Toplumların yaşamlarında önemli dönüm noktaları her daim değişimi beraberinde sürüklemiştir. Özellikle tarihsel bir kimlik kazanmış milletler için bu dönüm noktaları toplumsal hafızada kritik bir yere sahiptir. Kore yarımadasının günümüzde tecrübe ettiği gerilimli ilişkilerde bu tarihsel kırılma noktaları arasında bulunmaktadır. 19. yüzyılda başlayan bölgesel çatışmalardan derinden etkilenen Kore yarımadası 1945’de bağımsızlığına kavuşsa da ardından kanlı ve yıpratıcı bir iç savaşa maruz kalmıştır. İç savaşın bitimi Kore’ye barış getirmezken aksine yeni çatışmaların ana gündem maddesi olmuştur. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki gerilimli ilişkilere bağlı olarak 1953’den sonra durgunlaşan Kore yarımadası ancak 1960’lardan sonra kısmi istikrara kavuşabilmiştir. Tek bir halkın aynı sınırları paylaşan iki ayrı devlete bölünmesinin getirdiği tarihsel travma bugün de devam etmektedir. Ailelerin parçalanması ile sonuçlanan Kore Savaşının getirmiş olduğu birçok problem ve ayrışma yarımadanın nükleer çatışma anılmasına neden olurken, küresel güçler çözümsüzlüğün bir parçası konumundadır. 1990’lı yıllara kadar ABD ve Sovyetler Birliğinin bir rekabet alanı olan Kore, günümüzde Çin ve ABD’nin karşı karşıya kaldığı bir problem sahasıdır.
Karmaşık, tarihsel kökenlere sahip, müzakereye dayanan ve diplomatik çözüm odaklı bir sürece ihtiyacı olan Kore yarımadasının yeniden birleşme için karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü kolay değildir. Ancak Kuzey Kore’nin mevcut konumu göz önüne alındığında gelecekte yeni bir müzakere masasının kurulması ihtimal dâhilindedir. 1970’li yıllarda Çin ve ABD arasındaki yumuşama yeniden birleşme için müzakerelerin başlamasını sağlasa da Kuzey ve Güney mevcut diplomatik altyapıyı kullanarak çözüme ulaşabilecek potansiyelden uzaktır. Ayrıca birleşme için yürütülecek diplomasinin yıpratıcı bir sürece işaret ettiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Kuzey Kore’nin içinde bulunduğu ekonomik durumun sürdürülebilirlikten uzak olması, Güney’in siyasi, ekonomik ve diplomatik alanda daha fazla öne çıkmasına neden olmuştur. Gelişmiş imalat sanayi, yetişmiş insan kaynağı ve küresel markaları ile dünya ülkeleri arasında güçlü bir konumda bulunan Güney Kore, korona virüs sürecini de diğer aktörlere göre daha başarılı bir şekilde atlatmıştır. Kamunun organizasyon kapasitesinin krizlere karşı hızlı bir şekilde aksiyon almasının getirdiği avantajlar ile hareket eden Güney Kore oluşturduğu küresel imaj ile Kuzey’in hareket sahasını daraltabilmektedir. Özellikle ABD ve Çin gibi devletlerin Kovid-19 nedeniyle iç meselelere odaklandığı bir süreçte, Kuzey ve Güney arasındaki ilişkiler yeniden gündeme gelmiştir. Ancak Kuzey askeri güç ile müzakere sürecini etkileyebilmektedir. Kuzey Kore’nin lideri Kim Jong Un’un iktidara gelmesinin ardından daha fazla öne çıkan yeniden birleşme çabaları, Çin’in artan küresel etkisine bağlı olarak gelişim göstermektedir. Özellikle Çin’e karşı süren Kovid-19 eleştirileri, Hindistan ile süren sınır çatışmaları ve ABD’nin ticari engellemelerinin getirdiği problemler, Kore yarımadasındaki ikili ilişkilerin gerginleşmesine ve sıcak çatışma ihtimalinin artmasına neden olan etmenlerdir.
Entegrasyonda Tarihsel Arka Plan
İdeolojik bölünmüşlük ve halk kesimleri arasındaki çatışma günümüzde birçok ülkenin temel problemleri arasındadır. Kore yarımadası ise mevcut problemleri iki ayrı devlete bölünerek tecrübe etmiştir. 1910 yılında Japon işgali, 1945’de ABD ve Sovyetler Birliği müdahalesi ve 1950-53 Kore savaşı ile derinleşen ideolojik kamplaşma 1970’lerin başına kadar tarafları karşı karşıya getirmiştir. ABD-Çin arasındaki yumuşamaya bağlı olarak gelişen diyalog çalışmaları 1972 yılında yeniden birleşme için umutları beraberinde getirmiştir. Güney ve Kuzey’in ideoloji temelli yaklaşımları bir kenara bırakarak yarımadada barışı tesis etmek için görüşmelere başlaması iç savaş döneminde ayrı düşen ailelerin kısa süreli birleşmelerine olanak sağlamıştır. 1972’de kurulan Kuzey-Güney İşbirliği Komitesi yarımadada istikrarın sağlanması için çalışmalara hız vermiş ancak herhangi bir sonuç elde edilememiştir. 1980’ler boyunca ikili ilişkilerin sınırlı kaldığı ve Kuzey Kore’nin silahlı faaliyetleri sonucu sekteye uğrayan birleşme çalışmaları, 1989’da Hyundai’nin kurucusu Jung Ju-Young’ın Kuzeyi ziyareti sonrası yeniden ivme kazanmıştır. 1990’ların başında dağılan Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu güç boşluğu ise Kuzey Kore’nin bileşme için yürütülen çalışmalarda düşük düzeyli bir profil izlemesine neden olmuştur. Sosyalist ülkelerin Sovyetler sonrası hızla çözülmesi beraberinde Kuzey Kore için de aynı durumun söz konusu olacağını gündeme getirmiş ancak Kuzey nükleer faaliyetlere hız vermiş ve iç baskıyı artırmıştır.
2000’li yıllarda Kuzey Kore’de meydana gelen ekonomik kriz, kıtlık ve doğal afetler tarafları yeniden birleşme için çalışmalara itmiş ancak Kuzey daha çok finansal destekle ilgilenmiştir. Alınan ekonomik yardımlar sonrası agresif politikalar benimseyen Sosyalist yönetim kısa süreli çözümler üzerinden ikili ilişkilere yaklaşmıştır. Kim Jong Un’un iktidara gelişinin ardından gelişen Güney-Kuzey ilişkileri, ABD’nin de diplomatik desteğini kazanmıştır. 2018 ve 2019 yıllarında yapılan müzakereler sonrası, 2045-2050 arasında Birleşik Kore Cumhuriyeti’nin mümkün olduğu Güney tarafından dile getirilmeye başlanmıştır. Fakat Kuzey, uzun menzilli füze denemelerine devam etmiş ve bölgede istikrarsızlık kaynağı olmayı sürdürmüştür. Ekonomik kalkınma modelinin kamu merkezli geliştiği Kuzey’e kıyasla Güney Kore benimsediği korumacı-liberal politikalar ile dünyanın sayılı ekonomik güçlerinden biridir. Yeniden birleşme müzakerelerinde siyasi, ekonomik ve diplomatik olarak Güney Kore’ye avantaj sağlayan bu durum, Kuzey’in nükleer ve askeri faaliyetleri ile dengelenmektedir. ABD, AB ve Birleşmiş Milletlerin birçok yaptırımına karşı askeri çalışmaları sürdüren ve nükleer bomba yapımında başarı elde eden Sosyalist Kuzey, Kore yarımadasında yeniden birleşme için kilit belirleyici oyuncudur.
Birleşik Kore Cumhuriyeti (2050) ve Kuzey’in Geleceği
Kuzey Kore’nin en büyük ekonomik destekçisi olan Sovyetlerin dağılmasının ardından hızla değer kayıp etmeye başlayan ulusal para birimi 2002’de en büyük değer kaybını yaşayarak dolara karşı 2,2’den 153,2 Won’a kadar gerilemiştir. Ülkede meydana gelen şiddetli ekonomik krizlere ek olarak gelen yaptırımlar ulusal çapta kıtlıkların yaşanmasına sebep olmuştur. Temel gıda ürünlerinin bulunması için kaçakçılık faaliyetlerine başvurmak zorunda kalan halkın baskıcı yönetim nedeniyle fazla tepki gösteremediği bilinmektedir. Dış ticaret imkânlarının yaptırımlar sebebiyle kısıtlı olmasının etkisiyle yaşanılan ürün kıtlıkları halka daha fazla yansımış ve kamu gerekli tedariki düzenli şekilde sağlayamamıştır. Güney Kore İstihbarat Başkanlığının tahminlerine göre kişi başı bin dolarlık gelir ile dünya ülkeleri arasında son sıralarda bulunan Kuzey Kore ekonomik altyapısını modernize edebilecek finansal kapasiteye sahip değildir. Verimsiz kamu yatırımlarının getirmiş olduğu ek maliyetlerle birlikte dış yardımlara daha fazla bağımlı hale gelen Kuzey Kore, birleşme müzakerelerinde Güney’den gelen finansal destekle kritik dönemlerde rahatlama imkânı elde etmektedir. Ekonomik entegrasyonun sağlanabilmesi için oluşturulan sanayi bölgelerinden önemli gelir elde eden Kuzey Kore ucuz maliyetler nedeniyle Güney Kore imalat sanayine de yarar sağlamaktadır. Ancak taraflar arasındaki ideolojik farklılıklar ve Kuzey’in yönetici elitlerinin birleşme konusundaki çekinceleri entegrasyonu ekonomik, siyasi ve diplomatik olarak sınırlamaktadır.
Dünya’da en büyük 10. ekonomi olan Güney Kore, 50 milyonluk nüfusu ile teknolojik yeniliklere öncülük etmektedir. Hyundai ve Samsung gibi markaları yaratmayı başaran ve kişi başı gelirini 60 dolardan 33 bin dolara yükselten Güney Kore ilerleyen yıllarda güçlü bir aktör olarak ön plana çıkacaktır. Kuzey Kore ise Güney’in ekonomik olarak yüzde 1’ine denk gelen bir büyüklüğe sahiptir. Dünyanın en büyük dokuzuncu dış ticaret ülkesi olan Güney’e kıyasla Kuzey’in toplam dış ticaret hacmi 2,7 milyar dolar ile sınırlıdır. İki ülkenin diğer ekonomik verilerine de bakıldığında Kuzey’in zayıf konumunu askeri faaliyetlerle dengelemeye çalıştığı söylenebilir. Ancak Kore yarımadasında birleşmenin gerçeklemesi durumunda Birleşik Kore Cumhuriyetinin küresel ekonominin başat güçlerinden biri olacağı görülmektedir. Örneğin birleşme sağlanırsa 2050 yılında Kore dünyanın en büyük yedinci ekonomisi olacak potansiyele sahiptir. Ancak birleşmenin gerçekleşmemesi durumunda Güney Kore’nin on sekizinciliğe kadar gerileyebileceği düşünülmektedir. Doğum oranlarının düşmesine bağlı olarak iç tüketim hacminin zayıflaması ve gelişmekte olan ekonomilerin dış ticarette daha rekabetçi bir konuma gelmesi, Güney Kore’nin karşılaşabileceği ciddi sorunlardır.[1] İki ülkenin birleşmesi için ekonomik fırsatların yanı sıra siyasi, tarihi ve toplumsal farklılıklar tarafların geleceğini belirleyecek önemli kriterler olarak kendini göstermektedir.
Entegrasyon Mümkün Mü?
Tarih, her daim geçmişi iyi analiz eden ve geleceğe dönük girişimleri içinde barındıran süreçleri ön plana çıkarmıştır. Kore entegrasyon sürecini de bu minvalde değerlendirmek mümkündür. Çünkü Kore tarihi boyunca güçlü bir kamu geleneği ile temsil edilen tek bir devlet tarafından yönetilmiştir. Dışarıdan gelen akın ve istilalar sonrası yıkılan veya zayıflayan Kore devletleri her daim yeniden toparlanmış ve yarımadanın başat gücü olmuştur. Ancak Kuzey Kore’yi son 70 yıldır yöneten elitler entegrasyon konusunda isteksizlerdir. Bu isteksizlik nükleer çalışmalar ile uzun yıllardır desteklenmektedir. Güney’de ise farklı fraksiyonlar entegrasyonun mümkün olduğunu ve gelecekte Birleşik Kore Cumhuriyetinin kurulabileceği konusunda çalışmalar yürütmektedir. Sonuç olarak zorlu, uzun ve sorunlu bir sürece sahip Kore’nin yeniden entegrasyonu ilerleyen yıllarda kısmi sıcak çatışma ihtimalini içinde barındıran tarihsel bir problemdir. Bu problemin barışcıl bir şekilde başarıya ulaşması Kuzey’de meydana gelecek gelişmeler ile yakından ilintilidir.
[1] Goohon Kwon, “A United Korea: Reassessing Norh Korea Risks”, Goldman Sachs, Global Economics No:188, s. 3-4.
[Haber 365, 20 Kasım 2020].