SETA > Eğitim ve Sosyal Politikalar |
Liseye Geçiş Sisteminde Makulü Aramak

Liseye Geçiş Sisteminde Makulü Aramak

OECD ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye, okullar arası başarı eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Bunun birinci nedeni liselere sınavla öğrenci alınmasıdır.

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın önümüzdeki yıl Seviye Belirleme Sınavı (SBS)’nın yapılmayacağı yönündeki açıklamaları, önümüzdeki yıl nasıl bir sistemle liselere öğrenci seçileceği ve yerleştirileceğine ilişkin belirsizliği artırmıştır. Dahası, önümüzdeki yıl nasıl bir sistemle öğrenci seçilip yerleştirileceğine ilişkin net bir açıklama yapılmadığı için, özellikle çocukları sekizinci sınıfa başlayacak aileler bu durumdan kaygılanmaktadırlar. Liselere öğrenci seçimi konusu, nasıl bir gelecek ve toplum istediğimiz sorusuyla doğrudan ilgilidir çünkü dünyanın her yerinde lise yapısının eşitlikçi olup olmamasının doğrudan toplumsal ve siyasal sonuçları vardır. Dolayısıyla bu konu sadece uzmanları ilgilendiren teknik bir mesele olarak görülmemelidir. Aksine, SBS’nin geleceğine ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bürokratları tarafından ayrıntıları netleşecek karar, konuya ilişkin başta veli görüşleri olmak üzere, çeşitli kesimlerin ve farklı alanlardan kişilerin görüşlerini dikkate almalıdır. Bu çerçevede, konuya ilişkin tartışmalar zenginleştirilmelidir. SBS’nin geleceğine ilişkin ne yapılacağına yönelik görüşlerimizi paylaşmadan önce, mevcut sorunun ne olduğunu ve mevcut duruma nasıl geldiğimizi iyi bir şekilde anlamamız zorunludur. Burada özet olarak ifade edilen görüşler, daha geniş ve kapsamlı bir şekilde SETA tarafından yakında yayınlanacak olan “Türkiye’de Ortaöğretimin Geleceği: Eşitlik Mi, Hiyerarşi Mi?” başlıklı analizde yer almaktadır.

OKUL SİSTEM NE DURUMDA?

Bu yıl itibariyle, ortaokulu bitiren öğrencilerin yaklaşık yarısı sınavla seçilecek ve yerleştirilecektir. Bunun anlamı şudur: Öğrencilerin neredeyse yarısı, evlerine yakın olan liseye değil, puanlarının hasbelkader yettiği bir liseye yerleştirilecektir. Ek olarak, geriye kalan öğrencilerin de bir kısmı evlerine yakın olmayabilecek meslek liselerine kayıt yaptırmak durumunda kalacaktır. Böyle bir sisteminin aileler ve çocuklar üzerinde olağanüstü büyük bir ekonomik ve psikolojik külfeti vardır. Peki, bütün bu ekonomik ve psikolojik külfetin karşılığında nitelikli bir ortaöğretim yapısına sahip olduğumuz söylenebilir mi? Türkiye’de okul türüne göre öğrenci başarısına bakıldığında okullar arasında büyük farklılıklar dikkat çekmektedir. Örneğin, bir Fen Lisesindeki ortalama öğrenci başarısı ile Meslek Lisesindeki ortalama öğrenci başarısı arasında çok büyük farklılıklar vardır. Daha kötüsü, Türkiye’deki ortaöğretim kurumları arasındaki farklar yıllar içerisinde önemli ölçüde artmıştır. Bir başka ifadeyle, bazı okul türleri daha iyi hale gelirken, bazı okul türleri daha başarısız hale gelmiştir.

Bugün Türkiye’deki ortaöğretim en temel sorunu, liseler arasındaki hiyerarşik yapılanmadır. Yapılan araştırmalara göre, OECD ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye, okullar arası başarı eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye, diğer OECD ülkelerine kıyasla, okullar arası başarı farklarının en çok yaşandığı ülke olarak dikkat çekmektedir. Bunun birçok temel nedeni vardır. Birincisi, liselere sınavla öğrenci alınmasıdır. Böylece iyi öğrenciler başarılarına göre gruplanmaktadır. İkinci nedeni, 1999 yılından itibaren 2012’ye kadar uygulanan Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP)’dır. AOBP sayesinde başarılı öğrencilerin devam ettiği okullara üniversite giriş sisteminde avantaj sağlanmıştır. Bu ise, zamanla başarılı olarak bilinen liselere giriş üzerindeki baskıyı artırmıştır. Üçüncü olarak, beşeri ve fiziksel kaynakların, lise türleri arasındaki eşitsiz dağılımıdır. Örneğin, Fen ve Anadolu Liseleri gibi sınavla öğrenci alan okullara öğretmen atamaları sınavla yapılırken, diğer okul türlerine öğretmenler sınavsız atanmıştır. Benzer şekilde, yıllarca genel liselerde ortalama sınıf mevcutlarına hiçbir sınırlama yokken, sınavla öğrenci alan okul türlerine ayrıcalık tanınmıştır. Bu durum, eğitimde fırsat eşitliği ilkesiyle uyumlu olmadığı gibi bugün liseye geçişte yaşanan baskıyı daha da artırmıştır.

BURAYA NASIL GELDİK?

Özetle ifade edecek olursak, mevcut sistemin sonlandırılması birçok açıdan gereklidir ve alternatif arayışları son derece anlamlıdır. Bununla birlikte, kamuoyunda eğitim sisteminin yapboz tahtasına dönüştürüldüğü şeklindeki yaygın kanaati de dikkate alarak, çok fazla reformist olmayan makul bir alternatif bulmak zorundayız. Makul bir alternatifin, Türkiye’nin kendi tarihsel tecrübesinde mevcut olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı buraya nasıl geldiğimize bakalım.
Özellikle geçen yirmi yıllık süreçte, Türkiye’deki sınavla öğrenci alan lise sayısının sürekli artırıldığı görülmektedir. Dahası, 2010 yılında genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi kararıyla birlikte 2013’e gelindiğinde, ortaöğretim sistemi tam bir hiyerarşik yapıya bürünmüş ve bütün öğrencilere yönelik seçmeci/elemeci tavır derinleşmiştir. Bir başka ifadeyle, az sayıda okula öğrenci seçen bir eğitim sistemi neredeyse bütün akademik okullara, hatta bazı meslek lisesi türlerine de öğrenci seçen bir sisteme dönüşmüş ve bu süreçte aileler ve öğrenciler arasındaki rekabet giderek artmıştır. Bütün bu gelişmelere paralel olarak, öğrenciler ve aileler üzerinde sınav baskısı yaygınlaşmış ve artmıştır. Bundan dolayı, bu süreçte, öğrencilerin dershane ve özel ders gibi okul dışı kaynaklara yönelimi de artmıştır.

BUNDAN SONRA NE YAPILMALI?

Türkiye’de merkezi sınavların ciddi bir toplumsal meşruiyeti olduğuna kuşku yoktur. Bundan dolayı, Türkiye ortaöğretim sistemi için seçme ve yerleştirme sistemi yeniden belirlenirken dikkat edilmesi gereken husus, bu merkezi sınavların tamamen kaldırılması değil, sınavla öğrenci alacak okulların ve giriş sisteminin nasıl olacağıdır. Dahası, 1990’lı yıllarda Türkiye’de sınavla öğrenci alan liseler bulunduğu halde, lise türleri arasındaki dağılım şimdi olduğu kadar hiyerarşik değildi. Sözgelimi, genel ya da meslek liselerine devam eden öğrenciler de, iyi üniversiteleri kazanabilmekteydiler. Bunun temel sebebi, bir yanda az sayıda sınavla öğrenci alan okulun olması; öte yandan, genel ve meslek liselerine de iyi öğrencilerin devam etmesi ve okulların heterojen bir öğrenci grubuna eğitim vermeleriydi.

Özetle, yeni bir sistemin kurulmasındaki kritik unsur, sınav yapılıp yapılmaması değil, sınavın az sayıda öğrenci seçmeye yönelik bir mekanizma olarak kurgulanmasıdır. Daha açık bir ifadeyle, SBS 2013’te olduğu gibi yüzbinlerce insanı yerleştiren bir sistem terkedilmeli, bunun yerine on binlerce öğrenciyi yani genel öğrencilerin %3-5’ini seçen bir sisteme geçilmelidir. Sınavla öğrenci alan okullara yerleştirmede, öğrencinin merkezi giriş sınavında alacağı puanın yanında, öğrencilerin okula daha çok önem atfetmeleri için ortaokuldaki başarı notları da dikkate alınmalıdır. Ayrıca sınavla öğrenci alan okulların sayıları zamanla enflasyonist bir şekilde artırılmamalı; bunun için tedbirler alınmalıdır. Bu şekilde, hem çok başarılı öğrenciler için sınavla öğrenci alan lise imkânı sağlanmış olacak hem de diğer liselerin de kalitesini zamanla artıracak bir yaklaşım benimsenmiş olacaktır. Dahası, dershaneye olan bağımlılık zamanla kendiliğinden azalacaktır.

[Star Açık Görüş, 27 Temmuz 2013]