Kürt siyasi hareketi ve bu hareketin aktörleri, öngörülen Demokratik Açılım sürecini bir fırsat olarak görerek yeniden yapılanma sürecine mi girecek; yoksa devlet karşıtı söylemleri ve çatışmacı siyasal dili sürdürerek kendi iç zaaflarını göz ardı etmeye devam mı edecek? Bu sorunun cevabı, Kürt siyasetinin geleceği ve yeniden yapılanması konusunda önemli ipuçlarını barındırıyor. DTP’nin yerine kurulan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’nde tabandan gelen eleştiriler, kısmen de olsa partide bazı iç değişikliklerin önünü açtı. BDP’nin, 1 Şubat’taki Olağanüstü Kongresi’ne MHP lideri Devlet Bahçeli ile CHP lideri Deniz Baykal’ı davet etmesi, sembolik açıdan önemli bir adım. Zira DEHAP haricinde bu siyasi gelenekten gelen partiler, daha önce Bahçeli ve Baykal’ı kongreye davet etmemişlerdi. MHP ve CHP’nin bu sembolik jeste ne şekilde karşılık verecekleri ise merak konusu.Kürt milliyetçi hareketleri, Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana merkezî hükümetlerle çatışmalar ve merkezîleşme çabalarına tepkisellik neticesinde şekillendi.
Bugünkü Kürt siyasetinin genel görüntüsü de benzer tepkisel refleksleri yansıtıyor. Kürt milliyetçiliğinin Kemalizm ile ilişkisini “aynileşerek karşı çıkma” olarak tanımlayan Ahmet Yıldız, Kürt milliyetçiliğinin de Jön Türk modernleşme ve uluslaşma modelini benimsediği iddiasında. Dolayısıyla bu modelin bir kısım zaaflarını Kürt milliyetçi hareketi de taşıyor. Bu hareket 70’li ve 80’li yıllarda konjonktürel olarak sosyalist söylemleri araçsallaştırmıştı. Dinî söylemler de hareketin siyasi mücadeleye ağırlık vermesine paralel olarak ihmal edilmemişti. Etnik temelli olan bu siyasi tahayyülün demokrasi ile ilişkisi ise halen son derece sorunlu. “Kürt Kemalizmi”, Türkiye’de Kemalist sistemin sancılı da olsa geçirmekte olduğu demokratikleşme ve kabuk değiştirme sürecinin bir benzerini henüz yaşamıyor. Bunun da ötesinde, aynileşmeye çalıştığı sistemin zaaflarından gerekli dersi çıkaramamış görünüyor. Açılım sürecine muhatap olan Kürt siyaseti, demokratikleşme yönünde önemli engeller ve risklerle karşı karşıya.
PKK-BDP Haricindeki Aktörlerin Etkisizliği
Kürt siyasetini PKK-BDP çizgisiyle sınırlı bir şekilde okumak eksik bir yaklaşım olsa da, genel işleyiş büyük oranda bu çizgi tarafından şekillendiriliyor. Asıl sorun, AKP’nin Kürt tabanının ve diğer siyasi aktörlerin Kürt siyasetinin genel işleyişine katkılarının son derece sınırlı kalması. AKP’nin bölgeden seçilen vekilleri de Kürt siyasetini Başbakan Erdoğan’a havale etmiş durumdalar. AKP’yi destekleyen Kürtlerin oy potansiyeli, DTP ile aynı, hatta daha fazla olmasına karşın, siyasi söylem olarak AKP’nin alternatif bir yaklaşım ortaya koyamaması, Kürt siyasetinin önündeki en önemli engellerden biri. Sol ve liberal Kürt aydınların toplumsal tabanla ilişkisi ise son derece yüzeysel. Filizlenmekte olan alternatif düşünce yapıları ve hareketler de PKK veya devletin tehditleri karşısında çoğu zaman geri adım atmak zorunda kalıyor. Mevcut ortamda, Kürt siyasetinin yaşadığı en önemli sıkıntılardan biri, hareketin İmralı tarafından yönlendiriliyor olması. Abdullah Öcalan, özellikle son iki yıldır yönlendirici rolünü pekiştiriyor ve Kürt siyasi hareketi içerisinde yeri doldurulamayacak aşkın figür pozisyonunu giderek güçlendiriyor. Öcalan’ın sağlık durumu ve cezaevi koşullarındaki olumsuzluklar bile toplumda hareketlenmelere neden oluyor. İmralı’yı siyasal süreçten dışlamak artık imkansız hale gelirken, İmralı haricinde bir Kürt ulusal hareketi tahayyülü de gittikçe zorlaşıyor. Önümüzdeki süreçte İmralı, kendi yokluğunda, kendisini ikinci plana atabilecek alternatif bir hareketlenmenin filizlenmemesi için elinden gelen manipülasyonları deneyecektir. Bu aşamada ideal olan, İmralı’nın siyasal uzlaşı sürecine olumlu katkıda bulunabileceği şartları oluşturmaktır.
Kürt Seçkinleri ve Kürt Siyaseti
Demokratik Açılım’ın, Başbakan’ın tabiriyle bir “ulusal birlik projesi”ne dönüşebilmesi için, Kürt siyasetinin kendi içinde bir tartışma ve iç muhasebe sürecinden geçmesi gerekiyor. PKK ve BDP çizgisi, toplumsal tabanı açısından alt sınıflardan doğan bir hareket olarak yükseldi ve Kürt toplumunun şeyhler ve beyler gibi geleneksel seçkin sınıflarını hedef alarak büyüdü. Silahlı mücadelenin kendisine açtığı alan çerçevesinde örgütsel hiyerarşi etkinliğini gösterdi. Siyasal ve kültürel alanlarda Kürtlerin temsilinin sağlanması gerektiği durumlarda, pragmatik bir şekilde, karşısına almış olduğu Kürt seçkinlerini de bünyesine dahil etmekten kaçınmadı. Böylesine bir ortamda PKK hegemonyasını pekiştirdikçe, Kürt aristokrasisine, eşrafına ve aydınlarına Kürt siyaseti içerisinde temsil hakkı sağlamaya başladı. Ahmet Türk gibi köken olarak geleneksel Kürt seçkinlerini temsil eden bir figür, uzun yıllar hareketin siyasi temsili konusunda önemli bir liderlik rolü oynadı. Ancak hareket içinde yer alan Ahmet Türk gibi Kürt seçkinleri, pozisyonlarını “önderliğe” bağlı kalarak sürdürülebileceğinin de farkındaydılar. Bu, Kürt seçkinleri açısından riskli bir süreçti; bir yandan Kürt siyasetinin hegemonik çizgisiyle bağlarını sürdürerek Kürt siyaseti içerisinde marjinalize olmaktan kaçınırken, öte yandan söylemsel olarak kendi varlığını tehdit eden bir yapı ile ortak hareket etmeye çalışmaktaydılar. Kürt seçkinleri bu ikili yapı ve ilişki süreci içerisinde “önderlik” karşısında güç kaybettiler. Etkileşim süreci içerisinde revize edilmiş PKK-DTP siyasi çizgisine eklemlenirken, önderliğin kontrol halkasına dâhil oldular. Zamanla eşbaşkanlık gibi bir sistem DTP-BDP çizgisindeki partilerin vazgeçilmez bir unsuru haline geldi. Devlet ile -geleneksel toplumsal ve siyasal yapıyı baş aşağı eden- PKK yaklaşımı arasında tercih yapmak zorunda bırakılan Kürt seçkinleri, taraflardan birince rehin alındılar. Kürt seçkinleri, açılımlar sonrası ortaya çıkabilecek ve şiddetin dışlandığı siyasi ortamda daha aktif ve farklı roller oynayacaklar. Ancak siyasi faaliyetlerini silahların gölgesinde sürdürecekleri aşikâr; çünkü açılan siyaset alanında şiddetin rolü göz ardı edilemez. Kürt eliti, İmralı’nın tasallutu azaldıkça kendince bir iç hesaplaşma sürecine girecektir. Bu hesaplaşma uzun vadede Kürt siyasetinin ufkunu açacaktır.
Kürt Siyasetinde Oluşabilecek Bölgesel Farklılaşmalar
Türk ve Kürt vatandaşlar arasındaki psikolojik ve kültürel bariyerler, daha önce hiç olmadığı kadar katı bir ayrışma sürecine girildiğini gösteriyor. Keskinleşen Kürt ve Türk milliyetçilikleri eş zamanlı olarak birbirlerini besliyor ve meşrulaştırıyor. Bu süreçten en olumsuz etkilenenler ise şüphesiz şiddet ve yoksulluk sarmalından kurtulmak için büyük şehirlere ve batı illerine göç ederek buralarda tutunmaya çalışan ve birkaç kuşaktır büyük şehirlerde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar. Maddi anlaşmazlıkların ve kişisel husumetlerin etnik gerginliklere dönüşmesine dair haberler, görsel ve yazılı medyada sıkça yer alıyor. Bu ayrışma milliyetçi Kürt hareketi açısından sorun gibi görünmeyebilir; ancak Kürt nüfusunun önemli bir kısmının Ankara’nın batısında yaşadığı dikkate alındığında, güneydoğu merkezli Kürt nüfusu ile batıda yaşayan Kürtlerin ekonomik ve sosyal çıkarlarının farklılaştığı göz ardı edilmemeli. Daha önce bölgesel farklılıklara muhatap olmayan Kürt siyasası, daha da parçalı ve kendi içinde sorunlu hale gelecektir. Etnik gerilim ve şiddetin devam etmesinin maliyetini, batıdaki şehirlerde yaşayan Kürt nüfus daha yakından hissetmektedir.
Şiddet Harici Toplumsal Hareket Biçimleri
Kürt siyasetinin önündeki önemli engellerden biri de militan veya dağ kadrosunun siyasi sürece eklemlenmesi ile ilgili. Bu kadronun son zamanlarda protesto eylemlerinde çocuk-yaşlı, kadın-erkek geniş kitleleri harekete geçirme noktasında son derece etkili olduğu söylenebilir. Militan kadronun varlığı, demokratikleşme sürecini yavaşlatarak, siyasi kadrolar üzerinde baskı oluşturacaktır. Öte yandan bu kadronun siyasi süreçlerden dışlanması çeşitli güvenlik riskleri oluşturuyor. Sivil toplum düzeyinde kendisine meşru alan bulamayan kadro, zamanla yasadışı başka işlerde taşeron olarak kullanılmaya elverişli hale gelecektir. Bu nedenle meşru siyasi-ekonomik zemin ve sivil toplum kuruluşları, bu kadroları kapsayıcı şekilde yeniden organize edilmek durumundadır. Kendi içinde “dağ-ova” gerilimi yaşayan Kürt siyaseti, kendini yenileme konusunda tıkanıklıklar yaşayabilir. Çatışmacı söylem, Kürt kimliğini kendini tanımlamasına yardımcı olan “öteki” karşısında güçlü kılıyor; ancak bu yaklaşım, Kürt siyasi hareketinin iç çelişkilerini çözmeye dair yöntemler sunma konusunda etkisiz kalıyor. Kürt siyasal zihni şiddet sarmalından kurtulabilirse, kendi bölgesel, mezhebî ve siyasi farklılıklarıyla muhatap olmak zorunda kalacaktır. Militan kadrosunu tasfiye edemeyen ve kendi iç çelişkilerine şiddet dışı, demokratik ve “sivil” çözümler bulamayan bir hareket, zamanla tasfiye olarak yerini başka akımlara bırakacaktır. Bu sorunları ve riskleri yönetebilen bir Kürt siyasal zihni ise kendini başarıyla zamanın ruhuna adapte edip Türkiye’nin barış içinde istikrara ulaşmasına katkıda bulunabilir.