Suriye ile Türkiye halkı arasındaki bağı algılayamayan bazı çevreler, Suriye’deki gelişmeleri ve Türkiye’nin bu ülkeye yönelik izlediği politikayı okumakta zorlanıyor.
90’lı yılların sonlarında Suriye’nin PKK’ya verdiği destek sebebiyle savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Suriye, 2000’lerin ortalarında gözle görülür bir yakınlaşma yaşamıştı. Türk dış politikasının “komşularla sıfır sorun” vizyonu çizgisinde ilerleyen ilişkiler, her iki ülkenin de “stratejik ortaklığa” istekli olması sebebiyle tarihî günlerini yaşamıştı. Mart 2011’de Dera’da başlayan ve ülkenin birçok kentine sıçrayan gösteriler sebebiyle ise ikili ilişkiler son yıllardaki seyrinden 90’lara doğru dönüşe geçti.
SURİYE TÜRKİYE’Yİ NEDEN İLGİLENDİRİYOR? İlişkilerin son 12-13 sene içerisinde zikzaklı hareket ettiği bir gerçek. Fakat Suriye’de Mart ayından beri meydana gelen gelişmelere baktığımızda bu zikzağın sebebi ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler, aynı zamanda “ne oldu da kardeş Esed düşman Esed oldu?” sorularına da direkt olarak cevap veriyor. Mart 2011 öncesi ve Mart 2011 sonrası Suriye’si arasındaki en büyük farkı, Esed rejiminin şiddet kullanımı sebebiyle hayatını kaybeden 4000’i aşkın Suriyeli sivil oluşturuyor. Türkiye’nin yanı başında meydana gelen bu katliamlar sebebiyle bazı çevrelerin eleştirilerine rağmen Türkiye başlarda Esed ile konuşma yolunu seçti. Fakat Suriye rejimi tüm ikili hukuka rağmen Türkiye’ye kulak tıkadı. Bu nedenler Türkiye’nin, Suriye rejimi ile ilişkilerini gözden geçirmesi ve kendini rejimin yerine Suriye halkının yanında konumlandırmasını ortaya koyuyor.
Suriye gerçekten de Arap Baharı sürecinde devrim hareketliliği yaşanan ülkelerden Türkiye için bir farklılık arz ediyor. Arap Baharı sürecinde hiçbir ülke Türkiye’yi ve Türk kamuoyunu Suriye kadar ilgilendirmedi. Suriye ve Türkiye halkları arasındaki benzerlikler, hukukun derinliği ve ikbalin birliği bu durumu kısmen açıklıyor. Türkiye Suriye muhalefetinin merkezi konumunda ve Türkiye halkının kahir ekseriyeti Suriye’deki şiddete karşı çıkarak, kendilerini Suriye halkıyla aynı safta görüyor. Fakat aynı zamanda sayıları az da olsa Suriye rejimine arka çıkan çevreler bulunuyor. Bunların bir kısmı sırf muhalefet olsun diye, bir kısmı Baas ideolojisine yakınlıkları sebebiyle, bir kısmı Suriye meselesinin bölgesel uzantıları üzerinden, bir kısmı da salt bir Batı-İsrail karşıtlığı retoriği ile Suriye rejimine destek veriyor. İlginçtir ki Tunus, Mısır, Bahreyn ve Yemen gibi ülkelerdeki gösterileri ve liderlerin devrilmesini alkışlayan bu çevreler, Suriye’yi eşsiz bir örnek olarak görüyor. Söz konusu Suriye olunca statükonun tarafını seçiyor. Şu anlaşılabilir bir nokta: Batılı güçlerin bölgeye müdahalesi Türkiye’de her zaman şüphe ve hatta öfke ile karşılandı. Fakat Mısır-Tunus devrimlerini alkışlarken, Esed rejimi ve destekçileri tarafından dillendirilen Suriye’deki olayların harici güçler eliyle başlatıldığı ve yürütüldüğü iddiasını savunmak, mesnetsiz bir iddia.
SURİYE HALKINI SOKAĞA DÖKEN SEBEPLER
Arap Baharı çerçevesinde gelişen olayların saiklerine baktığımızda karşımıza, halkların ülkelerinin mustarip oldukları bir takım anormalliklere tepki vermek için sokaklara dökülmeleri çıkıyor. Mısır, Tunus, Libya ve diğerlerinde yolsuzluk, nepotizm, işsizlik gibi ekonomik sorunlar, polis, istihbarat örgütleri ve/veya asker eliyle halkların üzerinde kurulan dayanılmaz baskı, kısıtlı özgürlükler, yöneten ve yönetilenler arasındaki siyasi, ekonomik, sosyal uçurumlar gibi problemler yekününün halkın patlama sebepleri olduğunu gördük. Suriye’nin diğer Arap ülkelerinden mezkûr sorunlar bağlamında eksiğinin olmadığını hatta fazlasının olduğunu ortaya koymak zorundayız. Hiçbir meşruiyeti ve liyakatı olmamasına rağmen, apar topar babadan oğula geçen bir liderlik, mezhep ve kanbağı üzerine kurulmuş bir siyasi ve askerî yapı, Mahluflar gibi Esed’in yakın akrabalarının ve “rejimin çocukları” diye adlandırılan Baas Partisi’nin önde gelenlerinin tahakkümünde olan bir ekonomi, sayıları 10’u geçen istihbarat örgütlerinin halka zülmü ve bunun psikolojik etkileri, Baas Partisi’nin mutlak galip olduğu bir siyasal sistem, yasaklanan muhalif hareketler, idam edilen muhalif figürler ve havadan-karadan kuşatılarak onbinlercesi öldürülen bir şehir halkı, Suriye halkının her gün yüzleşmek zorunda olduğu anormallikler listesinden sadece birkaçı. Meseleye sadece bu yönüyle baktığımızda bile Suriye halkının herhangi bir harici müdahaleye gerek duymadan sokaklara dökülmesi için yeterli sebep var.
SURİYE-İSRAİL İLŞKİLERİNİN ARKA PLANI
Suriye’deki olayların İsrail’e direniş cephesine karşı bir komplo olarak değerlendirilmesi de İsrail’in Suriye’den aldığı tehdit algısını iyi analiz edememe anlamına geliyor. İki ülke arasındaki husumet vaki olsa da kuzeydeki Golan Tepeleri’nin İsrail’in 67’den beri belki de en sakin sınırı olması, İsrail’in Suriye ile ilişkilerindeki statükodan hiç de rahatsız olmaması için önemli bir sebep teşkil ediyor. İsrail’in 2224 rakımlı Hermon Dağı’na (orjinal ismi Cebel-i Şeyh) konuşlandırdığı radar sistemi ile Şam’ın hareketlenmelerine vakıf olması ve iki ülkenin askerî teknolojileri arasındaki uçurum, Suriye’den İsrail’e yöneltilecek bir askerî tehdidin İsrail’in askerî çevrelerinde çok da önemsenmemesine sebep oluyor. Diğer bir deyişle, İsrail Hizbullah ve Hamas’a verilen kısmî destek dışında Suriye’den konvansiyonel anlamda ciddi bir tehdit beklemiyor. Suriye içinse durum farklı. Suriye için İsrail bugüne kadar direkt bir askerî tehdit oldu. İsrail’in 2007’de Deir ez-Zor’da nükleer tesis olduğunu iddia ettiği bir komplekse hava saldırısı düzenleyebilmesinin de ortaya koyduğu gibi İsrail gerekli gördüğü takdirde Suriye’ye askerî bir müdahalede bulunma kapasitesini ve cüretini elinde bulunduruyor. Suriye’nin bu açık saldırıya ilk planda tahmin edilen tepkiyi koyamaması ve İsrail’e karşılık verememesi ise olayın ironik yönü. Zira, Suriye’de İsrail’e karşı yöneltilen güçlü bir retorik olsa da meselenin pratik boyutu oldukça zayıf. Yine bu doğrultuda örneğin Irak’a savaşçıların sızmasında kilit ülkelerden birisi olan Suriye, Golan üzerinden İsrail’e sızmalar konusunda tabiri caizse İsrail’den daha sert. Mahir Esed’in komuta ettiği Golan sınırındaki 4. Zırhlı Birlik’in bu tarz sızmalara karşı takındığı sert tavır biliniyor. Kısaca Suriye kendisini İsrail ile direkt bir sıcak çatışmaya sokabilecek tüm senaryolardan kaçınıyor. İsrail’in Suriye’deki olaylara yaklaşımını da yukarıda anlatılan tehdit algısı şekillendiriyor. “Bildikleri şeytan” olan Esed’dan direkt bir zarar görmeyen İsrail, Esed sonrasını kestiremediğinden Esed’ın gitmesine sıcak bakmıyor. Her ne kadar İsrail’de şeytanîleştirdiği Esed figürünün gitmesinin kalmasından daha iyi olabileceğini savunanlar varsa da, İsrail derin aklı, bölgesel statükonun yerle bir olduğu şu ortamda bir başka bilinmezliğin içine girmeyi istemiyor. Suriye’de olaylar yerel saiklerle başladı ve devam ediyor. Suriye rejiminin direniş ve Batı komplosu retoriği, milliyetçi destek kazanma çabalarının bir tezahürü. Esed rejiminin bu retoriğine prim vermek ise savunulanın aksine Suriye meselesini karıştırmakla birlikte, meseleyi harici müdahalelere açık hale getiriyor. Batı müdahaleciliğine karşı olmak ve otoriteryanizme karşı bir muhalefet hareketini itham etmek farklı şeyler. İlki erdemli bir duruşken ikincisi en kısa ifadeyle Suriye’yi okuyamamak anlamına geliyor. Mostar (Aralık 2011)