28 Şubat'ın kalıntısı katsayı uygulaması, eğitim sistemine demokratik aktörlerin müdahil olmasıyla çözüleceğe benziyor. Tabii yargıçlar müsaade ederse…
Türkiye’de eğitim sistemi kurmak, eskiden beri askerlerin icra ettiği bir vazife olarak anlaşılıyordu. Anayasa’dan, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Yükseköğretim Kanunu’na kadar eğitim sisteminin kurucu yapıtaşları hep demokrasinin sekteye uğradığı dönemlerin ardından belirlenmişti. 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınan ve demokrasiye “rot balans” ayarı olarak sunulan kararların çoğu da eğitime ilişkindi. Kararların en fazla öne çıkanı, imam hatip liselerinin orta kısımlarını kapatan ve 8 yıllık kesintisiz eğitimi öngören karardı. Eski bir Milli Eğitim Bakanı’nın tespitiyle söyleyecek olursak, siviller milli eğitim sistemini belirlemeyi bir tabu olarak görmüş ve askerlerin kurduğu sistemin dışına çıkmamaya özen göstermişlerdi. Pekâlâ, eğitim sistemini hep askerler mi yapar?
1998’de yükseköğretime giriş sisteminde alan içi ve alan dışı için farklı katsayı uygulamasını başlatan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), çok tartışmalı bir karara imza atmış oldu. O günden beri bir türlü bitmeyen tartışmaları bitirmek niyetiyle YÖK, 2009’da, alan içi ve alan dışı arasındaki katsayı farkını kaldırdı. YÖK’ün bu düzenlemesinin yürütmesi, “yargı kararlarıyla istikrar kazanmış” eğitim sisteminin bütünlüğünü bozacağı gerekçesiyle Danıştay tarafından durduruldu. Bunun üzerine YÖK 17 Aralık 2009 tarihinde yeni bir düzenleme yaptı. Buna göre, üniversite giriş sınavında adaylara alan içi ve alan dışı tercihine göre farklı katsayı uygulanması öngörüldü. Yeni düzenlemede puanlar hesaplanırken adayların kendi alanlarından tercih yapmaları durumunda Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanları (AOBP) 0.15, alan dışı tercihte 0.13 ile çarpılacaktı (2. madde). YÖK ayrıca, öğretmen lisesi ve meslek lisesi mezunu olanların kendi alanlarındaki programları tercih etmeleri halinde, ilgili ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının 0,05 ile çarpımı sonucunda bulunan puanın toplam puana ayrıca ekleneceği kararını aldı (3. madde). YÖK’ün aldığı bir diğer karara göre, Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken alan içi katsayı oranının uygulanması öngörüldü (6. madde). Danıştay 8. Dairesi, YÖK’ün yeni kararının yukarıda zikredilen 2. ve 3. maddelerinin ve bunlara bağlı diğer bir maddenin yürütmesini 8 Şubat 2010 tarihinde oybirliğiyle durdurdu. Danıştay 8. Dairesi’nin kararında tuhaf olan bir durum, 6. maddenin yürütmesinin oyçokluğuyla durdurulmaması ve “başarının ödüllendirilmesi amacına yönelik olduğu anlaşılan bu kuralın, yargı kararlarına aykırı bir yönü bulunmadığı gibi hukuka, hakkaniyete ve mevzuata uygun olduğu” şeklindeki gerekçe. Doğrudan söylemek gerekirse, bu gerekçe oldukça çelişkili, çünkü katsayı farkının tamamen kaldırılmasını ve böylece öğrencinin okuduğu alan veya okulunun türü değil, bireysel başarının ödüllendirilmesini amaçlayan YÖK’ün ilk düzenlemesi bizatihi Danıştay tarafından durdurulmuştu. YÖK ikinci düzenlemesinin yürütmesinin durdurulması üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna itirazını bildirdi. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, YÖK'ün itirazını 18 Şubat 2010 günü oyçokluğuyla reddetti. Basından anlaşıldığı kadarıyla Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Danıştay 8. Dairesi’nin gerekçesinin tamamına katılmıyor. Ama konu ile ilgili farklı bir gerekçe yazılacak. Dahası, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, bir öğrenci velisinin yukarıda zikredilen 6. maddeye ilişkin itirazını da kabul ederek, maddenin yürütmesini durdurdu. Böylece, Danıştay 8. Dairesi’nin tuhaf bir şekilde yürütmesini durdurmadığı maddenin de yürütmesi durdurulmuş oldu. Bütün bu olan biteni nasıl anlamalıyız? YÖK’ün ikinci düzenlemesinde öngörülen katsayı farkı Danıştay tarafından yeterli görülmedi. Ne kadarlık bir katsayı farkının yeterli görüleceği ve YÖK’ün ne karar alacağı ise, şimdilik meçhul. Danıştay, yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde katsayı farkının aşılabilir bir nitelikte olmasının yargı kararlarına uygun olmadığını açıkça belirtmişti. Bir başka ifadeyle, Danıştay’a göre, maksimum 10 puanlık bir farka tekabül eden 0.13 ve 0.15’lik katsayı farkı, “aşılabilir”di. Oysa değil 10 puan, 1 puan bile hiçbir şekilde aşılamaz bir fark. Çünkü her halükarda bir öğrenci alan dışı tercih yaptığında puanı kesiliyor. Puan kesilmesinin hiçbir şekilde telafisi olmadığı için, aşılabilir bir farktan söz edilemez. Düşünün iki başarılı öğrenci bütün soruları doğru bir şekilde cevaplıyorlar; biri alan dışı tercih yapıyor ve diğerinden 10 puan daha düşük alıyor! Böyle bir fark, nasıl olur da aşılabilir? Bu fark, sadece meslek liselerini ilgilendiren bir fark da değil; tüm öğrencileri ilgilendiren bir fark. Örneğin, bir fen lisesinin fen bölümünden mezun birisi, hukuk okumak istediğinde puanı düşük katsayıyla hesaplanıyor. Her türden katsayı farkıyla karşımıza çıkan küçük bir fark bile, her yönüyle aşılamaz. Çünkü öğrencinin önüne konan engeli aşması için, hiçbir telafi imkânı sunulmuyor. Danıştay’ın katsayı farkını yeterli görmeyen kararının gerekçesi, Türkiye’de 11 yıldır uygulanan farklı katsayıların dahi geride bırakılmasını işaret ediyor. Çünkü bugüne kadar idarenin bir düzenlemesinden ibaret olan ve toplumda çokça tartışılan bir uygulama, idarenin yeni düzenleme yapmak istemesine rağmen, bugün hukuk ve adalet adına engelleniyor. Danıştay’ın idealize ettiği şekliyle herkes alanında yükseköğretime devam ederse Türkiye’de 1981’den beri yürürlükte olan yükseköğretim sisteminin üniter yapısı yasal olarak sonlanmış olur. Böylece yükseköğretim sistemi, ikili bir yapıya dönüşür. Bir başka ifadeyle, genel liseler daha çok akademik eğitim veren yükseköğretim programlarına, meslek liseleri ise daha mesleki alanlarda yükseköğretime (meslek yüksekokulu, yüksekokul, vs.) devam ederler. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurduğu eğitim sisteminin geleneksel bir özelliği olan eşitlikçiğini 11 yıldır zedeleyen katsayı uygulaması sonucunda, önce eğitim sisteminde sonra toplumda ortaya çıkan sınıflaşma ve tabakalaşmanın daha da keskinleşmesi riski söz konusu. Katsayı engeli modern eğitim sistemine aykırı Yazımızın başında sorduğumuz soruya dönecek olursak, son tecrübeler bize, şimdiye kadar askerlerin yaptığı eğitim sisteminin yerini yargı kararlarıyla oluşan eğitim sisteminin aldığını gösteriyor. Yani, eğitim sistemini artık askerler değil, yargıçlar düzenliyor. Oysa eğitim sistemini düzenleme görevi, esasen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’na ait. Yükseköğretime giriş konusunda da MEB’e önemli sorumluluklar düşüyor. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 31. maddesi şu şekilde: “Hangi yükseköğretim kurumlarına, hangi programları bitirenlerin nasıl girecekleri, giriş şartları Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilir.” Bu kanun maddesinin yeterince işletildiğini söylemek zor. Gelinen noktada katsayı tartışmalarını sonlandırmak için MEB’in söz konusu görevini sahiplenmesi gerekiyor. Eşit bir katsayı uygulaması sözkonusu olmayacaksa, katsayı sorununun uzun vadede bir çözümü daha var. Genel liseye denk bir müfredatı içeren bütün farklı lise türleri mezunlarına, genel lise diploması alma hakkı verilmeli. Yani üniversiteye girişte genel lise mezunları olarak değerlendirilmeleri gerekiyor. Genel liseye denk bir müfredatı içermeyen lise türlerinden mezun olanlara veya bu okullarda öğrenci olan kişilere, genel lise fark derslerini tamamlama ve böylece genel lise diplomasına sahip olma imkânı verilmeli. Bireysel tercihleri anlamsızlaştıran aşılamaz bir katsayı farkı konması, çağdaş pedagojinin ilkeleri ve uygulamalarıyla bağdaştırılamaz. İnterdisipliner öğrenmenin öne çıktığı çağdaş eğitim süreçlerinde, 14 yaşındaki çocukların veya ailelerinin geçmişte yaptıkları okul ve alan tercihi değil, bugünkü ilgileri, amaçları ve istekleri esas alınır. Mostar, Mart 2010, s. 20-22