Türkiye'de seçim sonuçlarına göre iş başına gelen hükümet asker, bürokrasi veya yargı müdahaleleriyle defalarca karşı karşıya kaldı. Milletin tercihinin karşısına başka bir güç getirilmeye çalışıldı. 1960 ve 1980 darbesinden sonra 28 Şubat post-modern darbesi olarak bilinen dönemde ve sonrasında 27 Nisan 2007'deki e-muhtırasında başlıca aktör askerdi.
Ancak sivil siyaseti dizayn etmek için aktörün asker olmadığı girişimler de yapıldı. 2013 yılı Mayıs ayında başlayan Gezi olaylarında ve 17-25 Aralık darbe girişiminde aktörler değişmiş olsa da amaç aynıydı. Gezi olaylarının sokak terörüne dönüşmesinde FETÖ mensupları kendilerini gizlemeyi başarırken, 17-25 Aralık darbe girişiminde açıkça kimlikleri ortaya çıkıyordu.
Son olarak ise, FETÖ mensupları, Türkiye'nin kaderini 1960'da ve 1980'de olduğu gibi silahla ve tankla değiştirmeye yani darbe girişimine kalkıştılar. Tarihe en rezil, en aşağılık girişim olarak geçecek olan bu darbe girişimi amacına ulaşamadı.
Millet iradesine, Meclisine, hükümetine ve Cumhurbaşkanına sahip çıktı. Kısacası Türkiye'ye sahip çıktı.
GİRİŞİMLERİN ORTAK NOKTASI: MİLLİ EKONOMİYE SAVAŞ
Darbecilerin kullandıkları araç farklı olsa da, ortak bir nokta var: Milli ekonomiye, ekonomik bağımsızlığa ve ekonomik kazanımların halka dağıtılmasına duyulan alerji.54. Hükümet'in yani Erbakan Hoca'nın Başbakan olduğu hükümet protokolünde, "Ekonomik kalkınmada temel esas rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş olacaktır" ifadesi, 28 Şubat post-modern darbesinin gerekçelerinden birisini oluşturmuştur.
Ancak darbede rol alan aktörler, asıl dertlerinin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini kaybetmek olduğunu gizleyip, sorunlu "laiklik" vurgusuyla bir oyun oynadılar.
28 Şubat post-modern darbesinin ekonomik maliyeti çok ağır oldu. 1997'deki ekonomik büyüme hızı %7,5 iken, bu oran 1998'de % 3,1'e düştü. 1999'da ise ülke ekonomisinin % 3,4 oranında küçüldüğünü göz önünde bulundurursak, maliyetin ne kadar olduğu açık. Hatta, 2001 krizinin en büyük sebebinin de bu süreç olduğunu düşünürsek, 28 Şubat'ın ülkeye maliyetinin görünenden çok daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
27 Nisan e-muhtırası verildiğinde, Türkiye ekonomisi reform ve iyileştirmelerle dikkat çekiyordu. Türkiye tarihinin en yüksek büyüme oranları gerçekleşirken, tarihin en yüksek ve bugüne kadar görülmemiş doğrudan yabancı yatırım rakamına ulaşılmıştı. 2007 yılında ülkeye giren rakam 22 milyar dolardı. Sonraki yıllarda bu rakama daha ulaşılamadı.
2013 yılı ise, bugüne kadar yaşanan olayların başlangıcını oluşturuyor. Bu yılın Mayıs ayında, Türkiye'nin yıllarca borç ödemek zorunda kaldığı IMF'ye son borç taksiti ödenmişti. O dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın IMF ile yollarını ayırması içerden ve dışardan sivil siyasete ve ekonomiye müdahale etmek isteyenlerin oyununu bozdu. Bir de Türkiye'nin "isterseniz borç verebiliriz" teklifi karşısında, yeni Türkiye algısını kabul edemediler.
Bu dönemde yaşanılan Gezi olayları öncesinde Türkiye ekonomisi, en parlak dönemindeydi. Türkiye, ülke algısını değiştirecek dev projelere başlamış, kredi derecelendirme kuruluşlarından yatırım yapılabilir notu almış ve dışarıdan borçlanmanın en ucuz olduğu dönemi yaşıyordu.
Buna tahammül edemeyen çevreler başka gerekçeler ile sokakları terörize ederek ve dolayısıyla ülke ekonomisinin pozitif algısını değiştirerek CDS risk primlerinin yani faizlerin ani yükselişine sebep oldular.
17-25 Aralık darbe girişimi ise, sonrasında "ekonomik kriz" çığırtkanlarının en fazla kullandığı girişimlerden birisidir. Türkiye ekonomisini değiştirecek ve yapısal olarak çok güçlü kılacak hem yatırımları hem de yatırım sahiplerini hedef alan bir darbe girişimiydi 17-25 Aralık. Amaç, Türkiye'nin ayağa kalkış sürecine gem vurmak ve bu yatırımları durdurmaktı.
Şimdi de, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ekonomik maliyeti üzerinden yine Türkiye algısını negatif tutmaya çalışıyorlar. Kendi geleceğine ve varlığına karşı yapılan 15 Temmuz darbe girişimi millet tarafından püskürtülüp başarısız olunca, ekonomide manipülasyonlarla amaçlarına ulaşmaya çalışacaklar.
Ancak, millet kendi siyasi iradesine nasıl sahip çıkmışsa, milli ekonomisine de o şekilde sahip çıkacaktır.
[Yeni Şafak, 1 Ağustos 2016].