SETA > Eğitim ve Sosyal Politikalar |
Sapkınlık-Aşkınlık Arasındaki Sınır ve FETÖ

Sapkınlık-Aşkınlık Arasındaki Sınır ve FETÖ

Dini ve dünyevi iktidar ilişkilerinin düzenlenmesi, açık şeffaf hale getirilmesi; bireyin, devletin, dini ve tasavvufi kurumların korunması için de bir zorunluluktur.

Diyanet İşleri Başkanlığı 26 Temmuz 2017 tarihinde Sayın Başkan Prof. Dr. Mehmet Görmez’in konuşmalarıyla “Kendi Dilinden FETÖ: Örgütlü Din İstismarı” isimli raporun sunumunu yaptı. 3-4 Ağustos 2016 tarihli olağanüstü Din Şurası ilk meyvesini böylece vermiş oldu. Uzmanlar bu çalışma için Gülen’in Türkçe basılmış 80 kitabını muhtelif dergilerdeki yazılarını ve 670 saatlik sesli ve görüntülü konuşmasını incelemişlerdir.

FETÖ hareketinin tarihsel oluşum süreci ve yaptıkları göz önüne alındığında en merkezi noktayı Gülen’in ve cemaatin seçilmişliği oluşturur. İslam Sünni kültüründe de bulunan Mehdilik anlayışını kendi şahsı ve FETÖ grubu şeklinde yorumlar. Gülen’in bu seçilmişlik vurgusunu, yüce Allah ve Hz. Peygamber ile doğrudan görüştüğü ve onlardan emir aldığı iddiaları ile tesisi eder. FETÖ mensuplarının seçilmiş olduklarına inanmaları onları müthiş bir konfora ve kapalı bir yapıya hapsedip Gülen’in otoritesini vazgeçilmez hale getirir. Bu haliyle takipçiler cemaate yönelik analiz ve eleştiri kabiliyetlerini zamanla yitirir. Çünkü şakirtlerin bu dünyadaki ihtiyaçları, öte dünya kurtuluş ve mutlulukları Gülen ve içinde oldukları grup tarafından karşılanmaktadır:

“Yeri gelmişken tevazu adına bir hususa işaret etmek istiyorum… Velâyete ermiş insanlar vardır. Bazı kimselerin o şahısta gördükleri bazı hususiyetleri, ona karşı ifade ettikleri de olur… O şahsın ‘Hayır, bunlar bende yok…’ demesi üç açıdan doğru değildir. Bir; … o insanları müşâhede ettikleri şeylerde onları tereddüde sevk eder. İki; … bir saygısızlıktır. Üç; hepsinden önemlisi de Allah’a karşı saygısızlık, hatta küfran-ı nimettir. Şayet Allah, kendi katından göndermiş olduğu bir kısım ışınları, onun üzerinde kırıp, başkalarına yansıtıyorsa, bu yüce ve kutsî iş için o insanın, kendisini seçen Rabbi’ne karşı şükran duyguları ile iki büklüm olması gerekmez mi? Hâsılı, tevazu kavramının da yerli yerine oturtulması ve ona göre davranışların ayarlanması gerekir.” (Gülen, Fasıldan Fasıla 4, Nil Yayınları, İzmir 2009, s. 108). Kendi Dilinden FETÖ, s. 29

Gülen bu ifadelerinde mistik bir dille Yüce Allah’ın nurunu doğrudan aldığını, prizma gibi diğer insanlara ulaştırdığını vurgular.

Gülen takipçilerine “cenneti kazandıklarını ve seçilmiş” olduklarını telkin eder. Kur’an’da müjdelenen seçkinler onlardır. “Kutsiler”, “ruhanî timler”, “ışık süvarileri”, “rabbanîler”, “ikinci sahabe nesli”, “sonsuz nur rehberleri” onlardır. Gülen’in bu övgüleri otoritesini katmerleştirmekte ve takipçilerini emirlere itaate zorunlu bireylere dönüştür:

“Allah sizi te’yid ediyor yetmez mi, Resûlüllah arkanızda yetmez mi? Ruhânîler sizin arkanızda yetmez mi? Siz bir devirde Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile beklenen bir cemaatin, ikinci bir devirde velilerin yâdında beklenen o cemaatin tam şablonusunuz…” Kendi Dilinden FETÖ, s. 87

Gülen vaazlarında ve kitaplarında kendisini Allah’la doğrudan konuşan, Rabbin kendisine hitap ettiği, kendisinde tecelli edip, ilahi sırların kendisine verildiği kişi olarak sunmaktadır. Bunun en çarpıcı örnekleri şunlardır:

“…Gözüm açık bir bir gördüm. Size tarif edem bir bir; Felekler burcuna çıktım, melekten merhaba gördüm, bana Hakk’tan nida geldi: Gel ey aşık ki mahremsin, bura mahrem makamıdır, seni ehli vefa gördüm… Zarfının üzerine bantlanmış gibi zarflar içinde size gelen ihsanlara şahit oldum…” (Hisar-3 (İrade Kahramanları), dk. 15.50 vd.). Kendi Dilinden FETÖ, s. 20

“Vallahi hayatımın bir lahzasında bile (Allah’ın) beni terk ettiğini görmedim ben. O beni terk etmezse siz nasıl terk edilirsiniz (…) Vallahi terk etmedi, billahi terk etmedi… Allah ile aramdaki sırrı bana söyletmeyin, göz açıp kapayıncaya kadar ben çok yaramazlık yaptım… Arkamı döndüm giderken dahi bana seslendi: nereye gidiyorsun.” (Ümitle Şahlanış, dk. 12:12-14:48). Kendi Dilinden FETÖ, s. 24

Gülen, Hz. Peygamberle uykuda, uyanıkken görüştüğünü, emirler aldığını ve ödüllendirildiğini sıklıkla ifade eder:

“…Resûl-i Ekrem’le konuşup hemdem olup sohbet edenler arasında bulunduk ya Rabbi. Selam verip alanlar arasında bulunduk!” (1978-11-03 Hac- 3, dk. 01:12:00 vd.) Kendi Dilinden FETÖ, s. 35

“Resûlullah’ı tanısalar çok sevecekler. Rüyalarına girecek her gün. Onlara yol gösterecek, sabah şöyle hareket edin diyecek. …“bu gece cihanın iftihar tablosunu gördüm, falan için emri şuydu, şöyle yapsın o işte.” Kendi Dilinden FETÖ, s. 37.

MELEKLERE TALİMAT VERİYOR

Gülen bu ifadeleriyle cemaat içerisinde yapılan her şeyin Hz. Peygamberin emriyle yapıldığını ima ederek dünyevi amaçlar için kullandığı dini görünümlü iktidarını güçlendirmekte ve dine aykırı muayyen durumların izahını yapmaktadır.

Gülen kendi otoritesini sağlamlaştırmak için takipçilerinin ölümden sonraki mükafat ve ceza durumlarına dahi müdahale ettiği iddiasını dile getirmektedir:

“Sizin hakkınızda hep hüsn-ü zan besledim … Defterin sol tarafına elimi koydum, sol meleğe dilini tut dedim ve hep sağı işletmeye çalıştım. …” (Ümit ve Korku 1, dk. 08:39-09:07) Kendi Dilinden FETÖ, s. 52

Gülen konuşmalarında ve yazılarında kendisinin, örgütünden birçok kişinin sahabe, Hasan Basri, İmam-ı Azam, Mevlana, Hz. Ali ve Abdülkadir Geylânî gibi İslam büyükleriyle görüştüğünü bildirmektedir. İslam büyükleri cemaatin arasına karışmakta ve Gülen cemaatinin faaliyetlerini manen desteklemektedir. Hz. Aişe validemiz kadın cemaatinin arasına katılmakta ve destek vermektedir.

DİNİ KURUMLARIN MUHASEBESİ

FETÖ liderinin tüm bu ifadelerini anlamlı bir teorik çerçeveye yerleştirilmesi gerekir. Gülen Allah, Peygamberlik gibi dini inanç ilkelerinden insani tüm unsurları dışlayan, bireysel yorumları öldüren, bireyin iradesini cemaat menfaatlerine feda eden, esnek olmayan sert bir ideoloji kurmuştur. Tüm dini inanç öğeleri dini görünümlü dünyevi bir iktidar için seferber edilmiştir. Liderin mutlak iradesi, tartışılmaz otoritesi inşa edilmiş ve sarsılmaz kılınmıştır. Bu çocukluktan itibaren kasetler dinletilerek ve abiler-ablalar hiyerarşisiyle ağır telkinlerle takviye edilmiştir.

Böylesi mutlak lider otoritesi ve sert ideoloji karşısında yöneticiler dışındaki müntesipler ise bireysel iradesi, eleştirme ve yorumlama kabiliyeti kalmamış sorgulamayan sadık bir militana, Japon Kamikazelerine veya intihar komandolarına dönüşmüşlerdir.

FETÖ tecrübesinin çok farklı boyutlardan analiz edilecektir. Öncelikle FETÖ, bu ülke çocuklarının vatana ve ailelerine olan sevgi ve aidiyetlerini, adalet ve dostluk duygularını yok edip yerine sadece FETÖ yapısına bağlılığa dönüştürebilmiştir. Bu noktada genel eğitim sistemindeki temel değerleri, analiz ve eleştiri kabiliyetini aktarma zafiyetinin görülmesi gerekir.

İkincil olarak dini yapı ve söylemlerle dünyevi iktidar ve menfaatler arasındaki ilişkiler ağının analizi, tartışılması ve bu tecrübeden de hareketle düzenlenmesi gerekmektedir. Gülen’in Tasavvufi unsurları da kullandığı gayet açıktır. Gülen sûfilerin bireysel seyri sulüklerini ifade için yaptıkları kavramsallaştırmaları siyasal bir ajandanın parçaları haline dönüştürmüştür. Tasavvufi kültür bireysel dini tecrübenin sübjektif mahiyetinden dolayı böylesi bir istismara her zaman açık olmuştur ve olacaktır. Bu, tasavvufun temsil ettiği gerçeklikleri inkarı gerektirmemektedir. Gülen’in ifadelerinin Allah aşkı tecrübesi yaşayan bir sufinin taşkın ifadeleri veya şatahatları olmadığı açıktır. Aksine bu ifadeler dünyevi bir iktidar kurmayı hedeflemiş bir örgüt liderinin sistematik olarak dini inanç alanını ve tasavvuf kültürünü istismar ederek kendi liderliğine ve otoritesine güç transfer etmesidir. Dini ve dünyevi iktidar ilişkilerinin düzenlenmesi, açık şeffaf hale getirilmesi; bireyin, devletin, dini ve tasavvufi kurumların korunması için de bir zorunluluktur.

‘IŞIK ÖLÜM SÜVARİLERİ’

Üçüncü olarak FETÖ tecrübesi Cumhuriyet olarak yaşanan Fransız tipi pozitivist tonu ağır, dini dışlayan laiklik anlayışının dini duyguları yok etmediğini, aksine merdiven altına iterek bu ülkenin geleceğine kast eden yapılara dönüşebildiğini göstermektedir. Dinin bu derece toplumsal itibar alanından dışlanması dini temsil eden kurumlarda ciddi zafiyetlere yol açmış durumdadır.

Bireysel dindarlık anlamında ise dini ve sosyal örgütlerin sundukları konforların bedellerine açık uyarılar vardır. Sıhhatli denge, toplumsal yapının sıhhati ve bireyin uyanıklığı ve anlayış becerileri ile sağlanabilir.

Son olarak FETÖ tecrübesi dini temsil eden kurumların çok yönlü zaaflarına işaret etmektedir. Başta İlahiyat fakülteleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ve dini yapılar bu maluliyetin muhatabı konumundadırlar. Sigortalar çalışmamıştır. 15 Temmuz’da ülke bir facianın eşiğinden dönmüştür. Gelecek adına tüm bu kurumlar muhasebesini yapmak ve yol haritalarını çıkarmak durumundadır. Tam bu noktada dini anlayışları bağlamında anlama, yorumlayabilme, eleştirebilme ve gerektiğinde yeniden yorumlayabilme becerilerinin ne kadar önemli ve hayati olduğu ortaya çıkmıştır. FETÖ bireysel dini anlama, yorumlama ve eleştirebilme becerilerini yok ederek “ışık ölüm süvarilerini”, “ruhanî ölüm timlerini”, “ışık ölüm tugaylarını” ve “nur ölüm rehberlerini” var edebildi.

[Star Açık Görüş, 30 Temmuz 2017].