Mark Twain'e atfedilen bir cümle de "Tanrı savaşı Amerikalılar coğrafyayı öğrensin diye yarattı" derler ya sanki bu koronavirüs belası da dünyalılar Amerika'yı öğrensin diye ortaya çıktı.
Hepimiz aslında biraz şaşırdık. En azından Mart ayında koronavirüs salgınının dünyaya yayılmaya başladığını ve ayrım gözetmeksizin tüm toplumlara vereceği zararı az çok fark etmeye başlamıştık. Ulaşım ve taşımacılığın insanlara bu denli geniş imkanlar sağladığı bir dönemde bu tip riskleri de yanında getirmemesi pek mümkün görünmüyordu. Önce Çin sonra İran ardından İtalya'dan gelen haberler hiç de iç açıcı değildi. Virüs hızla yayılıyor ve sağlık sektörü üzerinde büyük bir baskı yaratabiliyordu. Ekonomik sıkıntı yarattığı ve bazen hayatı durma noktasına getirdiği de ayan beyan ortadaydı. Ancak bir süper güç olarak ABD'nin bu salgının merkez üstüne dönüşebileceği ve bir aylık bir zaman zarfında neredeyse 40 bin insanın ABD'de bu hastalıktan öleceği aklımıza bile gelmemişti. Evet son yıllarda ABD'nin gerileyişi siyaset biliminin, uluslararası ilişkilerin, ekonominin, gazetecilerin ve komplo teorisyenlerinin en favori konusuydu. Ancak ABD Başkanı ile New York eyaleti valisinin haftalarca maske yetersizliğinden sızlanıp karşılıklı atışacağını öngörememiştik. Hastane önündeki kuyruklar, yeterince test kiti olmadığı için virüs taşıyıcısı olup olmadığını öğrenemeyen milyonlar, seyyar morglar, toplu mezarlar ve bir ayda 20 milyona varan işsiz sayısı, önümüze hakkında uzun uzun konuşulacak ve yazılacak bir ABD profili çıkardı. Gözle görünmez bir virüsün kafamızdaki ABD imajına bu denli zarar verebileceğini kimse tahmin edemiyordu. Bir büyük güç olarak büyük fiyaskoların, büyük krizlerin ve büyük skandalların da başrolünde olabileceğini unutmuştuk. Hem de bu ülkenin son yirmi senede yaşadığı ekonomik, iklimsel, güvenlik ve siyasi krizlerine rağmen. Dünyada yolunda gitmeyen her şey hakkında tam olarak neyin yanlış gittiğine dair gazetecilik hikayeleri, kitaplar ve belgeseller hazırlanan ABD hakkında bu salgın sonrası oldukça ilginç çalışmalar elbette yapılacaktır. Ancak belki önce neden ABD'nin hazır olmadığını ve hazırlıksız olduğuna neden şaşırdığımızı anlamak gerekiyor.
Amerika toplumunda salgın hastalıklar Avrupa'daki kolektif hafızada veba salgınının bıraktığı izi bırakmamış olsa da özellikle İspanyol gribi ve çocuk felci oldukça geniş kitleleri etkilemişti. İki okyanus arasında olmasının avantajıyla birçok salgından çok da fazla zarar görmeden kurtulan Amerikan halkı Birinci Dünya Savaşı'na giden askerlerin dönüşünde İspanyol gribi ile tanışmış ancak 650 bin kadar Amerikalının öldüğü salgın çabucak unutulmuştu. Laura Spinney'nin İspanyol gribi üzerine yazdığı kitapta Amerikalıların bu salgını toplumsal olarak anmak yerine bireysel olarak hatırlamayı tercih ettiği yazılmıştı. Netice de tıpkı David Foster Wallace'ın ifade ettiği gibi Amerikalılar yalnızlıklarına televizyonlarına oldukları kadar bağımlı bir toplumdu. T. H Lawrence'a göre Amerikan ruhu izole ve bir başınaydı. Tıpkı kaybedilen Irak Savaşı sonrasında olduğu gibi İspanyol gribi hakkında çok fazla şey kaleme alınmamıştı. Aynı durum çocuk felci salgınında da ortaya çıktı. Tıpkı Daniel Defoe'nun Veba Yılı Günlüğü'nü andıran Philip Roth'un Nemesis romanında olduğu gibi bu salgın da bireysel bir durum ifade ediyordu.
Kendi yaşadığı salgınlara kapalı Amerikan popüler kültürü kurgusal salgınlar konusunda ise oldukça üretkendi. Toplumsal hafıza salgınları unutmak istese de yazar ve senaristlerin hayal gücü farklı salgın öykülerini ABD'de dolaşıma sundu. Özellikle Hollywood, konu salgın hastalıklar olunca bir viral salgının Çin'den dünyaya seyahat eden insanlar üzerinden bulaşıp yayılmasını konu alan Contagion filmi kadar gerçekçi, Afrika'dan dünyaya yayılan bir hastalığı konu alan Outbreak filmi kadar karanlık, kaynağı belli olmayan bir virüsün insanları zombiye çevirdiği World War Z kadar fantastik ve Resident Evil kadar kötü filmler yapabildiğini gösterdi Ama işte bu kurgusal eserlerin çoğu toplumda dinozorların insanlara saldırdığı Jurassic Park veya uzaylıların dünyayı işgal ettiği Independence Day kadar sıra dışı olarak görüldü.
Devletin kurumları bu konulardan aslında pek de habersiz değildi. 1996'da Clinton başkan iken bu konuda ciddi bir yol haritası hazırlanmıştı. 2000'de bu sefer CIA hazırladığı raporda bulaşıcı hastalıklar ve salgınları sıra dışı tehditler arasında göstererek bunların ABD ulusal güvenliğine yaratabileceği riskler üzerinde durmuştu. Özellikle ulaşım ve seyahat kolaylığı ve ortaya çıkan çevre sorunlarının böyle bir hastalığın hızla yayılmasını sağlayabileceği ifade ediliyordu.
Daha sonra ortaya çıkan SARS salgını bu yazılanların ne kadar ciddiye alınması gerektiği de ortaya koydu aslında. Kısa zamanda ABD ölçeğinde ciddi bir zarar yaratmasa da ortaya çıkardığı endişe daha geniş çapta yayılım sağlaması durumunda bu salgının ABD sağlık altyapısında yaratacağı stresi ve baskıyı gözler önüne serdi. Ancak bu yıllarda ABD ulusal güvenlik doktrinindeki öncelikli bazı maddeler -terör, ırak ve Afganistan savaşı ve nükleer silahlanma- başka türlü tehdit risklerini gölgede bırakmıştı.
2000 yılından itibaren aslında ABD istihbaratının yazdığı tüm tehdit değerlendirme raporlarında bulaşıcı hastalık ve salgın tehlikesinden bahsediliyordu. Örneğin 2018 yılı raporunda ABD istihbaratı MERS koronavirüsün pandemik potansiyeline dikkat çekmişti. Böyle bir salgın durumunda ulusal ve uluslararası kaynaklar yetersiz kalabilecek ve sosyal ve ekonomik hayat olumsuz etkilenebilecekti. En son yayınlanan 2019 raporu bu tehlikeyi bir kez daha ortaya koymuştu. Bu sefer daha spesifik olarak hayvandan insana geçecek bazı bulaşıcı hastalıklardan bahsedilmiş ve bunun dünya ekonomisine ve güvenliğine yaratacağı riskler üzerinde durulmuştu. Ancak karar verici kurum ve kişilerin bu uyarı ve tehdit algılamalarına yeterli ilgi göstermemiş olduğu Koronavirüsün yayılmasıyla kendisini gösterdi.
Tüm bu rutin uyarılar ve tehdit değerlendirmelerinin yanında coronavirüsün Çin'de yayılmaya başlamasından sonra da ABD'de güvenlik kurumları meselenin yeni bir pandemiye yol açabileceği konusunda yönetimi uyarmaya çalışmıştı. Ancak SARS, MERS ve Ebola gibi salgınların bir anlamda ABD'yi teğet geçmiş olması Beyaz Saray'ı cesaretlendirmiş olacak ki koronavirüse de kış aylarında ortaya çıkıp Nisan ayında havanın ısınmasıyla ortadan kendi kendine kaybolacak bir grip muamelesi yapıldı. Daha sonra ortaya çıkan ve basına sızdırılan raporlar ABD'de Sağlık Bakanlığının ve Trump'a yakın danışmanların da bu konuda uyarıda bulunduğu gösterdi. Ancak bir türlü Mart ayının ortasına kadar bu konuda yeterince önlem alınamamıştı.
Krizin "bir cisim yaklaşıyor" modunda günden günde yaklaşması ve bu konuda herkesin birbirini uyarmasına rağmen devlet aygıtının tam olarak neden önlem almakta geciktiği ileride detaylı bir şekilde araştırılacak. Belki 11 Eylül sonrası olduğu gibi Kongre iki partinin katılımıyla yeni bir komisyon oluşturup bir rapor yazdıracak. Belki de önümüzdeki aylarda iki parti ve iki başkan adayı açısından birbirlerini suçlayıp günah keçisi arayacakları bir mevzu olarak kalacak. ABD'nin tıpkı Katrina kasırgasında olduğu gibi "ben geliyorum" diyen bir krize karşı neden bu kadar hazırlıksız yakalandığı ile ilgili yönetişim, iletişim ve karar verme mekanizmaları konusunda tezler yazılacak. Belki önümüzdeki günlerde bu hastalığın aşısı ve ilacı da ABD'li bilim adamları tarafından bulunacak. Belki bu isimler Nobel Tıp ödülünü almaya hak kazanacaklar. Ancak yapılacak bu "otopsi" çalışmalarının hiçbiri hayatını kaybedenleri geri getirmeyecek ve sevdiklerini kaybedenlerin yaşadıkları travmayı ortadan kaldırmayacak.
ABD yönetimi kriz sırasındaki etkisizliği ve dağınıklığı sebebiyle eleştirildiği kadar güven erozyonuna da uğradı. Böyle bir kriz sırasında dünyaya önderlik yapması beklenen bir ülkenin içinde yaşadığı karmaşa sonrası kendi derdine düşmesi uluslararası sistemin geleceği konusunda yeni tartışmaları beraberinde getirebilir. Bu süreçte Amerika'nın tarih sahnesine çıktığı günden beri kurucu dinamiği olarak ortaya çıkan Amerikan rüyası hiç olmadığı kadar zarar gördü. Yaşanan kabusun yarattığı travma gerekli rehabilitasyon ve iç muhasebe sağlanamazsa kendini toplumsal olarak uzun yıllar hissettirecek. Bu kriz ayrıca Amerikalıların kimlik tartışmaları ve toplum ve devlet dinamiğinde önemli bir etken olarak ortaya çıkacak.
Koronavirüsün ABD'ye verdiği zararın etkisinin boyutu biraz da ülkenin bundan sonra yapacaklarına bağlı olacak. ABD'nin bu krizden ne kadar ve nasıl ders alacağı bir muamma. Bu ders ve sonrasındaki uygulamaları önümüzdeki dönemde hem kendi iç dinamiklerini hem de dış politikasında sahip olmak istediği etkiyi belirleyecek. Ülkeye dair hiç umudu kaybetmeyenlerin sürekli olarak ifade ettiği gibi bu kriz sonrası "Amerika tüm diğer opsiyonları denedikten sonra doğru olanı yapan bir devlet" olarak ortaya çıkabilir. Fakat merak edilen koronavirüs krizi sırasında o diğer tüm opsiyonların tüketilip tüketilmediği.
[Sabah, 18 Nisan 2020]
.