılı olduğu karşılaştırmasıydı. Bu tartışmada, bir ülkenin koronavirüse karşı direncini belirleyen dinamiğin ne olduğu anlaşılmaya çalışıldı.
Hem demokratik hem de otoriter rejimlerin her ikisinde de başarılı ve başarısız örnekler görülünce, krizle mücadele etkili olan faktörün rejim değil, “devlet kapasitesi”, “iyi yönetişim” ve “hükûmete duyulan güven”le ilgili olduğuna dair görüşler ağırlık kazandı.
İkinci düzlemde; rejim türlerinin yanında, ülkelerin mevcut hükûmetlerinin ve siyasi liderlilerinin özelliklerine, yönetimlerin sağ ve sol siyasal konumlanmalarına, popülist eğilimlerine ve korumacı ya da milliyetçi duruşları gibi değişkenlere göre krize dirençlilikleri karşılaştırıldı.
Öncelikle şurası kesin: Post-korona dönemde toplumlar, iç meseleleri, dış sorunlardan daha çok önemseyecek.
Ayrıca, toplumlar kendilerini ve ülkelerini koruyacak ve güven duyacakları yönetimlerin işbaşında olmasının ne kadar önemli olduğunun farkına vardı.
Küresel salgının etkisi farklı yerlerde benzer şekildeydi. Fakat hükûmetlerin aldığı kararlar ve krizi yönetme becerileri, sonuçları farklılaştırdı.
Salgından sonra toplumlar, kriz yönetimi konusunda hem dünya siyaseti ve yönetimlerini hem de kendi hükûmetlerini ve alternatif muhalefet partilerini karşılaştırma imkânı bulacaklar. Kimin haklı ya da haksız, neyin yanlış ya da doğu olduğunu muhakeme edecekler.
Tüm bu açılardan bakıldığında küresel krizin, ulusal siyasetlerin geleceğine yönelik etkisini “genel eğilimler” ve “kısa ve uzun dönemli eğilimler” olarak farklı düzeylerde değerlendirebiliriz.
Genel eğilimlerde; güçlü devlet kapasitesini, etkin yönetimi, millîleşme hamlelerini, ve koruyucu ekonomik sistemi savunan siyasetlere yönelim artacak. Dolayısıyla ulusal siyasetler de bu konularda siyaset üretmeyi önemseyecekler.
Kısa dönemli olarak; her ülkenin siyaseti, kriz dönemindeki kendi deneyimine göre daha fazla şekillenecek. Yani iktidarda olan hükûmetlerin başarı ya da başarısızlığına göre ülke içi siyasetler şekillenecek. Örneğin, eğer bir ülkede popülist bir yönetim varsa ve başarısız olmuşsa kriz sonrası güven veren liderlik ve siyasetlere yönelim artacak.
Mevcut durumda salgınla mücadeleden başarı ile çıkan ve ardından ekonomik krizleri de iyi yöneten siyasetler, diğerleri için model olarak sunulacak.
Uzun dönemli olarak ise, küresel düzenin seyri, ulusal siyasetleri şekillendirmek zorunda kalacak. Küreselleşmenin krizi, izolasyonun yaygınlaşması, sınırlara duvar çekme eğilimlerinin yükselmesi, çok kültürlülüğün sorgulanması, uluslararası kurumların değer kaybetmesi gibi trendler ve bu konulardaki krizlerin derinleşmesi, iç siyasetlerin yönelimini uzun dönemli olarak etkileyecektir.
Ama her hâlükârda, ulusal siyasetlerin belirleyiciliğinde iç dinamikler bir süre daha belirleyici olmaya devam edecek.
[Türkiye, 30 Nisan 2020].