8 Nisan’da ABD Başkanı Donald Trump, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun ABD'nin yabancı terör örgütleri listesine eklendiğini duyurdu. Trump İran'ın sadece teröre destek veren bir devlet olmadığını, aynı zamanda aktif olarak terörizmi bir devlet işi olarak destekleyip finanse ettiğini belirtti. ABD’nin bu adımına karşılık olarak İran ABD Merkez Kuvvetleri Komutanlığı’nı (CENTCOM) terör örgütleri listesine aldığını açıkladı. İki devletin karşılıklı olarak resmi askeri yapılarını terör örgütü olarak ilan etmesi bir ilk. Bölgede yaşanan son gelişmelere bakıldığında, söz konusu kararların yeni bir gerilime yol açacağı açıkça görülüyor. Esasen iki ülkenin ortak düşmana karşı son döneme kadar kurdukları fiili işbirliği durumu karşılıklı terör tanımlarıyla bitti; fakat doğrudan bir çatışma dinamiğinden ziyade, bölgede adeta küçük bir Soğuk Savaş’ın yaşanması muhtemel.
ABD’nin İsrail ve Körfez blokunu merkeze alan Ortadoğu politikası, alınan kararlar, uygulanan keyfi yaptırımlar ve uluslararası hukukun hiçe sayılması bölgede var olan istikrarsızlığı tırmandırmaktır.
ABD ve İran arasında süregelen fiili işbirliği
ABD ve İran arasında ortak düşmana ve çıkar ortaklığına dayanan fiili işbirliğinin temelleri Bush yönetimindeki ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri sırasında atıldı. Ahmedinejad’ın Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesinde ABD’ye yardım sağladıklarını açık bir biçimde ifade etmesi unutulmamalıdır. ABD’nin Irak’ta Saddam Hüseyin’i ve Afganistan’da Taliban yönetimini devirmesi sonrasında, İran için bölgede yeni bir alan açılmıştı. Afganistan’da özellikle Kuzey’deki güçlerle ilişkiler kuran İran, Şii Hazaralar üzerinde ise önemli bir etki alanı oluşturmuştu. Irak’ta ise Şiilerin yönetime gelmesi ve özellikle İran yanlısı Nuri el Maliki’nin hükümeti kurmuş olması, İran’ın Irak’taki varlığının artmasına imkan tanımıştı. ABD ile beraber hareket eden Sünni Arapların yönetimden uzaklaştırılması ve ABD’nin sözünü tutmaması sonucunda, Irak’ta İran daha da güçlenmişti. Fakat İran ve ABD arasındaki fiili işbirliğin sükse yapmasının sağlayacak ortak düşman DEAŞ olacaktır.2014 yılında DEAŞ’ın Musul’u ele geçirip Erbil ve Bağdat’a doğru ilerlemesi karşısında, Irak’ta DEAŞ’a karşı hava saldırıları düzenlemeye başlayan ve uluslararası bir koalisyon kuran ABD, sahada DEAŞ’a karşı savaşacak askeri yapılara ihtiyaç duymaktaydı. Suriye’de PKK ve Kuzey Irak’ta Peşmerge ile işbirliği yapan ABD, Irak’ta ise DEAŞ’a karşı İran ile işbirliği yapmıştı. Irak ordusunun DEAŞ karşısında dağılmasını müteakip kurulan Haşdi Şabi yapılanması, İran Devrim Muhafızları’nın yönlendirmesi, eğitimi ve desteği ile sahada DEAŞ’a karşı savaşmıştı. Ayrıca yine ABD’nin terör listesinde bulunan ve Lübnan’dan gelen özel eğitimli Hizbullah militanları Haşdi Şabi’ye destek olmuştu. DEAŞ’a karşı savaşta ABD Haşdi Şabi’ye hava desteği ve silah, ekipman ve mühimmat desteği sağlarken, İran Devrim Muhafızları da aynı şekilde destek sağlayıp bilfiil sahada Haşdi Şabi milislerini yönlendirmekteydi. DEAŞ’ın sunduğu ortak düşman sayesinde, İran ABD desteğiyle Musul’a, Ramadi’ye, Felluce’ye ve Kerkük’e girmeyi başarmıştı. Irak’taki söz konusu fiili işbirliğinin en sembolik görüntüsü, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD yapımı Hummer araçları arasında Haşdi Şabi milislerine hitaben yaptığı motivasyon konuşmasıdır: Ekipman ve mühimmat ABD’den, ideoloji ve savaşçı İran’dan.
Terör tanımı sonrasında, Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren CENTCOM’un ve İran Devrim Muhafızları’na bağlı askeri birliklerin tutumu belirleyici olacaktır. Olası bir gerilimde Suriye ve Irak’taki dengeler yeniden değişecek ve bölge yeni bir kaosa sürüklenecektir.Bir diğer işbirliği ise Suriye’nin Palmira kentinde yaşanmıştı. Esed rejimi, İran Devrim Muhafızları, İran destekli Şii milisler ve Rusya’nın tarihi Suriye kentinde DEAŞ’a karşı yürüttüğü operasyona ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon doğrudan destek vermişti. Ayrıca Suriye’de Esed rejimi adına savaşan milis yapıların önemli bir kısmının, İran’ın Afgan Hazaralardan devşirdiği militanlardan oluşması da önemlidir. ABD İran’ın Suriye politikasının amaçları arasında Tahran’dan Şam’a ve Hizbullah’a ikmal hattı kurmayı saysa da, İran zaten Şam havaalanını ikmal için istediği gibi kullanmakla beraber, El Kaim-Ebu Kemal bölgesinden de kara ikmal hattı kurmuştur. ABD’nin El Tanf bölgesindeki varlığı İran’ın kara hattını engellemekle izah edilse de, aslında tek işlevi Tahran’dan Şam’a giden ikmal hattını 4,5 saat uzatmaktan ibaret.
CENTCOM ve İran Devrim Muhafızları’nın terör örgütü ilan edilmesi
ABD’nin Devrim Muhafızları’nı, İran’ın ise CENTCOM’u terör örgütü listelerine eklemesi, Trump yönetimiyle beraber daha da görünür olan popülist ve İsrail odaklı siyasetin bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Trump yönetimi, Obama döneminde İran ile yürütülen normalleşme girişimlerini ve nükleer anlaşmayı da tek taraflı olarak feshederek, Avrupalı partnerlerinin dahi tepkisini çekmişti. Bölgede ABD’nin İran’a karşı attığı adımları Suudi Arabistan-BAE bloku ve İsrail memnuniyetle karşılarken, ortaya çıkan tablo, bölgenin güvenliğine zarar vermeye devam etmektedir. Trump yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi ile Golan tepelerindeki İsrail işgalini meşrulaştırma kararları da bu popülist ve İsrail odaklı siyaseti açık bir şekilde ortaya koymaktadır. ABD’nin İsrail ve Körfez blokunu merkeze alan Ortadoğu politikası, alınan kararlar, uygulanan keyfi yaptırımlar ve uluslararası hukukun hiçe sayılması bölgede var olan istikrarsızlığı tırmandırmaktır.
Doğrudan bir çatışma durumda, İran’ın Suriye’deki varlığı oldukça büyük olduğundan, ABD’nin sahadaki partneri olan YPG’nin aktif olarak İran’a karşı pozisyon belirlemesi gerekecek ki bu durum Suriye’deki denklemin yeniden kurulmasına yol açabilir.ABD’nin ve İran’ın karşılıklı terör örgütü tanımlamaları sonucunda, özellikle Irak ve Suriye’de ne olacağı önemli bir soru işaretidir. Ortak düşmana karşı fiili işbirliği kuran iki devlet, ortak düşmanın göreceli olarak bitirilmiş olmasıyla bölgede karşı karşıya gelmiştir. Terör tanımı sonrasında, Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren CENTCOM’un ve İran Devrim Muhafızları’na bağlı askeri birliklerin tutumu belirleyici olacaktır. Olası bir gerilimde Suriye ve Irak’taki dengeler yeniden değişecek ve bölge yeni bir kaosa sürüklenecektir. Doğrudan bir çatışma durumda, İran’ın Suriye’deki varlığı oldukça büyük olduğundan, ABD’nin sahadaki partneri olan YPG’nin aktif olarak İran’a karşı pozisyon belirlemesi gerekecek ki bu durum Suriye’deki denklemin yeniden kurulmasına yol açabilir. Irak’a bakıldığında ise böyle bir senaryonun, İran’ın doğrudan Irak merkezi hükümetine bağlı Haşdi Şabi milislerinin ve dolayısıyla Irak merkezi hükümetinin taraf seçmesini beraberinde getirecektir.
ABD’nin ve İran’ın doğrudan karşı karşıya gelmesinden ziyade, önümüzdeki süreçte Ortadoğu’da adeta küçük bir Soğuk Savaş’ın yaşanması ve ABD’nin İran’ı yaptırımlar ve siyasi angajmanlarla sınırlandırmayı tercih ettiği bir denklemin ortaya çıkması muhtemeldir. Bu bağlamda, İran Devrim Muhafızları’nın terör örgütü olarak ilan edilmesi, doğrudan İran’ı hedef almaktan ziyade, İran Devrim Muhafızları ile ortak hareket edecek kişi, kurum ve devletlere karşı bir baskı aracı olarak öngörülebilir. Ayrıca İsrail gibi İran’a karşı doğrudan askeri müdahalelerde bulunan aktörlerin de cesaretini artıracaktır.
Terör tanımının ABD ve İran tarafından araçsallaştırılması
ABD’nin Ortadoğu’da istikrarsızlığı ve terörü finanse ettiği en gözde alan olarak Suriye gösterilebilir. Obama döneminde başlayan ve Trump döneminde de devam ettirilen YPG/PKK’nın siyasi ve askeri olarak desteklenerek meşru bir aktör haline getirilmesi çabası, Türkiye’nin tüm itirazlarına ve hukukun hiçe sayılmasına rağmen devam ediyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğu ifade etmesine, CIA’nın açık raporlarında dahi YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğu gerçeğinin yazılmasına rağmen, ABD bu politikasında ısrar ediyor. PKK’nın ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak kabul edilmesine rağmen izlenen bu politikalar, ABD’nin bölgedeki terör örgütlerine karşı takındığı tavrı anlamsızlaştırmakta ve ABD’nin terör tanımının ne denli siyasileştiğini de göstermektedir.YPG/PKK’nın Suriye’de aktör haline getirilmesine karşı net bir tavır göstermeyen diğer bir ülke ise İran’dır. Türkiye’nin Suriyeli muhaliflerle beraber Afrin’e düzenlediği harekat sürecinde, İran’ın kontrolündeki Şii milislerin bölgeye gelerek TSK’ya karşı savaştığı gerçeği de önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin uzun süredir PKK’ya karşı ortak operasyon çağrılarına İran’dan Türkiye’nin istediği ölçüde müspet bir cevap gelmemesi de bu noktada dikkate değerdir.
Gelinen noktada ABD ve İran’ın karşılıklı olarak CENTCOM ve İran Devrim Muhafızları’nı terör örgütleri listesine eklemesi, dünya siyasetinde giderek artan popülist siyasi yaklaşımların bir tezahürüdür. Bununla birlikte iki ülkenin de terör örgütlerine karşı ilkeli bir tavır almaması, mevcut kararların da ciddiyetini sorgulatmaktadır. ABD’nin İran’a karşı, İran’ın da bölgede yükselttiği tansiyon, karşılıklı olarak kendi çıkarlarına ve varlıklarını meşrulaştırmaya uygun bir diğer yol olarak görünmektedir. Türkiye açısından bakıldığında ise her iki ülkenin de hem Suriye’de hem de Irak’ta (başta PKK olmak üzere) terör örgütlerine karşı ilkeli bir tavırdan uzak yaklaşımlar sergilediği açıktır.
[AA, 11 Nisan 2019].