Libya'da uluslararası tanınırlığa sahip Ulusal Mutabakat Hükumeti ile Türkiye arasındaki "Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ve "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası"nın uluslararası hukuka uygun bir şekilde imzalandığını belirten Prof. Dr. İnat, AA muhabirine yaptığı açıklamada, uluslararası deniz hukukuna aykırı herhangi bir durum söz konusu olmadığını söyledi.
Prof. Dr. İnat, uluslararası deniz hukukuna göre karşılıklı kıyılara sahip ülkeler arasındaki deniz alanı eğer 400 milin altındaysa ilgili ülkelerin anlaşarak sınırları belirlemesi gerektiğini ifade etti.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarının belirlenmesi söz konusu olduğunda Suriye, Mısır, Libya, Yunanistan ve KKTC'den bahsedilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. İnat, şunları kaydetti:
"Kıbrıs sorununun hakkaniyetli bir çözüme kavuşturulmasının önünde engel oluşturdukları için güneydeki Rumların idare ettiği bölgenin Türkiye tarafından tanınmadığını biliyorsunuz. Mısır ile de bu tür bir anlaşma yapmadık çünkü Mısır, GKRY ile böyle bir anlaşma yapmayı tercih etti. Yunanistan ile yapmadık, yapmıyoruz. Çünkü Yunanistan ile ilgili deniz alanlarının paylaşımı konusunda çok farklı görüşlere sahip olduğumuz için böyle bir anlaşma yapmamız mümkün olmuyor. Suriye ile de yapamadık. Çünkü Suriye'nin Hatay üzerinde bir takım iddiaları olduğu için Türkiye ile böyle bir anlaşma yapmaya yanaşmıyor. Dolayısıyla mevcut konjonktürde bu konuda anlaşabileceğimiz Libya ve KKTC gibi iki aktör vardı. Bu yüzden bu iki ülkeyle söz konusu anlaşmalar imzalandı. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son açıklamalarından, ilişkilerin düzelmesi durumunda Türkiye’nin Mısır’la da bir münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması yapmaya hazır olduğunu anlıyoruz."
GKRY'nin daha önce 3 ülke ile münhasır ekonomik bölge anlaşmaları imzaladığına dikkati çeken Prof. Dr. İnat, "Türkiye de BM'ye bu anlaşmaları kabul etmediğini belirten bildirimlerde bulunmuştu. Yunanistan'ın Türkiye ile Libya arasındaki mutabakata itirazını bu çerçevede düşünmek lazım. Bu şekilde Atina ilgili deniz alanları üzerindeki hak iddialarından vazgeçmediğini göstermeye çalışıyor. Ancak İki ülke arasında uluslararası hukuka uygun bir şekilde imzalanan bir mutabakatı geçersiz kılmak ne Yunanistan'ın işidir ne de BM'nin. Çünkü Libya'yı temsil etmek hakkına sahip olan meşru Trablus hükümeti ile Türkiye arasında imzalanmış bir mutabakat söz konusu."
- "Meselenin bu kadar büyümesinin sebeplerinden biri de AB'dir"
Prof. Dr. Kemal İnat, Avrupa Birliği'nin (AB) Türkiye ile Yunanistan ve GKRY arasındaki ihtilaflarda hep taraflı davrandığına işaret ederek, "Yunanistan ve GKRY Avrupa Birliği üyesi, Türkiye de AB'ye aday ülke. Bu durumda AB'nin aslında tarafsız davranması gerekiyor. Yani Yunanistan ve GKRY ile aday ülke Türkiye arasındaki anlaşmazlıklarda tarafsız olmasını bekliyoruz. Ama AB maalesef tarafsız davranmadı." tespitinde bulundu.
Doğu Akdeniz'de meselenin bu kadar büyümesinin sebeplerinden birinin de AB olduğunu belirten Prof. Dr. İnat, "AB bu tavrı göstermemiş olsaydı, Kıbrıs konusunda taraf değil de çözüme katkıda bulunan bir aktör olmayı tercih etseydi, bugün Kıbrıs sorunu çözülmüş olacaktı. Kıbrıs sorunu çözülmüş olsaydı zaten bu anlaşmazlıkların birçoğu olamayacaktı. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin tavrı bugüne kadarki politikaları göz önünde bulundurulduğunda maalesef şaşırtıcı değil. Türkiye daha önce de kendi deniz yetki alanlarında sondaj faaliyetleri yapması nedeniyle AB’nin yaptırım kararlarıyla karşılaşmıştı." diye konuştu.
Prof. Dr. İnat, Doğu Akdeniz’de sadece kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerin sınırlandırılması sorunu olmadığını ifade ederek şu değerlendirmelerde bulundu:
"Türkiye ile Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’in bir parçası olan Ege’de karasularının ve hava sahasının sınırları ve kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesi konusunda sorunlar var, Kıbrıs sorunu var. Filistin ile İsrail arasında sorun var. Libya ve Suriye sorunları var. İsrail’in Filistin’e yönelik politikası ya da İran’ın ile Suudi Arabistan'ın Lübnan üzerinde yürüttükleri mücadele hukuk değil güç politikasının tezahürü. Libya’da Fransa, ABD, Rusya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteklediği Hafter ile Trablus arasındaki mücadele de aslında güç ve nüfuz mücadelesidir ve hukuk üzerinden yürümüyor. Enerji kaynakları üzerinden yaşanan rekabete baktığımızda ise Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarının belirlenmesi çerçevesinde bölgede var olan sorunlara bir yenisinin eklendiğini söyleyebiliriz. Bu kadar sorunun olduğu ve sorunların tarafı olan aktörlerin güç politikasını öne çıkardığı bir bölgede enerji kaynakları üzerinden yeni bir cephe açılmış oldu. Türkiye deniz yetki alanlarının belirlenmesi konusunda sürekli olarak karşılıklı anlaşmalarla bu meselenin çözülmesi çağrısında bulundu ama Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye’yi dışlayarak daha önce de söylediğim gibi İsrail ve Mısır ile anlaşmalar imzaladı. Türkiye, bölgede gelişmeler uluslararası hukuk çerçevesinde gerçekleşir diyerek bu adımları atmasaydı, Doğu Akdeniz’deki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı. Bu hakların korunması aktif adımların da atılmasını gerektiriyor. Yavuz ve Fatih sondaj gemilerinin Türkiye’nin ilan ettiği deniz yetki alanlarında petrol ve doğal gaz arama faaliyetleri yürütmesi de bu aktif adımların önemli bir parçası. Bu gemiler ve onlara eşlik eden askeri gemiler söz konusu sularda bayrak göstermeseydi, bu bölgelerde hak iddia edilmesi eksik kalacaktı."
- Türkiye 'gerekirse' asker gönderecek
Prof. Dr. Kemal İnat, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Libya'ya askeri güç gönderme konusundaki açıklamalarıyla ilgili olarak da şu değerlendirmede bulundu:
"Trablus’a asker gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanının ifadelerini de ben bu kapsamda değerlendiriyorum, çünkü Türkiye orada meşru bir şekilde ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde aslında dünyanın meşru gördüğü hükümeti destekliyor. Buna karşı bu meşru hükümeti yıkmaya, darbe yapmaya çalışan isyancı bir general söz konusu ve maalesef çok sayıda ülke ona destek veriyor. Suudi Arabistan, BAE, Mısır, ABD, Rusya ve Fransa General Hafter’i destekliyorlar. Türkiye’nin Libya’da çok az sayıda aktörle birlikte oradaki meşru hükümete desteğini gerektiğinde askeri güç gönderebileceğini açıklayarak yürütmesi, Ankara’nın Libya konusunda uluslararası hukuk çerçevesinde hareket ettiğini gösteriyor. Belki Türkiye de diğer aktörler gibi Libya konusunda kendi çıkarlarını esas alan bir politika izliyor ancak bunu yaparken ABD, Fransa, Mısır ve BAE gibi ülkeler gibi darbeci Hafter’e destek vererek uluslararası hukukun meşru sınırları dışına çıkmıyor."
[AA, 12 Aralık 2019]