Dünyanın, uluslararası politikaya yön veren yarımküresinde korona kâbusu sürüyor.
Avrupa’da kriz her geçen gün derinleşirken, salgının başladığı Çin ve diğer Doğu Asya ülkeleri krizi yönetmeyi öğrenmiş görünüyorlar.
Çin’de yerli nüfus kaynaklı yeni vaka olmadığı açıklanırken, Japonya ve Güney Kore’de yeni vaka sayıları oldukça azalmış görünüyor. Bu ülkelerin koronavirüs testi konusunda oldukça ileri oldukları düşünüldüğünde, yeni vakalarda ciddi azalma salgının kontrol edilmesinde doğru yolda olduklarını gösteriyor.
Amerikan yaptırımları ve kendi yanlış politikaları yüzünden krize tamamen hazırlıksız yakalanan ve bu yaptırımların sürmesi nedeniyle hâlen salgını önleme konusunda ihtiyaç duyduğu materyali temin etmekte zorlanan İran ise iyice kontrolü kaybetmiş durumda.
Avrupa’ya baktığımızda ise, ölü sayısı Çin’i de geçen İtalya’nın bir salgın krizini nasıl yönetmemek gerektiği konusunda ders kitaplarında öğretilecek bir örnek olarak öne çıktığı görülüyor.
İspanya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri de İtalya örneğini takip ediyorlar.
İspanya’da hayatını kaybedenlerin sayısı 20 Mart tarihi itibarıyla 830’a, Fransa’da ise 372’ye yükseldi.
Buna karşılık tespit edilen korona hastası sayısının Fransa’dan çok daha fazla olduğu Almanya’da hayatını kaybedenlerin sayısı Fransa’nın ancak sekizde biri kadar. Bunda Almanya’da Fransa’ya göre çok daha fazla test yapılmasının etkisi olduğu kadar, yoğun bakım hastalarının bakımı açısından bu ülkenin daha iyi şartlara sahip olmasının da rolü var.
Virüsün bulaştığı tespit edilen kişi sayısının 13.677 rakamına ulaştığı ABD’de de yeni vaka ve ölü sayısı hızla artıyor. Amerikan yönetiminin de salgının yayılmasına karşı tedbir alma konusunda yeterince hızlı davranmadığı eleştirisi var.
Bütün bu rakamlar, büyük ölçüde Kuzey Yarımkürenin sorunu olarak tanımlanabilecek krizin merkezinin Doğu'dan Batı'ya kaydığını ve Batı’nın bu krizi yönetme konusunda Doğu kadar başarılı olamadığını gösteriyor.
Peki, korona krizinde hükûmetlerin başarısının ölçüsünü belirleyen nedir?
Bu konuda belirleyici olan üç husustan bahsedilebilir.
- Mevcut hükûmetlerin kriz yönetme becerisi
- Ülkenin sağlık altyapısı
- Ãœlkenin ekonomik kapasitesi
Yani, güçlü bir ekonomik kapasiteniz yoksa etkili bir sağlık altyapısı kuramazsınız ve iyi bir sağlık altyapınız yoksa krizi yönetmekte başarılı olmanız zor.
Bu arada ekonomik kapasite ve sağlık altyapısının daha çok mevcut hükûmetten bağımsız olarak uzun dönemli politikaların sonucu olarak şekillendiğini, kriz yönetimi konusunda ise asıl sorumluluğun mevcut hükûmetlerde olduğunun da altını çizmek gerekir.
Korona krizi sürecinde, ekonomik kapasitesi ve sağlık altyapısı oldukça iyi olduğu hâlde çok başarısız kriz yönetimi gösteren ülkelere de şahit olduk, başarılı kriz yönetimiyle, sağlık altyapısındaki geçmişten gelen ekonomik yetersizliklerden kaynaklı eksiklikleri örtenlere de.
Kuşkusuz bu krizden etkilenen ülkelerin halkları, kâbus bittiğinde bütün bu hususları göz önünde bulundurup iktidarlarını değerlendirecekler. Bu değerlendirmeyi yaparken kendi durumlarını başka ülkelerle karşılaştıracaklar.
Bu kâbustan uyanan ülkeler, korona krizinin ciddi etkileri olacağını görecekler.
Bu etkileri de üç ana kategoride toplamak mümkündür.
- Dünya ekonomisine etkileri
- Halkların algılarına etkileri
- Dünya politikasına etkileri
Krizin sağlık boyutunun ardından ekonomik boyutunu da şiddetli bir şekilde hissedecek olan halkların, bu krizi yönetme konusunda yetersiz kalan İtalya, İspanya ve Fransa gibi ülkelerdeki iktidarlara yönelik öfkesi ilk seçimlerde kendisini gösterecektir.
Ülkelerini son ikiyüz yıldır dünyanın lideri olarak gören Batılı halklar belki de ilk defa bir dünya krizini yönetme konusunda Doğu’nun gerisinde kaldıklarını düşünecekler.
Bu durumun onları Doğu’nun yönetim biçimini örnek almaya mı yoksa Batı’nın kendi değerleri içinde reform aramaya mı iteceğini ise şu anda yaşadıkları kâbusun boyutlarının nereye kadar uzanacağı belirleyecek.
 [Türkiye, 21 Mart 2020]