Fırat Kalkanı Harekâtı’nın ardından bir yıl geçti. 15 Temmuz darbe girişiminden bir ay sonra gerçekleşen ve Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı sınır ötesi askeri operasyonlarından birini temsil eden söz konusu harekât, gerek gelişim süreci gerekse de ortaya çıkardığı sonuçlar bakımından Türkiye’nin Suriye siyasetinde ve bölgesel ölçekte yürüttüğü teröre karşı mücadelesinde önemli bir kırılmaya işaret ediyor.
Türkiye, 24 Ağustos 2016 tarihinde Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51’inci maddesinin tanıdığı ‘meşru müdafaa’ hakkından yararlanmak suretiyle, uluslararası kamuoyuna “Fırat Kalkanı Harekâtı (FKH)”nı başlattığını deklare etmişti. Bu hükümden referansla Ankara, başta DEAŞ olmak üzere Suriye’de bulunan terör örgütleri unsurları tarafından Türkiye’ye yöneltilen tehditleri, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkı kapsamında, hatta gerektiğinde başka bir ülkenin topraklarında harekât icra etme yetkisine dayanarak bertaraf etmeye yöneldi.
Ne var ki Türkiye’nin FKH’ya ilişkin öne sürdüğü askeri, siyasi ve stratejik düzeydeki gerekçeler, hukuki boyutta değerlendirilen gerekçelerden daha büyük bir önemi haizdir. Zira harekâta zemin hazırlayan süreç, güvenlik ortamı ve hasım tarafların kullandığı taktik-operatif yöntemlerin genel bir tahlili yapıldığında, Ankara’nın öncelikli hedefleri arasında, sınır güvenliğinin tesisi, DEAŞ’ın sınır hattından temizlenerek geriye püskürtülmesi, böylece örgütün operasyonel ağırlık merkezinin dağıtılarak bilhassa sınır illerine yönelik saldırılarının önlenmesi, PKK’nın Suriye’deki kolu YPG/PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde doğu-batı hattını kontrol altına almasını engelleyerek koridor oluşturulmasına mani olmak vardır. Daha da önemlisi Türkiye FKH ile Suriye krizinde kendisine yeni bir mevzi kazanmayı arzulamıştır.
Bu minvalde FKH, Suriye krizinin patlak vermesini müteakiben 6 yılın sonunda doğrudan askeri müdahaleye başvurulmasıyla Ankara’nın Suriye politikasında bir kırılmaya yol açtığı gibi, bilahare Suriye denkleminin oturduğu bölgesel ve küresel mücadelenin seyrinde de önemli bir düğümün çözülmesine vesile olmuştur. Bu bakımdan FKH, gerek karakteri, niteliği ve kapsamı açısından ve gerekse zamanlaması ile Suriye’deki güvenlik ortamını başka bir çehreye büründürmesi yönüyle de ehemmiyet arz etmektedir.
HAREKÂTIN ASKERİ VE OPERASYONEL BOYUTU
Türk askerî karar alıcıların harekâtın bütün sürecinin vazife tanımını geliştirmeden önce durumu çok iyi etüt ettiklerini söylemek gerekir. Harekât alanını düzensiz eylemleriyle şekillendiren DEAŞ ve YPG/PKK unsurları doğrudan tehdit olarak kabul edilirken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Rusya’nın Türk ulusal güvenliğini tehdit eden kolaylaştırıcı rol oynadığı kesin ifadelerle kabul edilmiştir. Dolayısıyla FKH, terör örgütlerine yönelik doğrudan angajman olmakla birlikte, DEAŞ karşıtı askeri koalisyonun da gereğini yerine getirmek suretiyle ABD ve Rusya’ya karşı siyasi yaklaşımlı koşullar altında planlanmış ve icra edilmiştir.
Harekâtın temel vazifesine ve sayısız alt görevlere bakıldığında harekâtın kapsamının, süresinin ve safhalarının hızla değişen siyasi ve askeri durumlara göre gelişeceği beklentisi harekât öncesinde hâkim görüş olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim beklendiği gibi harekâtın seyri süreç içerisinde farklı biçimler almıştır. Öte yandan FKH sadece iki ayrı terör örgütüne karşı yürütülen askeri bir harekât değil aynı zamanda müttefik ve muarızlık doğasını karmaşıklaştıran devletler seviyesindeki aktörlere karşı yapılmış politik bir harekât olarak da görülmelidir.
FKH birden fazla unsurun katılımıyla müşterek harekât konseptiyle icra edilmiştir. Müşterek harekât, harekâtın komutanı için inisiyatif, harekât koşullarını karşıt kuvvete kabul ettirme ve karşıt kuvvetin reaksiyon gösterme imkânlarını ortadan kaldırma fırsatları verecek özelliklere sahiptir. Harekâta katılan TSK unsurları inisiyatifin ele geçirilmesi, devam ettirilmesi ve manipüle etmek suretiyle duruma adapte olabilme imkânlarından faydalanmıştır. Bu anlamda FKH’nın genel olarak operasyonel ve taktik boyuttaki inisiyatif üzerinde yürütüldüğünü ifade etmek abartı olmaz. Eş zamanlı angajman, derinlikte harekât icrası ve harekâtının sürdürülebilirliği DEAŞ ve YPG/PKK unsurları üzerinde fiziki ve psikolojik üstünlük sağlamakla sonuçlanmıştır.
FKH geniş bir coğrafi alanın ele geçirilerek kontrol altına alınmasını ve bu alanın terör örgütlerinin hibrid unsurları tarafından yeniden kullanımının önüne geçilmesi için alan kontrolünün idame ettirilmesini hedeflemiştir. Öte yandan FKH’nın müşterek harekât konsepti, karşıt kuvveti yenebilmek için mobilite, ateş gücü ve beka kabiliyetlerinin yanı sıra harekât alanının kendisinin, yerel halkın ve kaynakların kontrolünü ve korunmasını sağlamak üzerine planlanmıştır.
HAREKÂT SONRASI İSTİKRARIN TESİSİ
Harekâtın vazifesi, ulusal ve uluslararası askeri boyut ile insani yardım perspektifini de kapsayacak şekilde uluslararası ve yerel ittifaklarla koordinasyonu içeren milli bir askeri harekâtın yanı sıra istikrar harekâtının prensiplerini de ihtiva etmektedir. İstikrarı sağlama çabaları çok boyutlu olarak ele alınmakta olup FKH bağlamında TSK tarafından da uygulamaya konulduğu görülmektedir. TSK hem devlet hem de devlet dışı birçok aktörle birlikte koordineli çalışarak çok yönlü ‘inşa’ süreci başlatmıştır. Bu anlamda harekât sonrası dönemde gerek bölgenin kendine has özellikleri gerekse de diğer aktörlerin stratejik öncelikleri, istikrarı sağlama süreç ve yönetimini farklı biçimlerde şekillendirmiştir. Türkiye açısından harekât sonrası ‘istikrarı sağlama’ çabaları nihayetinde müşterek istikrar işlevlerinden oluşmuştur. Bunlar en temelde “Güvenlik”, “İnsani Yardım Desteği”, “Ekonomik İstikrar ve Altyapı”, “Adli Durum ve Adaletin Tesisi”, “Gıda Temini”, “Barınma Hizmetleri”, “Sağlık Yardımları”, “Eğitim Hizmetleri” gibi unsurlardan oluşmaktadır.
Tüm bu yardımlar, Türkiye’nin insani yardım konusunda profesyonel bir konuma evrildiğini göstermektedir. Bu bağlamda Türkiye açısından bakıldığında Fırat Kalkanı Harekâtı önemli bir dönemeç ve örnek olarak gösterilebilir. Hâlihazırda yapılmış olan askeri operasyonlar neticesinde DEAŞ’tan temizlenen bölgelerin tekrar inşası ve yenilenmesi, bölge halkının geleceği ve Türkiye’nin terör örgütleri ile mücadele stratejisinde kilit rol üstlenmektedir.
FKH ile özgürleştirilen bölgelere Türkiye’den dönen Suriyeli sığınmacı sayısı, 26 Temmuz 2017 verilerine göre 46 bin 750’ye ulaşmıştır. Harekât bölgesinde oluşturulan istikrar modelinin Türkiye’de bulunan daha fazla Suriyeli mültecinin ülkelerine dönmesi için bir etki yaratması beklenmektedir. Hâlihazırda bölgede siyasi ve hukuksal altyapı tam manasıyla kurulmuş değildir. Türkiye bütüncül bir yaklaşımla adalet sarayı, cezaevleri, karakollar ve kontrol noktaları için destek vermektedir. Bölgede yerel güçlerin başka çatışma bölgelerine kaydırılması, temizlenen bölgelerin sosyal ve siyasal altyapılarının eksik olması gibi durumlar bölgenin adalet düzenini de zora sokmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin ileride istikrarın tam manasıyla sağlanması adına bölgeye siyasi yönetişim alanında katkı sunmaya devam etmesi gerekecektir.
HAREKÂTTAN ALINMASI GEREKEN DERSLER
TSK, FKH ile harbe hazırlık kapasitesini test etmiş ve harekâtın süreç ve sonuçlarından çıkarttığı derslerle harekât kabiliyetini taktik, operatif ve stratejik seviyede geliştirmeye ihtiyaç duymuştur. Harekât süresince düzensiz yerel ortaklarla harekât gerçekleştirme kapasitesi de test edilmiş ve bir takım olumsuzluklar görülmüştür.
Hedef tespiti ve ateş desteği arasındaki uygulama uyuşmazlıkları tespit edilerek kabiliyetler geliştirilmiş ancak düzensiz ve aniden ortaya çıkan hedefler için yakın hava desteği ihtiyacı tüm gerçekliğiyle kendini göstermiştir. Öte yandan, zırhlı araçlar ile hafif piyade ve komando birlikleri arasındaki işbirliğinin geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğu da görülmüştür. Hedefte tertiplenme aşamasındaki hassasiyetin giderilmesi için yeni taktiklerin geliştirilmesi önemli bir askeri harekât ihtiyacı olarak değerlendirilmelidir. Yakın mesafede ortaya çıkan düzensiz terörist hedeflerinin, konvansiyonel tank topçuluğu ve zırhlı muharebe aracı nişancılığının dışında ayrı bir nişancılık konusu olarak doktrine edilmesi ve atış eğitimi konusu haline getirilmesi gerekmektedir. Ayrıca tanksavar birliklerinin yeterli sayıda ve etkinlikte teçhiz edilerek meskûn mahal muharebelerinde etkin olarak kullanılabilmesinin ihtiyacının farkına varılmıştır. Hava savunma ve insansız hava aracı (İHA) platformlarının yanı sıra tanksavar silahlarının da milli imkânlarla geliştirilmesi gerektiği belirlenmiştir.
Bütün bunların rehberliğinde, genelde Türkiye özelde TSK'nın;
Örgüte göre tehdit değerlendirmesi, kamu diplomasisi, güvenlik sektörünün yeni tehditlere adaptasyonu, diplomaside stratejik esneklik, askeri harekâtta zamanlama, yerel nüfus merkezli terörle mücadele, zırhlı birliklerin taktiksel kullanımı ve modernizasyonu, İHA kullanım alanı ve işlevselliği, yerel silahlı aktörler, insani yardımın etkin ulaştırılması ve istihbarat kurumları arasında aktif işbirliği ve koordinasyonu hususlarında kapasite inşasına gitmesi gerektiği tespiti yapılabilir.
TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN SINAMALAR
FKH sonrası dönemde Türkiye’nin tehdit algısını, içinde bulunduğu güvenlik ortamını ve stratejik yol haritasını belirleme kapasitesini haiz birçok farklı dinamik söz konusudur. Bu aşamada, Türkiye’nin mevcut Suriye politikasında sahip olduğu askeri seçenekler ve stratejik öngörüleri, çok boyutlu karşı stratejik hamleler ile sınanmaktadır. Türkiye’nin Kuzey Suriye’de PKK’ya karşı farklı askeri seçenekleri bulunmasına rağmen yakın gelecekte PKK’nın tetiklediği güçlüklerin hangi yöntemlerle üstesinden gelebileceği sorusunun bundan sonra yaşanacak süreç için yüksek önemi haiz olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye, FKH kapsamında birincil hedeflerini gerçekleştirmiştir. Bu minvalde, DEAŞ tehdidini sınırlarından uzaklaştırmış ve PKK’nın toprak genişlemesini engelleyerek, Kobani ile Afrin arasındaki mesafenin terör unsurları tarafından doldurulmasına mani olmuştur. Bu aşamadan sonra Türkiye’nin temel önceliği, doğrudan veya dolaylı müdahaleler yoluyla PKK’yı hedef alarak, DEAŞ sonrası Kuzey Suriye’de bir oldu-bittiye izin vermemektir. Ancak Ankara’nın bu hedefine yönelik amaçlarını gerçekleştirmek maksadıyla girişeceği askeri ve siyasi angajmanlar bir takım kısıtlamalarla karşı karşıyadır.
Bu aşamada, Türkiye’nin kısa vadeli stratejisi, YPG güçlerini Münbiç’ten Fırat nehrinin doğu kesimine itmeyi ve kazançlarını sağlamlaştırmaya odaklanmak ve daha sonra bu alanlarda ÖSO’nun siyasi ve askeri yönetimi altında bir yönetişim yapısı kurmaktır. Eğer PKK, Kuzey Suriye’de sözde “PKK kemeri” kurmayı amaçlayan jeopolitik projesini sürdürme konusunda ısrarcı olur ve Türkiye’ye yönelik güvenlik riski oluşturursa, Türkiye'nin PKK kontrolündeki bölgeleri doğrudan askeri hedef olarak seçmesi daha da hızlanabilir. Bu durumun, FKH süresince elde edilen askeri ve siyasi kazanımlar düşünüldüğünde mümkün olduğu değerlendirilmekle birlikte, Türkiye ile ABD arasında süren anlaşmazlıklar devam ettiği takdirde Ankara’nın bir takım zorluklarla başa çıkacak yeni bir stratejik plan devreye koyması gerekecektir.
ABD İLE STRATEJİK AYRIŞMA
Türkiye’nin bundan sonraki yol haritasında tehdit okumasını şekillendiren temel etkenlerin başında, ABD ile yaşanan güven bunalımı ve stratejik ayrışmadır. ABD’nin PKK ile ilgili politikalarının geçici bir partnerlik ekseninde şekillenmediği dikkate alınırsa, Türkiye’nin Kuzey Suriye politikasında sahip olacağı askeri angajman alternatiflerinin ABD ile arasındaki uzlaşıya bağlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak Türkiye bu uzlaşı gerçekleşmese bile kendi politikasını ABD ve diğer aktörlere rağmen uygulayacaktır.
FKH sonrası dönemin zorluklarıyla ilgili diğer faktör ise sahadaki müttefiklik ilişkileri ile ilgilidir. TSK destekli ÖSO’nun halihazırda kontrol ettiği bölgenin batı ve doğusunda PKK, güneyinde ise rejim güçleri bulunmaktadır. PKK batıda Rusya, doğuda ise ABD tarafından korunmaktadır. Bu durum Türkiye’nin bundan sonraki Suriye siyasetinde sahip olduğu öncelikleri belirleyecek bir düzeye ulaşmıştır. Bu aşamada, Türkiye’nin FKH ile kurtarılan bölgeler haricinde yeni bir kampanya başlatabilmesi için Rusya veya ABD’den en az biri ile anlaşması gerektiği değerlendirilebilir. Bu iki büyük aktörden birinin, PKK üzerindeki korumasını bitirmesi veya belli alanlarda azaltması durumunda, Türkiye’nin PKK’ya karşı yeni bir askeri harekata başlaması için uygun bir ortam oluşabilir. Ancak bu durum Türkiye’nin Suriye iç savaşının genel seyrindeki pozisyonunun nasıl ve hangi boyutlarda şekilleneceği ile doğrudan ilgilidir. Hatta bu öncelik Türkiye’nin Suriye politikasındaki bütüncül resmi yeniden tanımlaması anlamına da gelebilir. Esed karşıtı diğer bölgesel aktörlerin muhalefetin arkasındaki desteğini çekmeye başlaması ve Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını tehdit altında görmesi, Ankara’nın Suriye politikasında belirleyici bir etkiye yol açabilir. Özellikle FKH sonrası Astana süreci ile başlayan diplomatik zemini Suriye’de ateşkes sağlanması ve çatışmasızlık bölgelerinin ilan edilmesi suretiyle başarılı bir şekilde yürüten Türkiye, yukarıda ifade edilen Suriye’nin toprak bütünlüğü hedefini gerçekleştirmek için Rusya ve İran ile daha fazla ve yakın çalışabilir.
Türkiye’nin, Suriye’de Rusya ve özellikle İran ile ilişkilerinin seyri, Irak’ın Tel Afer, Sincar ve Musul bölgelerindeki terörle mücadelesini de yakından etkilemektedir ve etkilemesi beklenmelidir. Türkiye, güney sınırındaki terörist tehditlere karşı bütüncül bir savunma kurmak için Suriye ve Irak politikasını bir bütün olarak okumak durumundadır. FKH bölgesi Türkiye’nin Suriye’deki ve hatta bölgesel ölçekteki stratejik angajmanları ve diğer politik tercihleri için bir basamak teşkil edebilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle bu varlığın korunması stratejik düzeyde önemlidir.
[Anadolu Ajansı, 24 Ağustos 2017].