II. Dünya Savaşı sonrasının yeni düzeninde, dolar altının yerini almış; ABD, küresel ekonomik ve finansal sistemin merkezine oturmuştu. Çevrede de ABD'yi yeni ticari ve siyasi ortakları Almanya ve Japonya destekliyordu (Bretton Woods sistemi). Böylelikle, ABD dolarının, küresel rezerv para birimine ve ödeme sisteminin temel aracına dönüştüğü yeni bir döneme girildi.
Ancak, savaş sonrası bu yeni dönemde, ABD'nin de desteği ile Almanya ve Japonya çok hızlı büyümüş, zamanla merkeze doğru kaymışlardı. ABD, altına endeksli dolar sistemini sürdüremeyince; 1970 sonrası, ABD ile birlikte, yeni merkez ülkeler konumuna Almanya öncülüğünde Avrupa ve Japonya da yerleşti. Çin ise çevrede onları destekleyen ülke konumuna yükselmişti (Bretton Woods II). Çin'in para birimi ise, Bretton Woods sistemindeki gibi, ABD dolarına bağlanmış, kur kontrol edilerek; karşılıklı çıkar ilişkisi oluşturulmuştu.
Dünyanın geri kalanında ise doların altın konvertibilitesi ortadan kalkınca, fiat para dönemine geçilmiş oldu. 1970'lerden itibaren adım adım Avro'nun temellerini atmaya başlayan Avrupa'nın yanında, birçok ülke ise, ABD öncülüğündeki zenginler kulübünün ve Washington merkezli uluslararası kuruluşların reçetelerine uyarak, neo-liberal politikalar benimsemeye başladılar (Washington Consensus).
2008 Sonrası
Çin, ABD ile sıkı ekonomik ilişkilerin verdiği güçle 1980'li yıllardan itibaren hızla gelişmeye devam etti. 2000'li yıllarda yıldızı parlamaya başlayan Çin, 2008 sonrası da hızla yükselişini sürdürerek, 2014'ten itibaren ise en büyük (SAGP'ne göre) ekonomi konumuna yükseldi. ABD, 1870'lerde devraldığı liderlik bayrağını yaklaşık olarak 140 yıl sonra Çin'e devretti. 2016'da ise, Çin'in yeni bir küresel güç oluşunun bir simgesi olarak, para birimi yuan da IMF'nin rezerv para birimlerinden biri olarak (SDR sepetine) kabul edildi. O dönemki mevcut durumdaki dolar, avro, sterlin ve yen'den oluşan listeye Çin yuan'ı da eklenmiş oldu.
Son dönemde ise, özellikle de batıyı sarsan 2008'deki Küresel Finansal Kriz'den sonra, Çin, (1970'lere gelindiğinde Almanya öncülüğünde Avrupa ve Japonya'nın yaptığı gibi) gelişme evresini tamamlayarak merkez ülke konumuna emin adımlarla oturuyor (yeni bir Bretton Woods sistemi). ABD'nin ticaret savaşları çıkışı, Tayvan gerilimi, Quad gibi önleyici tüm müdahalelerine rağmen, Çin sağlam adımlarla merkez ülke konumuna doğru kayıyor.
Dahası, Çin, bu konumunu ve yeni iddialı duruşunu şansa da bırakmıyor. Planlı, uzun vadeli ve istikrarlı bir süreç içinde ve Kuşak-Yol gibi girişimlerle altyapıyı da sağlamlaştırarak, ilerliyor. Merkezdeki ülkelerin dünyanın geri kalanı üzerinde kullandığı borç sopası ise işlevini sürdürüyor. Daha önce, IMF ve Dünya Bankası gibi Washington merkezli kurumlar üzerinden yürütülen borçlandırma sürecine bu defa, yeni Bretton Woods'un merkezine oturan Çin merkezli borçlandırma stratejisi oturmaya başladı.
Örneğin, Çin, Kuşak-Yol Girişiminin parçası olan ülkelere verdiği altyapı kredileri ile hem kendi ticari ağını güçlendiriyor hem de jeopolitik ve jeo-ekonomik konumunu güçlendiriyor. BRI üzerinden altyapıya akan paralar ise gelir sağlayıcı olamadı ve ekonomik olumsuzlukların katlanarak ortaya çıkması sonucunu doğurdu. Bu ülkelerin çoğunda, aynı zamanda milyarlarca dolarlık bitmemiş projeler de (borç yükünün yanında) ilgili ülkelerin sırtında ayrı bir yük olarak durmaktadır.
Bu dönüşümü ve devam eden süreci, Tayvan gerilimi gibi yeni süreçlerin nasıl etkileyebileceği ise henüz meçhul. Ancak, kesin olan şey, Rusya-Ukrayna gerilimi, Çin gibi yeni büyük küresel oyuncuların ciddi anlamda işine yaradı. Ukrayna'daki gerilimli süreçten en fazla kazançlı çıkan ülkelerden biri de Çin oldu.[1]
Yeni Dönem
Türkiye gibi yeniden silkinen güçlü ve iddialı oyuncular ise, bu merkez-çevre ülke ayrımı ve kârın, getirinin sürekli merkeze aktığı düzenin alternatifleri arayışını sürdürüyor. 'Dünya 5'ten büyüktür' deyimi de ulusal paralarla ticaret de eğilimi de bu yeni arayışın bir sonucudur. Pandemi süreci ve Ukrayna Savaşı, bu eğilimin gücünü artırıyor. Rusya'nın ruble ile enerji ihracatı ve ticaret çıkışları, şimdiden önemli bir etki oluşturmuş durumdadır.
Dünyanın bir yarısında, Türkiye'nin tüm kısa vadeli maliyetlerini de göz-önüne alarak, bu düzene meydan okuyuşu hayranlıkla takip ediliyor. Diğer yanda ise, mevcut sistemin kurallarına göre oynamayan Türkiye, kredi notları ve CDS primleri ile baskı altına alınmaya çalışılıyor. Oyunun kuralları, örneğin herkesin faiz enstrümanı ile hareket etmesi gerektiğini; bu doğrultuda da yine herkesin ABD ve Avrupa'daki faiz kararlarını takip etmesini gerektirir. Türkiye ise heterodoks söylemler ile faiz enstrümanının ötesinde bir yol haritasını zorluyor.
Bu doğrultuda da küresel ekonomik ve finansal sistemin dönüşümü son hız sürüyor. 1940 sonrası dönüşümün neler getirdiğini okumak zor değil. Ancak, pandemi sonrası yeni dönemin renkli ve çok ihtimalli yeni sürecinin neler getireceği henüz net değil. Türkiye gibi yeniden iddialı oyuncuların başarısını zaman içinde değerlendirmek gerekecek. Ancak, merkez ülkelerin karşılıksız bastıkları paralarla ve borç sopası ile oluşturdukları düzen özünde sorgulanmaya başlandı.
[1] Bilal Bağış, "Rusya-Ukrayna Savaşının Küresel Ekonomiye ve Türkiye'ye Etkileri", SETA Rapor No 294, (2022). ISBN: 978-625-8322-09-5.
[Sabah, 27 Ağustos 2022].