SETA > Yorum |

Türkiye-AB Müzakerelerinde Birinci Yılın Muhasebesi: Tespitler, Öneriler ve Projeksiyonlar

SETA PANEL Oturum BaÅŸkanı:      Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya       Ä°TÜ KonuÅŸmacılar:     Prof. Dr. Haluk GünuÄŸur     BaÅŸkent Üniversitesi     Prof. Dr. Ä°hsan Dağı     ODTÜ Tarih: 31 Ekim 2006 Salı Saat: 16.30 – 18.30 Yer: SETA, Ankara

SETA PANEL

Oturum BaÅŸkanı:      Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya       Ä°TÜ

KonuÅŸmacılar:     Prof. Dr. Haluk GünuÄŸur     BaÅŸkent Üniversitesi     Prof. Dr. Ä°hsan Dağı     ODTÜ

Tarih: 31 Ekim 2006 Salı Saat: 16.30 – 18.30

Yer: SETA, Ankara

AB müzakereleri yavaÅŸ mı gidiyor? Türkiye’de reformlar aksıyor mu? AB üyeliÄŸine kamuoyu desteÄŸi neden azaldı? Kıbrıs ve Ermeni Sorunu süreci nasıl etkileyecek? SETA AB müzakerelerinin baÅŸlamasının birinci yıldönümü münasebetiyle, bu gibi soruların ele alındığı, son bir yıllık süreci deÄŸerlendiren bir panel düzenledi. Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya'nın yönettiÄŸi panelde, Prof.Dr.Haluk GünuÄŸur (BaÅŸkent Üniversitesi) ve Prof.Dr. Ä°hsan D. Dağı (ODTÜ) birer konuÅŸma yaptı.

Prof. Dr. Haluk GünuÄŸur: Ben öncelikle dünden bugüne AB-Türkiye iliÅŸkilerine deÄŸineyim. O zaman daha saÄŸlıklı bir ÅŸekilde AB sürecini deÄŸerlendirmek ve kimlerin ne ölçüde sürece katkıda bulunduÄŸunu  görmek mümkün olur. 31 Temmuz 1959’da Ortak Pazar’a ortaklık için ilk baÅŸvuru DP iktidarı döneminde BaÅŸbakan Adnan Menderes tarafından yapıldı. 1961 yılında MBK, Ortaklık müzakerelerine devam edilmesi yönünde bir talepte bulunur. Ordu dahi, yıktığı iktidarın yapmış olduÄŸu baÅŸvurunun arkasında durarak, Mart ayında Cemal Gürsel imzalı bir mektubu Avrupa Ekonomik TopluluÄŸu’na gönderir. 12 Eylül 1963’te, CHP iktidarı döneminde Ä°smet Ä°nönü Ankara AnlaÅŸması’nı imzalar. 23 Kasım 1970’te Adalet Partisi döneminde Süleyman Demirel, Türkiye’yi Gümrük BirliÄŸi’ne sokacak olan ünlü Katma Protokolü imzalar. Arkasından ANAP döneminde Özal, 14 Nisan 1987’de tam üyelik baÅŸvurusunda bulunur. Daha sonra ise DYP lideri Tansu Çiller, Gümrük BirliÄŸi AnlaÅŸması’nın tamamlanmasını öngören 6 Mart Paketi’ni imzalar.  Ardından 1978’de yaptığı siyasî hatayı sanki telafi edebilecekmiÅŸçesine Bülent Ecevit, 1999 yılı yazında aday sayılma talebinde ve Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirme taahhüdünde bulunur. 1999 Aralık ayında ise Türkiye’nin aday sayıldığı Helsinki Zirvesi yapılır; o sırada Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli önderliÄŸindeki DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti iktidardadır. Nihayet müzakerelerin baÅŸlama kararının alındığı 17 Aralık 2004 ve tarama sürecinin baÅŸladığı 3 Ekim 2005 tarihlerinde Tayyip ErdoÄŸanlı AKP iktidarı baÅŸtadır. Bu süreç bize ÅŸunu gösterir: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde AB sürecinin tek bir iktidarın tekelinde olması imkansız bir durumdur. Askerlerle birlikte 9 ayrı siyasî iktidarın bu süreçte katkısı vardır. Türkiye 1987’de ilk tam üyelik baÅŸvurusunu yaptı; ancak 1989’da DoÄŸu Bloku’nun çökmesi bütün hesapları deÄŸiÅŸtirdi. Kıbrıs, Malta  dışındakiler Eski Demirperde’den pek çok ülkenin Avrupa kapısında sıraya girmesi üzerine Haziran 1993’te Kopenhag Kriterleri tanımlandı. Türkiye için kritik olan 4 zirve; Lüksemburg (Aralık 1997), Helsinki (Aralık 1999), Kopenhag (Aralık 2002) ve Brüksel (Aralık 2004) zirveleridir. Lüksemburg’da dışlanan Türkiye, Helsinki’de “aday ülke” sayıldı ve Katılım Ortaklığı Belgesi’ni imzalayarak Ulusal Program hazırlamayı taahhüt etti. Bunun sonucunda, süreç içerisinde; - Ä°dam cezası kaldırıldı - Ana dilde yayın ve eÄŸitim hakkı tanındı - DüÅŸünce özgürlüÄŸü önündeki engeller –önemli ölçüde- kaldırıldı - MGK sivilleÅŸti; kararları “öneri” haline getirildi - OHAL kaldırıldı - DGM’ler kaldırıldı - Dernekler Kanunu liberalleÅŸtirildi - AÄ°HM kararları gereÄŸi yeniden yargılama yapıldı - Sistematik iÅŸkenceye son verildi - AÄ°HS’ye ekli bütün protokollere taraf olundu - Ä°nsan hakları konularında uluslar arası hukuk kurallarının iç hukuk kurallarına önceliÄŸi saÄŸlandı Türkiye 2007-2013 bütçe döneminde aday ülke olarak görünecek; dolayısıyla 2014’e kadar tam üyeliÄŸin gerçekleÅŸmesi mümkün deÄŸildir. Müzakerelerin “ucu açık” ve “sonucunun garanti edilemez” oluÅŸunun ayrıca vurgulanması Türkiye açısından ağır bir durumdur. Hiçbir müzakerenin sonucu zaten baÅŸtan belli olamaz; olsaydı müzakere (negociation) olmazdı. Ancak bu gerçek, hiçbir aday ülke için vurgulanmadığı halde, Türkiye için özellikle hatırlatılmıştır. Ä°nsan hakları ve azınlık hakları gibi konularda ciddi ve sürekli ihlallerin yaÅŸanması halinde müzakereler her aÅŸamada askıya alınabilecektir. Süreç boyunca sivil toplum kuruluÅŸları ile iliÅŸki kurulacağının belirtilmesi önemli bir vurgudur; çünkü Türkiye’nin üyeliÄŸi, siyasî karar mekanizmaları dışında, kamuoylarının ikna edilmesine baÄŸlıdır. Son kararı sivil toplum, bir bakıma sokaktaki insan verecektir. Mesela Fransa’da doÄŸrudan halk oylaması ile diÄŸer ülkelerde parlamento oyu ile Türkiye’nin üyeliÄŸine karar verilecektir; sadece siyasî iktidarların en üst düzeyde anlaÅŸma imzalamaları yetmez. Müzakere tarama süreci, Türkiye’nin mevzuatının AB mevzuatına uyarlanması, uyumlu hale getirilmesidir. “Hazmetme kapasitesi” dışlayıcılık içermez; üç alana iÅŸaret eder: Sosyal kapasite, malî kapasite ve idarî kapasite. Bu kavramın ve müzakerelerin açık uçlu oluÅŸunun vurgulanması, aslında, Türkiye’nin üyeliÄŸi konusunda ciddi çekinceleri olan Avrupa kamuoyunu sakinleÅŸtirmeye yöneliktir. Yoksa hukukî bakımdan bunların hiçbiri tam olarak Türkiye’nin önünü kesen ÅŸeyler deÄŸildir. Türkiye’nin önünü kesebilecek olan, müzakere sürecinin bizzat kendisidir; “tüm dosyalarda uyum saÄŸlanmadan, hiçbir dosyada uyum saÄŸlanmış sayılmaz.” Zaten üç dosyanın açılması ÅŸimdiden imkansız gözüküyor. Limanların bütün üye devletlere (Güney Kıbrıs dahil) açılması mümkün olmadığına göre, bu, “kalkın gidin” demektir.

Prof. Dr. Ä°hsan D. Dağı: 1959’dan beri Avrupa BirliÄŸi çorbasında her iktidarın tuzunun olduÄŸu görülüyor. Ortada genel bir konsensüs var; ancak ben bu konsensüsün 1999’da çatladığını düÅŸünüyorum. Türkiye’nin modernleÅŸtiricileri, AB’yi kültürel bir proje olarak tanımladılar ve onu Türkiye’nin tarihî BatılılaÅŸma ve modernleÅŸme sürecinin nihaî-mantıkî sonucu olarak gördüler. AB üyeliÄŸinin meÅŸrulaÅŸtırıcı mantığı Türkiye’nin kültürel modernleÅŸmesi ekseninde oluÅŸtu.  1960’larda zaten çok uzak bir hedef olarak görüldüÄŸü için AB sürecine ne bireysel, ne de kurumsal düzeyde ciddi bir muhalefet olmadı; sadece o dönemde bazı sol ve Ä°slamcı kesimlerin mesafeli durduÄŸu biliniyor. 1999’da ise AB üyeliÄŸinin kültürel bir proje olmak yerine, siyasal bir yeniden yapılanma projesi olduÄŸu ortaya çıkınca durum farklılaÅŸtı. Biz bunu o zaman fark ettik; ama aslında 90’larda Maastricht ile baÅŸlayan süreçte AB’nin siyasal hüviyeti daha belirgin hale gelmiÅŸ ve Avrupa demokrasi, insan hakları gibi konularda siyasal bir pozisyon almaya baÅŸlamıştı. 1999’da AB konusundaki kurumsal konsensüs dağılırken, derinlerden yeni bir konsensüs belirmeye baÅŸladı: Toplumsal konsensüs. Türkiye’de devletin yeniden yapılandırılmasını, demokratikleÅŸtirilmesini isteyen ait toplumsal kesimler (çevre) AB sürecine destek olmaya baÅŸladı. 1999’dan günümüze kadar AB projesi, devlet politikası olmanın ötesine geçerek bir toplum politikası olarak ilerledi. Böylece AB üyeliÄŸi siyasetin toplumsal meÅŸruiyetinin de bir unsuru haline gelerek bu süreci yürüten iktidarların iÅŸini kolaylaÅŸtırdı. Son bir yıldır AB sürecinin toplumsal desteÄŸi azalırken, devlet bürokrasisinin de aslında AB projesine pek sıcak bakmadığı ortaya çıkıyor; bu, AB sürecini yönetmeyi güçleÅŸtiren bir durumdur. Yapılması gereken temel iÅŸ, AB sürecinde kamuoyunun yönetilmesidir. Kamuoyu desteÄŸi olmazsa, bu projeyi üstlenecek siyasal aktörler bulmak çok zorlaÅŸacaktır. AB üyeliÄŸi konusunda toplumsal uzlaşı yanında kurumsal bir uzlaşının da gösterilmesi gerekmektedir ve bu konuda siyasal iktidara ciddi bir görev düÅŸmektedir. ÖrneÄŸin, yargının muhafazakâr direncini dikkate almadan, ordunun kafasını netleÅŸtirmeden bu süreci yönetmek çok zordur. Türkiye’nin bütün teknik ÅŸartları yerine getirmesi halinde bile, sadece Kıbrıs Rum Kesimi gibi küçücük bir ülkenin vetosu ile AB üyeliÄŸini elde edememe ihtimali çok vahim bir durumdur ve bizim bu bataÄŸa nasıl saplandığımızı sorgulamamız lazım. Ben bunun müsebbibinin ve bu iÅŸi temizlemesi gerekenlerin Ä°ngilizler olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Hükümetin, kurumsal uzlaşıyı bir anlamda devre dışı bırakarak Anan Planı’nı onaylaması önemli bir inisiyatiftir. Türkiye’nin müzakere süreci boyunca zaman kazanmaya çalışması hiç de mantıklı deÄŸil; çünkü 2013 vizyonunu kaçırdığımızda süreç 10 yıl sonrasına sarkacaktır. Yine de Aralık ayında bir “tren kazası”nın yaÅŸanacağına ihtimal vermiyorum. Ancak gelecek yıla kadar zaman kazanmış olsak bile, Kasım başında seçimler yapıldıktan sonra alelacele kurulan bir hükümetin –hele bu bir koalisyon hükümeti olursa- 2007 Aralık ayında yaklaÅŸan tehlikeyi bertaraf edecek bir siyasal irade ve manevra sergileyebileceÄŸine ihtimal vermiyorum. Åžu  anda bile, bütün koÅŸullar yerine getirilmiÅŸ olsa, ben Türk ordusunun AB’ye evet diyeceÄŸine inanıyorum. Türkiye hâlâ AB’yi siyaseten konuÅŸuyor; oysa bunun teknik yönleriyle konuÅŸuluyor olması lazım. Siyasal gündemler üstesinden gelinebilecek gibi deÄŸil ve bize sadece zaman kaybettiriyor.

Prof. Dr. Haluk GünuÄŸur

Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Fransa’nın Aix-Marseilles Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, "Türkiye’nin GeniÅŸlemiÅŸ Avrupa TopluluÄŸu’na Ortaklığı" konulu teziyle "hukuk doktoru" oldu.  Aynı süre içinde Brüksel’de AT Komisyonu nezdinde önce stajyer, sonra "Gümrük BirliÄŸi Genel MüdürlüÄŸü"nde uzman olarak çalıştı.  Türkiye’ye döndükten sonra, DışiÅŸleri Bakanlığı’na "hukuk danışmanı" olarak girdi.  Türkiye’yi birçok uluslararası toplantıda delege olarak temsil etti.  1984 yılında akademik kariyere geçti.  1987 yılında doçent, 1993 yılında da profesör oldu.  Konusunda en eski ve en geniÅŸ katılımlı sivil toplum kuruluÅŸu olan Türkiye-Avrupa BirliÄŸi DerneÄŸi’nin Genel BaÅŸkanı olan Prof. Dr. GünuÄŸur, halen BaÅŸkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öÄŸretim üyesidir.

Prof.Dr. İhsan D. Dağı

1964 yılında doÄŸdu. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdikten sonra Lancaster Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümünde master (1989) ve doktorasını (1993) tamamladı. 1993 yılından bu yana ODTU Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümü öÄŸretim üyesi olan Ä°hsan D. Dağı 1998 yılında Doçent oldu. 2001-2002 akademik yılında Georgetown Üniversitesi'nde misafir öÄŸretim üyesi olarak bulunan Dağı TUBA, NATO, Open Society Enstitute ve Fulbright araÅŸtırma bursları kazandı. BaÅŸlıca çalışma alanları Avrupa BirliÄŸi, insan hakları, OrtadoÄŸu ve Türkiye'de Ä°slamcı hareketler ve Türk dış politikasıdır.