Yaşanan siyasi mücadele ve adaylık kampanyasının fitili Hillary Clinton'ın boşalttığı koltuk için yapılan spekülasyonlar ile yakıldı. Obama'nın 2008'deki başkanlık yarışında ilk destekleyen isimlerinden biri olan Susan Rice, Clinton döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi'nde yer almasına rağmen kendince büyük bir siyasi risk alarak Barack Obama'nın yanında yer almış ve Dışişleri takımının oluşturulmasında kilit rol oynamıştı. Seçimlerden sonra Susan Rice tarafından istendiği bilinen Dışişleri Bakanlığı pozisyonunun Hillary Clinton'a verilmesi sonrasında Susan Rice, Dışişleri'ndeki bir başka kilit pozisyon olan Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği görevine getirilmişti. Clinton'ın yeni dönemde kabinede yer almayacağını açıklamasından sonra yeniden ortaya çıkan spekülasyonlarda birçokları Susan Rice isminin öne çıkacağı görüşündeydi. Ancak kasım ayında yapılan seçimlere haftalar kala Libya'daki Amerikan büyükelçisinin öldürüldüğü olayla ilgili ortaya çıkan yeni bilgi ve belgeler ve daha öncesinde Susan Rice'ın yaptığı açıklamalar Rice'ın adaylık sürecini zorlaştırdı. Tüm bunlar Rice'ın Senato tarafından onaylanmasını zorlayacak sebeplerdi. Kriz hiç de alışılmadık bir şekilde Rice'ın adaylığını çektiğini açıklaması ile sona erdi.
Rice'ın sahneden çekilmesi daha önce kendisine Savunma Bakanlığı önerildiği söylenen John Kerry'yi bu pozisyon için en güçlü aday olarak ortaya çıkardı. Kerry 2004 yılında Demokrat Parti'den başkan adaylığını sunuş konuşmasını Barack Obama'ya yaptırarak, Obama'nın ulusal anlamda tanınmasında büyük rol oynamış, sonrasında ise Obama'nın adaylığını ilk destekleyen senatörlerden biri olmuştu. Kerry'nin Demokrat Parti kongresinde Obama'nın ulusal güvenlik konuşmasını yapması birçokları tarafından bir dahaki yönetimde Kerry'nin ulusal güvenlik ve dış politika konusunda kilit bir rol oynayacağı spekülasyonlarına sebep olmuştu. Savunma Bakanlığı için adaylık süreci belki de Dışişleri Bakanlığı sürecinden daha da karmaşık bir şekilde gerçekleşti. Savunma Bakanı Panetta'nın herhangi bir açıklama yapmasına veya istifa etmesine fırsat verilmeden bu pozisyonu dolduracak isim için yapılan spekülasyonlarda eski Cumhuriyetçi Senatör Chuck Hagel'in adının ortaya çıkması yeni bir tartışmayı ateşledi. Hagel'in Cumhuriyetçi olmasına rağmen Cumhuriyetçi Parti'nin aşırı sağ kanadı Hagel'in senatör olduğu yıllarda –özellikle de Irak Savaşı konusunda- aldığı dış politika pozisyonlarını sebep göstererek Hagel'e karşı önleyici bir kampanya başlattı. Ayrıca Hagel'in İsrail Amerika ilişkilerinin doğası ve İsrail lobisi konusunda yaptığı açıklamalar da birçok Cumhuriyetçi için Hagel'i Savunma Bakanlığı'na uygun kılmayan sebepler arasında gösterildi.
Kerry ve Hagel'in bu pozisyonlara atanması Obama'nın ikinci döneminde izleyeceği politikalar konusunda bazı ipuçları veriyor. Öncelikle sürekli isimler yerine politikaları temel alan Obama'nın Hagel ismi için bu özelliğinden vazgeçerek tüm eleştirilere ve kampanyalara rağmen Hagel'in arkasında durduğu görülüyor. Bu atamayla birlikte Obama yönetiminde Rice isminde geri adım atılmasının yarattığı hava biraz olsun yumuşadı. Bu durum her ne kadar Obama'nın ikinci döneminde üst makamlara kendi yakın çalışma grubundan isimleri getirememiş olsa da birinci döneminin aksine kendisine daha yakın isimleri bakanlık koltuğuna atadığını gösteriyor. Bu da Obama dış politika takımında birinci dönemde yer yer ortaya çıkan çelişkili duruşların daha fazla kontrol altına alınabileceğini gösteriyor. Ayrıca Obama, Savunma Bakanlığı'na uzun süre sonra ilk kez Demokrat Parti kökenli bir bakanı atadıktan kısa bir süre sonra yeniden bu makamı ılımlı da olsa Cumhuriyetçi bir adaya teslim etmiş oluyor. Bu durum Clinton'ın ikinci döneminde Savunma Bakanlığı'na Cumhuriyetçi William Cohen'i taşımış olmasıyla benzer bir durumun ortaya çıkmasına yol açıyor. Obama bu atamayla kendisine yakın görüşlere sahip olmasının dışında Cumhuriyetçi bir ismi Savunma Bakanlığı'na getirerek özellikle savunma harcamaları ile yaşanan tartışmalarda Cumhuriyetçi Parti'den bazı isimleri ikna edecek bir ismi de kadrosuna dahil etmiş oluyor. Bunun yanında henüz ismi açıklanmayan Ulusal Güvenlik Danışmanı haricinde dış politika ve ulusal güvenlik pozisyonuna atanan isimler ile Başkan Obama ve Başkan Yardımcısı Biden'ın senato kökenli olması hem Senato hem de karar verme mekanizması konusunda bilgi ve tecrübesi olan bir takımın Amerikan dış politikasına hakim olacağını gösteriyor. Dış politikada önemli pozisyonlara getirilen isimlerin tümünün Irak Savaşı'na (bazıları savaşa evet dedikten sonra olsa da) karşı pozisyon almış olmaları ve bu isimlerden özellikle Hagel'e gösterilen tepki Amerika siyasetinin Irak ile olan hesaplaşmasının da bir anlamda devamı anlamına geliyor.
Yeni ulusal güvenlik kadrosunun bir başka özelliği de Hagel ve Kerry'nin Vietnam Savaşı gazileri olmalarına rağmen askeri müdahale konusunda Obama gibi oldukça temkinli bir çizgide olmaları. John Kerry'nin diplomasiye verdiği önem ve uluslararası sorunların çözümünde karşılıklı müzakereyi öne çıkarması ve Chuck Hagel'in cezalandırıcı yöntemlerden önce diplomatik girişimi destekleyen tutumu yeni dönemde Amerika'nın “diplomatik gücü” daha proaktif biçimde kullanacağını gözler önüne seriyor. Bu güç önümüzdeki dönemde Amerika'nın büyük önem atfettiği Asya politikasında Güneydoğu Asya'da daha fazla müttefik kazanmak için kullanılabileceği gibi Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşanan ikili problemlerin aşılmasında da daha fazla istifade edilecek bir strateji haline dönüşebilir. Bununla birlikte özellikle Hagel'in askerî operasyonlar ile ilgili yaptığı açıklamalar Başkan Obama'nın geniş çapta askerî müdahaleler yerine gizli operasyon ve cerrahi müdahale temelli savunma doktrini ile örtüşen özellikler taşıyor. Hagel'in halen Başkan Obama'nın Yabancı İstihbarat Danışma Kurulu'nun başkanlığını yapıyor olması daha önce CIA Başkanı Leon Panetta'nın getirildiği Savunma Bakanlığı'na bu sefer de istihbarat konusunda deneyimi olan bir ismin getirilmesi anlamına geliyor. Bu da Obama'nın daha önceden başlattığı asker ve istihbarat ilişkisinin güçlendirilmesine yönelik stratejisinin yeni dönemde devam edeceğini gözler önüne seriyor. Dolayısıyla son zamanlarda Amerika'nın İran'a yönelik olarak kullandığı istihbarat temelli gizli operasyon, siber savaş ve müdahale gibi operasyonlar bundan sonraki dönemde de Amerika'nın dış tehdit olarak algıladığı hedeflere karşı kullanılmaya devam edilecek..