Ortaöğretimde başörtüsünü kısıtlayan yönetmelik maddesinin kaldırılması "öğrenci psikolojisi"yle ilgili önemli bir tartışma başlattı. Birileri öğrencilerin başlarını zorla örttüğünü öne sürerek, başörtüsünün öğrencilerin psikolojisini bozacağını iddia etmeye başladı. Bu kaba yorumun iki ön kabulü var. Birincisi, başörtüsünün lüzumsuz, hatta kötü bir şey olduğunu ve öğrencilere zarar verdiğini; ikincisi ise, öğrencilerin ailelerinin zoruyla başlarını örttüğü. Bu iki ön kabul de yanlış. Çünkü başörtülü öğrencilerin başlarını örtmelerini kendi istek ve iradesi dışında zorla olduğunu iddia etmek ya kasıtlı hakaret etmek ya da en azından bilgisizlik ve halden anlamamak demek. Başörtülü olmak kahir ekseriyetle kişi ve ailenin birlikte kararı ile oluyor. Az sayıda ailede ise, aile ile öğrenci başörtüsü konusunda ters düşebiliyorlar. Bu durumlarda gerçekten de aile içi gerilim oluşabilir.
Başörtülü öğrencilerin çoğunun aileleri ile aynı değer ve düşünüş biçiminde olması beklenen bir şey. Siyaset psikolojisinde lisans düzeyinde öğretilen bilgilerden biri şu: 18 yaşına gelen ve ilk defa oy verecek kişilerin yüzde 90'ı ailelerinin oy verdiği partiye oy verir. Size üniversitelerde sosyal psikoloji dersinde okutulan kitaptan kısa bir alıntı yapayım: "Lise son sınıf öğrencileri üzerinde yapılan araştırmada, öğrencilerin güçlü bir biçimde ana babalarının partilerini desteklediklerini ve yalnızca %10'unun karşıt partiyi tutmak eğiliminde olduğunu göstermiştir." Benzer şekilde çocukların neredeyse yüzde 90'ı, araya bir dayı veya amca girmemişse, babalarının tuttuğu takımı tutar. Başörtüsü konusunda da benzer bir durum var. Başörtüsü takan öğrencilerin çok büyük kısmının anneleri de başörtülü. Çocuklar anneleriyle özdeşleşmiş. Bu sağlıklı bir durum. Dolayısıyla ortada bir gariplik yok.
Başörtüsü örtmenin anne ve çocuk arasında doğal özdeşleşme ile ilgili olduğunu araştırma sonuçları da gösteriyor. Hazar Derneği tarafından, ANAR işbirliği ile 2007 yılında yapılan "Türkiye'nin örtülü gerçeği: Başörtüsü yasağı alan çalışması" adlı araştırmada, başörtülü olanların yüzde 97,9'unun annesi de başını örterken, yine kendi kız çocuklarının da (olsaydı) başını örtmesini arzu edenlerin oranı yüzde 96,5'tir.
Kendisi gibi yaşamayan kişileri "sahici" kabul etmemek garip bir ruhsallık barındırıyor. Bir öğrencinin içsel nedenlerle, ruhsal bir uyum halinde, bir düşünme biçimi eşliğinde başörtülü olabileceğine inanmamanın kendisi aslında oldukça patolojik. Bu patolojik ruh hali, onları "birinin başörtülü olmasının ancak zorla olacağı" şeklinde bir düşünce yanılgısına götürüyor. Sonuçta da halden anlamaz bir şekilde yasak savunur hale geliyorlar.
Aslında hem ailenin hem de öğrencinin ortak isteği başörtülü bir öğrenci olmak şeklinde ise, bunu devlet gücüyle engellemek hem öğrencinin hem de ailenin ruhsal halini olumsuz bir biçimde etkiler. Yani asıl ruhsal strese neden olan başörtüsünü yasaklamaktır. Bu durumu bir psikiyatr olarak başörtüsü mağduru çok sayıda danışanımda gördüm. Başörtüsü yasakları bir neslin sadece eğitim imkanlarını ellerinden almadı, aynı zamanda ruh hallerine de zarar verdi. Nitekim yukarıda bahsettiğim başörtüsü yasağı üzerine yapılan araştırmanın sonuçlarından biri de şöyle: "Başörtüsü yasağı mağduru olanların sadece % 3.8'i psikolojik herhangi bir sıkıntı yaşamadığını belirtirken, diğer denekler çeşitli psikolojik mağduriyetler yaşadığını düşünmektedir."
Başörtüsü yasağının ortaöğretimde de kaldırılması Türkiye'nin normalleşmesine yönelik olumlu bir adım. Toplumun gerçek halinin kamusal alanda da olduğu gibi var olması normalleşmektir. Bu toplumda kadınların yüzde 60'ından fazlası başörtülüdür. Başörtüsü karşıtlığı yüzde 20'ler düzeyinde. Bu halin sokaklara yansıdığı kadar, okullara da yansımasından daha doğal ne olabilir. Şimdilerde devlet mekanizmaları bu doğal hale uyum sağlamaya çalışarak normalleşiyor.
Türkiye'de toplumda sadece yüzde 20'lik bir azınlık başörtüsü yasağını destekliyor. Yüzde 80 başörtülü olmayı veya olmamayı kendi içinde çözmüş durumda ve bu kesimler için bir sorun yok. Devlet son zamanlara kadar bu yüzde 20 gibi davranıyordu. Bu sebeple de devlet ile toplumun yüzde 80'i arasında uyumsuzluk vardı. Devlet mekanizmaları baskıcı ve zorbaydı. Şimdilerde olan şey bu zorbalığın ortadan kalkması ve normalleşmedir.
[Sabah Perspektif, 27 Eylül 2014]