- Doğu Akdeniz’de yaşanan son Navtex gerginliğinin sebebi nedir?
İlan edilen Navtex’in 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasından bağımsız olmadığı vurgulanmalıdır. Türkiye’nin Libya ile yapılan ve Birleşmiş Milletler’e (BM) bildirilen deniz yetki alanları anlaşması kapsamında yeni sismik aramalara yönelmesi anlaşmayı tanımayan Yunanistan ile gerginliğe sebep olmuştur.
[caption id="attachment_73094" align="aligncenter" width="673"] Harita 1. Türkiye’nin Navtex İlan Ettiği Bölge[/caption]
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise Türkiye’nin yayınlamış olduğu Navtex’e karşılık olarak HA90-405/20 koduyla yeni bir Navtex yayınlamıştır. Atina yönetiminden yapılan açıklamada Türkiye’nin yayınladığı duyurunun “yasa dışı” olduğu, söz konusu durumun denizciler tarafından görmezden gelinmesi gerektiği ve Türk kurumlarının böyle bir Navtex yayınlama konusunda “yetkisiz” oldukları iddia edilmiştir. Türkiye’deki Antalya Navtex istasyonu ise söz konusu ilanın “Türk Navtex servis sahasında yetkisiz bir istasyon tarafından yayınlandığı, bölgedeki yayın yapma yetkisinin Antalya istasyonunda olduğu” belirtilerek geçersiz olduğu belirtilmiştir.
Söz konusu Navtex anlaşmazlıklarının iki ülke arasında Navtex yayınlama yetkisinin Girit merkezli istasyona mı yoksa Antalya merkezli istasyona mı ait olduğu temel anlaşmazlık noktasını oluştursa da sorunun temel kaynağı Doğu Akdeniz bölgesinde deniz yetki alanlarının sınırlandırılması tartışmasıyla bağlantılıdır.
- Yunanistan’ın deniz yetki alanları ve arama-tarama faaliyetleriyle ilgili iddiaları nelerdir?
[caption id="attachment_73095" align="aligncenter" width="642"] Harita 2. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge İddiası (Sevilla Haritası)[/caption]
Türkiye’nin Meis Adası’nın güneyinde ve doğusunda Navtex ilan ederek sondaj faaliyetleri yapacağını belirtmesi esnasında GKRY’de olan Yunan Genelkurmay Başkanı Konstantinos Floros ziyaretini yarıda keserek Yunanistan’a dönmüştür. Yunan Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise Türkiye’nin attığı Navtex adımının “yasa dışı” olduğu iddia edilmiş ve Türkiye uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlanmıştır.
Yunan medyası ise ilan edilen Navtex’in ardından Yunan ordusunun alarma geçtiğini iddia etmiştir. Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanlığının savaş gemilerini bölgeye gönderme kararı aldığı ve silahlı kuvvetler personelinin tüm izinlerinin iptal edildiği çeşitli medya organları tarafından dile getirilen iddialar olarak ön plana çıkmıştır. Ayrıca söz konusu Yunan medya kuruluşlarında özellikle bölgenin Mısır’ın deniz yetki alanlarını da ilgilendirdiğinin belirtilmesi ve Kahire’nin vereceği tepkinin merak konusu olduğunun altının çizilmesi Yunanistan’ın bölgedeki ülkeler üzerinden Türkiye’ye baskı kurma politikasını uygulamaya devam edeceğinin işaretleri olarak görülmelidir.
- Türkiye’nin bu iddialara yönelik tutumu nedir? İddialara karşı atılan adımlar nelerdir?
Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamayla Yunanistan’ın söz konusu tutumuna sert tepki gösterilmiş ve Atina hükümetinin deniz yetki alanlarıyla ilgili maksimalist tutumuna karşı çıkıldığının altı çizilmiştir. Yunanistan’ın “maksimalist kıta sahanlığı iddialarının uluslararası hukuka, içtihada ve mahkeme kararlarına aykırı” olduğunun belirtildiği açıklamada Atina hükümetinin iddialarının reddedildiği vurgulanmış ve Yunanistan’la diyalog çağrılarının yinelendiğinin altı çizilmiştir. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran “maksimalist, abartılı ve gürültülü tepkilerle gerçekler gölgelenemez” ifadelerini kullanarak Yunanistan’ın iddialarına yönelik tepkilerini dile getirmiştir.
[caption id="attachment_73096" align="aligncenter" width="671"] Harita 3. Türkiye’nin BM’ye Bildirdiği Doğu Akdeniz’deki Deniz Yetki Alanları[/caption]
Türkiye Doğu Akdeniz’de ana kıtasının getirdiği deniz yetki alanlarını Libya ile imzaladığı son anlaşmayla tasdik etmiş ve BM’ye bildirerek de jure (hukuki) hale getirmiştir. Ankara yönetimi Anadolu’ya 2 km Yunanistan ana karasına ise 580 km uzaklıkta olan ve 10 kilometrekare yüzölçümüne sahip Meis Adası’nın 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığının olduğu iddiasının rasyonel ve hukuka uygun bir tez olmadığını belirtmekte ve Yunanistan’ın politikalarına sert bir şekilde karşı çıkmaktadır. Yunanistan ordusunun alarma geçmesinin akabinde Aksaz deniz üssünden 15’ten fazla Türk savaş gemisinin bölgeye doğru hareket ettiği ise Yunan medyasında yer almıştır.
Türkiye’nin bölgede yürütmüş olduğu arama tarama faaliyetlerinin kendisinin olmadığı bir denklem oluşturularak “oldu-bitti siyaseti” (fait accompli) uygulanmasına karşı çıkma adımı olarak görülmesi gerekir. GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır gibi bölgedeki ülkelerin bir araya gelerek oluşturduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda Akdeniz’e en uzun kıyı şeridine sahip ülkelerden biri olan Türkiye’nin yer almaması söz konusu girişimin neden başarısız olacağının en önemli göstergesidir. Söz konusu ülkeler Türkiye gibi alternatif rotalara kıyasla maliyeti çok daha yüksek olmasına ve ekonomik açıdan uygulanabilir olmamasına rağmen Doğu Akdeniz enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Girit Adası üzerinden Avrupa’ya ulaştırmayı hedeflemektedir. Enerji fiyatlarının oldukça düşük seyrettiği böyle bir dönemde söz konusu forumu somut çıktılara dönüştürmek çok daha imkansız hale gelse de bu ülkeler zaman zaman bir araya gelerek oluşumu “blöf” unsuru olarak kullanmaktan, Türkiye’ye baskı unsuru haline getirmeye çalışmaktan, mutabakat metinleri yayınlamaktan öteye gidememektedir.
Bu ülkelerin Türkiye’nin haklarını görmezden gelerek ve blöf yapmaya başvurarak baskı oluşturmaya yönelik hareket etmeleri Ankara hükümetinin kendi arama tarama ve sondaj faaliyetlerini yürütmesine ve uzun vadeli adımlar atmasına sebep olmuştur. Zira Türkiye 2010’dan itibaren sorunun geldiğini görerek gelişmeleri dikkatle takip etmiş ve sismik araştırma ve sondaj gemilerine yatırımlar yapmaya başlamıştır. Bu kapsamda Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis sismik araştırma gemileriyle Yavuz ve Fatih sondaj gemileri temin edilmiş ve bu gemiler Türkiye’nin deniz yetki alanlarında faaliyete başlamıştır. Atılan adımların ve yapılan yatırımların karşılığı günümüzde alınmaya başlanmış, Türkiye kararlı duruş sergileyerek yeni nesil araştırma gemileriyle deniz yetki alanlarında yurt dışına ve yabancı şirketlere bağımlı olmadan faaliyet yürütebilen bir ülke haline gelmiştir.
Uzun süreli yatırımların nişanesi olan ve günümüzde etkin bir şekilde faaliyet gösteren sismik araştırma ve sondaj gemilerinin yanı sıra Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinde gerçekleştirmiş olduğu tatbikatlar ve son dönemde yerli savunma sanayine yapılan uzun vadeli yatırımlar tek taraflı adımlara, maksimalist yaklaşımlara, oldu-bitti politikalarına ve blöf siyasetine karşı Türkiye’nin kararlılığını gösteren en somut çıktılardır.
- Sorun, uluslararası hukuk açısından nasıl değerlendirilmektedir?
Bunun yanı sıra Yunanistan’ın ana karasından kilometrelerce uzakta yer alan adaların kıta sahanlığına sahip olduğunu iddia etmesi rasyonel gerçekliklerle, coğrafi şartlarla ve resmi mevzuatlarla bağdaşmamaktadır. Zira Yunanistan, İtalya ile imzalamış olduğu deniz yetki alanlarında Adriyatik Denizi’ndeki adaların kıta sahanlığı olmadığını zımni olarak kabul etmiş ve Adalar Denizi’ndeki (Ege) adalar konusunda iddia ettiği tezleri İtalya ile imzaladığı anlaşmada kendi eliyle çürüttüğü uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilmiştir. Fakat söz konusu Adalar Denizi’ndeki adalar ve Türkiye olduğunda Yunanistan’ın AB’nin de desteğini almaya çalışarak Türkiye üzerinde diplomatik baskı oluşturarak oldu-bitti politikasını uygulamaya çalıştığı görülmektedir. Adaların kıta sahanlığının olduğu iddiasının oldukça absürt olduğu, özellikle Adalar Denizi gibi parçalı adacıkların çok sayıda olduğu denizlerde bu iddianın temelsiz bir temenniden öteye gidemeyeceği, uluslararası deniz hukukuyla bağdaşır tarafının olmadığı belirtilmelidir. Fakat Yunanistan’ın AB’yi arkasına alarak de jure nitelik kazanmış durumları, çeşitli iddialarla de facto bir şekilde kabul ettirmeye çalıştığı görülmektedir.
- AB’nin söz konusu gelişmelere yönelik tutumu nasıldır?
Yunanistan’ın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini sürekli AB’ye şikayet ettiği, AB’yi sorunun bir parçası haline getirerek Türkiye üzerinde bir baskı oluşturmaya ve AB’yi sopa olarak kullanmaya çalıştığı açıktır. AB her ne kadar 2019’da Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri sebebiyle Türkiye’ye yönelik sembolik yaptırım kararları alsa da Yunanistan/GKRY tarafının henüz bu konuda somut bir sonuç elde edemediği, Türkiye’yi pozisyonunu değiştirmeye zorlayamadığı belirtilmelidir.
Doğu Akdeniz gelişmelerinde soruna taraf olarak Yunanistan’ın yanında yer alan AB’nin son Navtex gerginliğinde de pozisyonunu sürdürerek Yunanistan’ı desteklediği görülmüştür. AB Komisyonu sözcüsü Nabila Massrali, “Türkiye’nin Navtex ilanının yararlı olmadığını ve yanlış mesaj barındırdığını” iddia etmiştir. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de konuyla ilgili açıklamasında “Türkiye, Doğu Akdeniz’de gerginlik yaratmaya devam etmesi halinde, AB’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamaktan başka seçeneği olmayacak” ifadelerini kullanması, konuyla ilgili AB’yi çıpa olarak kullanmaya devam edileceğinin göstergesidir.
2019’da Doğu Akdeniz’deki faaliyetleriyle ilgili Türkiye’ye yaptırım kararı alan AB’nin soruna yönelik Yunanistan ve GKRY’nin maksimalist ve gerçeklikten uzak taleplerinin ve “oldu bittiye getirme” taktiklerinin yanında yer aldığı görülmektedir. Brüksel yönetiminin arabulucu pozisyon benimsemek ve soruna yönelik diyalog mekanizmalarının oluşturulmasına katkı sağlamak yerine Yunanistan ve GKRY’nin ulusal menfaatlerinin taşeronu haline gelerek Avrupa kıtasının güvenliği için de oldukça önemli bir ülke olan Türkiye ile ilişkilerini zehirlemeyi tercih etmesi anlaşılması güç bir politika tercihidir. Bu sebeplerle AB, üye ülke olduğu için Yunanistan’ın her türlü hukuksuz, dayanaksız iddiasının arkasında durmakta ve Doğu Akdeniz’deki krizin tırmandırılmasına neden olmaktadır.
AB’nin Yunanistan’ın irrasyonel politikalarının yanında olan bu tutumu Doğu Akdeniz sorununun çözümüne katkı sağlamadığı ve Türkiye’ye yönelik caydırıcı bir etki oluşturmadığı gibi Türkiye-AB ilişkilerinin de zehirlenmesine sebep olduğu açıktır. Yunanistan ziyareti esnasında Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas “AB-Türkiye ilişkilerinde olası bir ilerleme ancak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerini durdurması halinde mümkün olur” açıklaması bu kapsamda oldukça trajiktir. Normatif bir dış politika izlediği iddia edilen AB’nin soruna yönelik yapıcı bir tutum sergilemek yerine irrasyonel taleplerin destekçisi haline gelmesi Yunanistan ve GKRY’nin peşine takılarak Türkiye gibi birçok alanda karşılıklı bağımlılığın sürdürüldüğü bir ülke ile ilişkilerini zehirlemesi ve sorunun tarafı haline gelerek yaptırım tehdidiyle Türkiye’nin pozisyonunu değiştirebileceğini düşünmesi anlaşılması mümkün olmayan siyasi adımlardır.