İran’a yönelik ABD öncülüğünde yürütülen siyasi ve ekonomik baskı Tahran yönetimini giderek zor duruma düşürmektedir. Hükümete yönelik eleştiriler yoğunlaşırken, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ülke içerisinde giderek artan siyasi mücadelede eli zayıflamaktadır. Geçtiğimiz hafta İran parlamentosunda ekonomik kötü gidiş hakkında savunma yapan Ruhani’nin milletvekillerini ikna edememesi önümüzdeki dönemde ülke iç siyasetinde farklı kamplar arasındaki mücadelenin daha da keskinleşeceği şeklinde yorumlanmaktadır.
İran’ın son dönemde küresel düzeyde böylesi bir baskıya maruz kalmasının arkasındaki temel neden ABD’de 2017’nin başında yaşanan yönetim değişikliğidir. Donald Trump’ın göreve başlamasıyla birlikte ABD’nin Ortadoğu ajandasındaki en önemli konulardan birisi İran olmuştur. Seçim sürecinde kampanyasının önemli başlıklarından birisi İran’la mücadele olan Trump’ın bu konudaki tutumunu göreve geldikten sonra da sürdürmesi, Tahran yönetimi açısından bölgesel politikalarda zorlu bir sürecin başlangıcı anlamına gelmiştir.
Trump yönetimi Tahran’ı köşeye sıkıştırmak adına önce bölgesel konjonktürü hazır hale getirmiş, daha sonra da kendi enstrümanlarını devreye sokmuştur. Bölgesel konjonktür anlamında öncelikle İran karşıtı bir ittifakın oluşmasını sağlayan Washington, daha sonra da İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yakın işbirliğine giderek İran’ın hem bu ülkeler hem de kendisi için en ciddi tehdit olduğu algısını en üst düzeye çıkarmıştır.
İran karşıtı ittifak
İktidara gelişinin hemen ardından Ortadoğu’yu dış politika gündeminin merkezine alan Trump, ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefikleri olan İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır ile yakın temas içerisinde olmuştur. Göreve gelişinin ardından ilk yurtdışı ziyaretini Ortadoğu’ya gerçekleştiren Trump, İsrail ve Suudi Arabistan’a gitmiştir. Bu ülkelerdeki temasları sırasında İran’ı sürekli olarak hedef gösteren Trump, Tahran’a karşı güçlü bir koalisyon kurma girişiminde bulunmuştur. İzleyen süreçte Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin de bu bağlamda desteğini alan Washington, Tahran’a karşı bölgesel bir ittifakın hayata geçmesini sağlamıştır. Bu ittifaktaki ülkeler ilk etapta Tahran’ın bölgedeki yayılmacı politikalarına karşı pozisyonlarını sertleştirmiş, birçok alanda İran’ın hareket sahasını daraltmaya çalışmışlardır. Yemen’de İran destekli Husilere karşı mücadelede daha sert bir tutum takınan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, kısa sürede bu anlamda kazanımlar elde ederek Tahran’ın Yemen’de devam eden iç savaştaki etki alanını daraltmıştır.
ABD destekli bölgesel ittifak Irak, Lübnan ve Suriye’de de İran’ın etkisini azaltmak üzere girişimlerini arttırmıştır. Bu anlamda özellikle Suudi Arabistan’ın Lübnan siyasetine müdahalesi dikkat çekmiştir. Lübnan Başbakanı Saad Hariri, 4 Kasım 2017’de Suudi Arabistan’da yaptığı açıklamada İran’ın bölgeyi istikrarsızlaştırdığı ve Lübnan’ın içişlerine karıştığı gerekçesiyle istifa ettiğini duyurmuştur. Hariri’nin açıklamasının Suudi yönetiminin baskısı ile yapıldığı iddia edilirken, Riyad’ın Tahran’ın Beyrut üzerindeki etkisini kırmak amacıyla bu olayı kurguladığı öne sürülmüştür.
Bu anlamda dikkat çeken bir diğer gelişme de Katar’da yaşanan kriz olmuştur. Doha yönetiminin İran’la yakınlaşmasını gerekçe gösteren Suudi Arabistan ve BAE, 2017’nin yazında Katar’a yönelik siyasi ve ekonomik bir abluka başlatmıştır. Her ne kadar bu adım ABD tarafından tam anlamıyla desteklenmemiş olsa da Riyad ve Abu Dabi’nin İran’ı bu derece şeytanlaştırması ve Tahran’la iyi ilişkilere sahip olmayı ciddi bir tehdit olarak algılamaları, bu ülke yönetimlerinin İran’a karşı tutumlarını göstermesi bakımından önemlidir.
Yaptırımların hedefi
Bölgesel anlamda İran karşıtı bir blok oluşurken, ABD yönetimi de Tahran’a karşı kendi enstrümanlarını devreye sokmuştur. Bu enstrümanların başında ekonomik yaptırımlar gelmiştir. 2018’in Mayıs ayında yaptığı açıklamada ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İran’a tarihte görülmüş en ağır yaptırımları uygulayacaklarını ilan etmiştir. İzleyen süreçte yaptırımlarla ilgili detaylar belirlenirken, yaptırımların ilk kısmı Ağustos ayında başlatılmıştır. İran’a yönelik bu politikasıyla ABD’nin temelde iki hedefi bulunmaktadır. Bunlardan ilki Tahran’ın Washington’un Ortadoğu politikalarına karşı bir engel olma ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Nitekim İran’ın özellikle Rusya ve Türkiye ile başta Suriye olmak üzere bölgesel bazı konularda ortak hareket etmesi, ABD yönetimini endişelendiren konuların başında gelmektedir. Bu üç ülke arasındaki olası bir stratejik ittifak, Washington’un bölgeye yönelik politikaları karşısında en önemli tehdit olarak görülmektedir. ABD ile Ankara arasında yaşanan gerginlikler ve Washington ile Moskova arasındaki güç mücadelesi, Trump yönetiminin tehditlerinden bunalan İran’ı bu iki ülkeye yaklaştırmaktadır. Dolayısıyla İran’a yönelik politikasını sertleştiren Washington’un bu tutumuyla Tahran’ı köşeye sıkıştırmak yerine yeni ve daha güçlü bir bölgesel ittifak kurma yönünde teşvik ettiği söylenebilir.
Öte yandan ABD’nin İran’a karşı politikalarını sertleştirmesinin arkasındaki ikinci amaç Tahran’ın İsrail’e ya da bölgedeki ABD müttefiklerine yönelik bir tehdit unsuru olmaktan çıkarılmasıdır. Bunun için de öncelikle bölgede ortak çıkarlar etrafında birleşen İran karşıtı ittifak oluşturulması sağlanmış, ikinci olarak da Tahran’ın siyasi, ekonomik ve askeri anlamda zayıflatılarak etkisizleştirilmesi yönünde adımlar hayata geçirilmeye başlanmıştır. Ancak ABD’nin bu iki enstrümanı tam anlamıyla hayata geçirebildiğini söylemek de mümkün değildir. Nitekim bölgede oluşturulan İran karşıtı ittifak her şeyden önce bölge toplumları nezdinde meşruiyet sahibi değildir. Giderek daha fazla otoriterleşen Suudi Arabistan yönetimi ülke içerisinde yürüttüğü baskı politikaları ile birçok kesimin tepkisini çekerken, bölgesel politikalarda ABD ve İsrail çizgisinde kalarak özellikle Türkiye başta olmak üzere birçok bölge ülkesinin güvenini yitirmektedir. ABD’nin İran’a yönelik bir başka baskı unsuru olan yaptırımlar konusu da Washington’un uygulamakta zorlandığı bir politikadır. Nitekim Fransa, Almanya ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülke ABD’nin yaptırım kararlarını doğru bulmamakta ve bu konuda Washington’a destek olmayacaklarını belirtmektedirler. Öte yandan Çin ve Rusya’nın da yaptırımların uygulanması konusunda ABD’ye destek vermeyecek olması Trump yönetiminin bu konuda yalnız kalacağını göstermektedir.
Müttefik arayışları
Uzun yıllar ABD’nin yaptırımlarına maruz kalan İran, Trump’ın 2017’nin başında göreve gelişinin ardından yeniden Washington’un hedefi haline gelmiştir. Barack Obama döneminin aksine Trump’ın ABD’deki İsrail lobisiyle ciddi bir ittifak içerisinde olması ve Washington’un bölgedeki geleneksel müttefiklerinin İran’a karşı endişelerini dikkate alması, ABD’nin Tahran’a yönelik politikalarını sertleştirmesine neden olmuştur. Tahran yönetimi Trump ve ekibinin tehditkar söylemleri karşısında güçlü durmaya çalışırken, bir taraftan da gerek kendisine yönelik bölgede oluşan ittifakla mücadelede gerekse de halihazırda uygulanmaya başlayan yeni yaptırımlarla başa çıkma konusunda elindeki alternatifleri değerlendirmeye çalışmaktadır. Bu anlamda özellikle Türkiye ve Rusya ile yakınlaşma çabası içerisine giren İran, hem bölgesel politikalarda hem de yaptırımlar karşısında bu iki ülkenin desteğini aramaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İran’a önümüzdeki hafta gerçekleştireceği ziyaret de bu anlamda önem taşımaktadır. Washington ile son dönemde ciddi düzeyde gerginlikler yaşayan Ankara’nın bir süredir bazı bölgesel politikalarda ortaklık yaptığı Moskova ve Tahran’la işbirliğini daha ileri düzeye taşıma konusundaki kararlılığı, Erdoğan’ın bu iki ülkenin lideri ile Tahran’a gerçekleştireceği zirveyi daha da anlamlı kılmaktadır.
[Star, 1 Eylül 2018].