Geçen hafta, Başbakan Erdoğan ile İhsanoğlu’nun seçim vizyon belgelerini açıklamalarıyla cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında önemli bir eşik aşıldı. Artık, adayların vizyonları, kampanya temaları, cumhurbaşkanlığı makamına nasıl bir anlam yükledikleri, iç ve dış politikada nasıl bir yaklaşıma sahip oldukları hakkında epey kanaate sahibiz.
Erdoğan ve İhsanoğlu’nun adaylık vizyon toplantıları, cumhurbaşkanlığı seçim yarışındaki dengesizliği biraz daha perçinledi. İhsanoğlu aday gösterildiğinden beri, muhalefet seçmeni her gün İhsanoğlu’nun etrafında kenetlenmek için ikna edici bir unsur arıyor, ancak bir mucize beklentisiyle günü devrediyor. “Erdoğan anti-tezi” veya“ Erdoğan panzehiri” olarak tasarlanan İhsanoğlu profili, bir türlü dinamik, parıltılı bir performans göstermiyor. Nitekim İhsanoğlu’nu desteklemeye can atan ancak bunun için en azından ikna edici bir gerekçe arayan birçok çevre, adaylık vizyon belgesinin açıklandığı basın toplantısından sonra havlu atmak durumunda kaldılar. Bu çerçevede, seçim kampanyasında geçen hafta, seçim yarışının gün geçtikçe Erdoğan lehine açılan bir arayla süreceğinin işaretini verdi.
Aslında, İhsanoğlu, muhalefetin ortak adayı olarak açıklanır açıklanmaz, buna benzer bir tablonun oluşacağı tahmin edilebiliyordu. Bu köşede de ilk haftaya ait erken tespitlere yer verilmişti. O günden bugüne geçen süre, İhsanoğlu’nun aleyhine işledi. Gerçekleştirilen kamuoyu araştırmaları, muhalefet seçmeninin ciddi bir hayal kırıklığı içerisinde olduğunu, CHP ve MHP tabanının ancak %55-60’ının İhsanoğlu lehine sandığa gitmeyi düşündüğünü gösteriyor. Seçimlere kadar, olağanüstü bir durum oluşmaz, muhalefet lehine bir mucize gelişmezse, Erdoğan’ın seçimi ilk turda kazanacağı, muhalefetin ortak adayı İhsanoğlu’nun ise beklenenin altında bir oy alacağı anlaşılıyor.
Burada sorun olan, İhsanoğlu’nun kuvvetle muhtemel seçim yenilgisi değil. Basit bir sayısal ve siyasal analiz, kim olduğundan bağımsız olarak CHP ve MHP adayının seçimi kazanma olasılığının oldukça düşük olacağını öngörebilir. Buradaki sorun, İhsanoğlu şahsında, muhalefet seçmeninin yaşadığı hayal kırıklığı ve muhtemelen yaşayacağı ağır yenilginin oluşturduğu/oluşturacağı boşluk, umutsuzluk ve siyasete güvensizlik duygusu.
Seçmen, özdeşlik kurabileceği, uğruna coşkuyla kampanya yapacağı ve sandığa gideceği bir adaydan mahrum bırakıldı. Aday, seçmeni mobilize edecek siyasi hasletlere sahip olsa, yenilginin maliyeti sınırlı olurdu. Ancak, şimdi muhalefet seçmeninin siyasetle kurduğu-kuracağı ilişkinin mahiyeti üzerinden Türkiye siyasetine daha uzun vadeli-yapısal etkilere yol açacak bir durumla karşı karşıya geldik.
Önümüzde duran soru şu: Muhalefet neden böyle bir tercihte bulundu? İhsanoğlu’nu tercih ederek açık bir yenilgiye davetiye çıkartmak, bir siyasi hesap hatası mı, bilinçli bir tercih mi? Başka bir deyişle, CHP ve MHP, neden muazzam bir siyasi boşluğa yol açacağı, seçmeni mağduriyet-yenilgi psikolojisine sürükleyeceği açık bir tercihte karar kıldı?
Akla gelen ilk cevap, parti-içi iktidar hesaplarının-kaygılarının etkili olduğu yönünde. Liderler, koltuklarını muhafaza etmek kaygısıyla, seçmenlerini heyecanlandırmayacak, hatta kurumsal siyasete küstürecek bir aday tercihinde bulundular. Bu aday tercihi pozitif, istikbali gözeten bir vizyonla da desteklenmeyince, muhalefet partilerinin başvuracakları tek seçenek olarak, ‘sonuç verme garantili’ kutuplaştırma siyaseti kaldı.
Önümüzdeki günlerde, muhalefet, aday ve siyasi söylem ile sandığa ikna edemediği seçmenini Erdoğan karşıtlığı-nefreti körükleyerek ikna etmeye çalışacak. Kutuplaşma ve karşıtlık dozu ne kadar yükseltilirse, Erdoğan nefreti ne kadar tahkim edilirse, seçmenin sandığa gitme olasılığı da o oran da artacaktır.
Son yıllarda, bu taktik, muhalefet partilerini ‘siyasi atalete’ hatta ‘anti-siyaset bir çizgiye’ sürükleyecek kadar tatmin edici sonuçlar üretti. Muhalefet kendi seçmenine Erdoğan nefreti aşılayarak, siyaset üretme zahmetinden kurtularak belli oranlarda garantili bir oya sahip oluyor.
Sonuç? Koltuklarını koruyan liderler, umutsuz ve siyasete küskün seçmen, bol miktarda Erdoğan karşıtlığı ve siyasal kutuplaşma...
Peki, Türkiye bu oyunu daha ne kadar içine sindirecek? Muhalefet seçmeni, daha güçlü bir liderliği, daha vizyoner bir söylemi, daha kurucu bir siyaseti hak etmiyor mu? Bu sorulara cevap aramak belli bir süreden sonra tüketici bir hal alıyor. Oysa denklem açık: Muhalefet kutuplaşma oyununa gelmeden partisinden-liderinden hamaset yerine siyaset talep ettiğinde bu fasit oyun planı kendiliğinden boşa çıkacaktır.
[Akşam, 15 Temmuz 2014]