Ukrayna son günlerde ülke çapında devam eden protestolarla gündemde. 21 Kasım günü Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in uzun süredir müzakere edilen AB ile Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayı askıya aldığını açıklaması üzerine sokaklara dökülen Ukraynalılar soğuk havaya ve polisin sert uygulamalarına rağmen halen evlerine dönmüş değil.
Protestolar, 2004 yılında gerçekleşen ve zamanın Devlet Başkanı Yanukoviç’in istifasıyla sonuçlanan Turuncu Devrim’i hatırlatsa da, protestoların muhtemel sonuçlarından çok nedenlerine odaklanmak hem Ukrayna’yı hem de bölge politikalarını anlamak adına daha faydalı olacaktır.
AB İLE ORTAKLIĞIN ÇERÇEVESİ
AB ile imzalanan Ortaklık Anlaşmaları ile, birliğe henüz üye olmamış ülkelerle AB arasında bir ortaklık çerçevesi oluşturulması amaçlanır. Örneğin, bu anlaşmayı ilk imzalayan ülkelerden olan Türkiye, AB ile Ankara Anlaşması’nı 1963 yılında imzalayarak AB’ye üyelik sürecini başlatmıştı. AB-Ukrayna ilişkileri ise Turuncu Devrim sonucu iktidara gelen bir önceki Devlet Başkanı Yuşçenko döneminde başladı. Şimdiki Başkan Yanukoviç, Rus yanlısı olarak bilinmesine karşın 2010 seçimlerinde oyunu aldığı Batı yanlısı seçmenin isteklerini görmezden gelemedi ve AB ile entegrasyon sürecini devam ettirdi. Mart 2012 tarihinde başlayan sürecin ardından bir miktar mesafe kat edilmesine karşın, Devlet Başkanı Yanukoviç 21 Kasım günü Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayı askıya aldığını, fakat hem AB hem de Rusya ile entegrasyonun süreceğini açıkladı. Bunun üzerine sokağa dökülen halk, Turuncu Devrim’i hatırlatan bir kalabalıkla hükümeti protestolara başladı. Cezaevindeki muhalif lider ve eski Başbakan Yuliya Timoşenko ise 18 gün sürecek açlık greviyle halka destek verdi.
TURUNCU DEVRİM VE UKRAYNA-BATI İLİŞKİLERİ
2004 seçimlerine kadar görev yapan Rusya yanlısı Leonid Kuçma’nın Anayasa uyarınca bir dönem daha görev yapamayacak olmasından dolayı aday olan Viktor Yanukoviç, karşısında seçimlerde Viktor Yuşçenko tarafından yönlendirilen güçlü bir Batı yanlısı blok buldu. İlk tur seçimlerinde oyların yarısını almayı başaran bir aday olmaması üzerine yapılan seçimlerden Yanukoviç’in galip çıkmasının ardından milyonlarca Ukraynalı seçimlerin adaletsiz olduğu gerekçesiyle sokağa döküldü. Turuncu Devrim olarak adlandırılan ve dünya çapında bir fenomen haline gelen halk ayaklanmasının ardından iptal edilen seçimler sonrasında muhalefet ve hükümet arasında gerçekleştirilen pazarlıklar sonucu yenilenen ikinci tur seçimlerinin ardından Viktor Yuşçenko seçimleri kazanarak devlet başkanı olarak göreve başladı. Muhalefet liderlerinden Yuliya Timoşenko ise 2007 yılında yapılan seçimlerde başbakan oldu.
Ukrayna tarihinde oldukça önemli bir olay olan Turuncu Devrim sonucu yapılan seçimlerden sonra Ukrayna Avrupa yanlısı bir politika izledi. Timoşenko’nun başbakan olmasının ardından AB ile müzakereler başladı ve vize kolaylıkları, ekonomik entegrasyon gibi konularda önemli noktalara gelindi. Timoşenko, bununla birlikte dünya siyasetinde pek de alışık olunmayan zarafeti ve bundan kaynaklanan kişisel karizmasıyla ilgi odağı oldu ve gerek Ukrayna içinde gerekse dünya çapında kısa zamanda popüler bir figür haline geldi.
Devrim sonrası oluşan beklentileri yeterince karşılayamayan Yuşçenko-Timoşenko yönetiminin ardından karşısında seçim kampanyasında hem Rus hem de Batı yanlısı tabana hitap etmeyi başaran Yanukoviç, 2010 Başkanlık Seçimlerini Timoşenko’ya karşı az farkla da olsa kazandı. Bu durum Timoşenko’nun siyasi hayatına büyük bir darbe vurdu. Seçimlerden kısa bir süre sonra hakkında art arda açılan davalar sonucunda mahkûm olan Timoşenko’nun yargılanma süreci Ukrayna’nın yalnızca iç politikasının değil, dış politikasının da en önemli gündem başlıklarından biri oldu. Ülkedeki en etkili muhalif liderin cezaevine atılmasıyla oluşan imaj kaybı Yanukoviç’in AB ile olan ilişkilerine de yansıdı. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Komiseri Catherine Ashton konuyla alakalı bir açıklamasında, Timoşenko’nun yargı sürecinin Ortaklık Anlaşması’na birinci dereceden etki ettiğini belirtirken, Avrupa Konseyi’nde de konunun önemi dile getirildi.
YANUKOVİÇ VE UKRAYNA’NIN ÇOK YÖNLÜ DIŞ POLİTİKA DENEMESİ
Hem coğrafi hem tarihsel olarak Rusya’nın Avrupa’ya, Avrupa’nın ise Avrasya’ya açılan kapısı durumunda olan Ukrayna’da bunların bir sonucu olarak siyaset de Batı ve Rusya dinamiklerinin etkisi altında şekilleniyor. 2010 yılında göreve başlayan Yanukoviç, ilk dış seyahatini Avrupa’ya gerçekleştirerek, Ukrayna’nın NATO ve AB hedeflerinin sürdüğünü belirtti. İkinci ziyaretini ise Moskova’ya gerçekleştiren Yanukoviç, son beş senedir Yuşçenko’nun dış politika tercihlerinin Rusya ile Ukrayna’nın arasını açtığını söyleyerek, başkanlığı döneminde Rusya ile daha dostça ilişkiler kurmayı umduğunu belirtti. Yanukoviç’in izlediği dış politika ne Kuçma döneminin Rusya yanlısı çizgisine ne de Yuşçenko döneminin AB ve NATO yanlısı çizgisine tam anlamıyla uygunluk gösterdi. Yanukoviç bu politikalarından ötürü Batı tarafından Timoşenko üzerinden baskı görürken, 2004 seçimlerinde kendisini açık bir şekilde destekleyen Moskova’nın da güvenini sarstı.
Ukrayna iç ve dış politikası için belirleyici durumda olan Rusya hesaba katıldığında, Ukrayna’nın bölgesel ikilemi daha da açık biçimde görülüyor. Tarihsel olarak bakıldığında hâkim Rus ideolojisi, ismi Rusçada ‘sınır’ ya da ‘uç’ anlamındaki ‘kray’ (????) kökünden gelen Ukrayna’yı ayrı bir millet ya da devlet olarak değil, Rusya’nın Avrupa sınırı olarak gördü. Bugün de Ukrayna’ya Putin’in Yakın Çevre doktrini çerçevesinde yaklaşan Rusya, ABD’nin 19. yüzyılda Latin Amerika’yı kendi etki alanı olarak görmesine benzer bir şekilde buranın dış politikasını kendi kontrolü altında tutmaya çalışıyor. Eski Sovyet cumhuriyetlerinin kendi etki alanından çıkmalarını istemeyen, hatta mümkün olursa ekonomik ve siyasal alanda kurulacak ortaklıklarla onları liderliği altında tutmak isteyen Rusya için Ukrayna büyük önem taşıyor.
Öte yandan, Rusya ile ticaret hacmi neredeyse bütün AB ülkeleriyle gerçekleştirdiği ticarete denk olan Ukrayna için de Rusya ekonomik bakımdan hayati öneme sahip. Ayrıca Rusya Ukrayna’nın en büyük doğal gaz ithalatçısı olarak öne çıkıyor. Bu şartlar altında Rusya Ukrayna’ya karşı hem siyasi hem de ekonomik kozlara sıklıkla başvuruyor. Örnek vermek gerekirse, Haziran ayından itibaren çeşitli malların Rusya’ya girişinde zorluk çıkaran Rusya, ayrıca AB ile Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığı takdirde Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Rusya’nın taahhüt edemeyeceğini resmi kanallardan ilan ederek Ukrayna’yı bir anlamda tehdit etti.
Aslına bakılırsa, Ukrayna’nın ihracatına belli kısıtlamalar öngörürken Ukrayna pazarını AB mallarına açık hale getiren Ortaklık Anlaşması ekonomik açıdan Ukrayna için çok da kârlı şartlar içermiyor. Muhtemel AB üyeliğinin uzun vadedeki getirileri bir yana bırakılırsa, AB ile yakınlaşmanın Yanukoviç açısından getirebileceği en önemli kazancın Avrupa yanlısı seçmenin oyları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira geçtiğimiz seçimlerde oyunu aldığı bu kitlenin desteğini kaybettiği takdirde Yanukoviç’in 2015 yılındaki seçimleri kazanması çok zorlaşacak.
Sonuç olarak, Rusya ve AB arasında olduğu kadar Rus ve Batı yanlısı seçmen arasında kalan Yanukoviç, şimdilik belirsiz ve uzun vadeli bir AB ortaklığı yerine sağlam bir Rusya himayesini tercih ederek AB ile olan ilişkileri halkın yoğun baskısına rağmen askıya almış gözüküyor. Böylece Yanukoviç, kısa vadede Rusya ile Ukrayna arasındaki mevcut stratejik ve ekonomik işbirliğinin yanı sıra kendi siyasi hayatını da Rusya garantisi altına almış oldu. Rusya’nın açık tehditleri göz önüne alındığında Yanukoviç’i bu kararından döndürecek herhangi bir siyasi güç şu an için görünmüyor. Öte yandan bu kararıyla Yanukoviç, hem Ukrayna’yı Rusya’ya hammadde ihraç eden bir ülke olmaktan çıkaracak bir hamleyi geciktirmiş, hem de kendisinin Batı nezdindeki otokrat ve Rus yanlısı lider imajına bir miktar daha katkıda bulunmuş oldu. Ayrıca protestolarını Turuncu Devrim’den çok daha sistemli bir şekilde yürüten ve Kiev meydanını (Maidan) boş bırakmayan Ukraynalılar, Yanukoviç’in istifasını talep ediyorlar ve yakın zamanda evlerine dönmeyi pek düşünmüyorlar. Protestoların Yanukoviç’in istifasıyla sonuçlanacağını söylemek çok güç olsa bile 2015 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinde Yanukoviç’in şansının -seçimlerin adil geçeceğini varsayarsak- oldukça azaldığını şimdiden söylemek mümkün.