Afrin’deki PKK varlığına yönelik Türkiye’nin askeri operasyonunda kapsamının ne olacağına ve en önemlisi de Ankara’nın hedef bölgesinin tam olarak neresi olacağına yönelik birçok bilinmez söz konusu. Bu durumu daha fazla karmaşık hale getiren asıl husus ise, Türkiye’nin PKK ile Suriye sahasındaki sınır ötesi mücadelesinin Rusya ile ABD arasında hassas bir zemin üzerinde seyrediyor olması. Bu duruma sebep olan birçok etkenin varlığının bahsedebiliriz.
Birinci ve en önemli husus, PKK’nın Fırat’ın doğusundaki geniş bir sahada ABD ile ortaklığının yapısal bir çerçeveye kavuşmuş olması. Fırat’ın doğusunda Türkiye sınırını bütünüyle kaplayan, Rakka’nın ele geçirilmesi ile birlikte ise kendisine Türkiye’den uzakta önemli bir savunma avantajı sağlayan PKK, bütün bu bölgede Türkiye’nin müttefiki ABD’nin koruması altında. Bu bölgede asıl söz konusu tehdit, PKK’nın kontrol ettiği alanda silahlı gücünü konsolide etmesi ve petrol dahil tarımsal olarak verimli alanlara hükmetmesi. Bu ister istemez Türkiye’nin Afrin sonrasında, PKK’yı Fırat’ın doğusunda hedef hâline getirmesini zorlaştıran unsurların başında geliyor. Nitekim, ABD’nin son haftalarda son derece muğlak açıklamaları ve yaşadığı gelgitler bu durumu daha da karmaşık hale getirmiş durumda. Bu karmaşıklığın asıl sebebi, ABD’nin Fırat’ın doğusunda nasıl bir stratejiye sahip olduğuyla ilgili.
ABD’nin yeni stratejisi
Bu strateji kapsamında Washington yönetiminin, PKK’yı şimdilik Suriye sahasında kendi kontrolü altında olan bir vekalet gücüne dönüştürmek istediği anlaşılıyor. Son günlerde yapılan açıklamalara bakıldığında, PKK’nın ana gövdesini oluşturduğu “askeri ve polisiye gücün” adının ne olacağı tam olarak belli olmasa da bu gücün nasıl bir fonksiyon üstleneceği isminden çok daha önemli. PKK’nın asıl gücü bu şekilde ele alınırsa, Fırat’ın batısında değil, özellikle DEAŞ sonrası dönemde, Haseke’den Fırat Nehri’ne kadar olan bölgede yoğunlaşıyor. Rakka’nın ele geçirilmesinden sonra Haseke’den Irak sınırı boyunca Suriye’nin güney derinliğine açılan PKK, böylece bütün bu alanda sosyal, idari ve güvenlik yönetişim mekanizmalarını elinde tutuyor. İşte tam bu noktada, ABD’nin “yeni stratejisi” devreye giriyor. Bu stratejiyle ABD, öncelikli olarak mevcut bölgenin sınırlarını tahkim etmeyi, sonra ise bu geniş coğrafyada PKK’ya alternatif oluşturacak bir gücün meydan okumasını engellemek adına da PKK’nın askeri gücünü daha üst bir noktaya taşımak istiyor. Bunu yapmak için ise ABD’nin, 1) PKK’nın mevcut karakterini değiştirmesi, 2) PKK’nın askeri gücünün nicelik ve nitelik olarak tahkim etmesi ve 3) PKK’nın Fırat’ın doğusunu “hükümetsel” manada yönetebilecek kapasiteye ulaştırması gerekiyor. Birinci hedef için, ABD’nin PKK’ya Arap nüfusunun daha fazla dahil olduğu bir isim bulması, ikincisi için istikrarı koruması ve DEAŞ’ın toprak kayıpları sonrası yeni stratejisi karşısında savunma oluşturabilecek askeri kapasite inşasına girişmesi ve üçüncüsü için siyasi bir ortam oluşturarak Türkiye’yi PKK karşısında “yumuşatması” gerekiyor.
ABD, bütün bunları kısa zamanda gerçekleştireceği bir ortam oluşması halinde ise yeni bir Suriye haritasını oluşturmak için daha fazla imkan bulmuş olmayı umuyor. Böylece, sözde karakterini değiştirdiği PKK aracılığıyla bu siyasal haritanın savunuculuğunu üstlenecek bir süreci de yavaş yavaş hayata geçirmek isteyecek. Bu gücün ilk savunma bölgesi, Fırat’ın doğusundan başlayarak Irak sınırına kadar süren kuzey hattı olacak. Bu bölgede ağırlıklı olarak PKK unsurlarının konuşlandırılacak olması şaşırtıcı olmayacaktır...
Öte yandan bu gücün bir kısmının da Batı’ya, yine Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı bölgesine yönelik konuşlandırılması planlanıyor. Buradaki gücün ana gövdesini PKK’nın oluşturacağını ancak Arapların belirgin bir şekilde öne çıkarılacağını söyleyebiliriz. Fırat Nehri boyunca Rakka’ya doğru indikçe ise bu güç vasıtasıyla Suriye rejimine karşı bir savunma hattı oluşturulmak istenildiği anlaşılıyor. Bu hat boyunca PKK ile ortaklık yapan Arap unsurlarının savunma hattını oluşturması planlanıyor. Böylece ABD, Rakka’ya doğru sarkan PKK’yı, oldukça geniş bir coğrafi alana yayarak hem Türkiye’nin askeri müdahalesinden koruma şansı elde etmiş hem de PKK, Türkiye ile baş başa kalırsa yakın bir gelecekte kendisini koruyabileceği bir savunma derinliği oluşturmuş olacak.
Söz konusu yeni haritanın nihai hedefi ise ABD’nin Suriye krizinin çözümü olarak ortaya koyduğu yaklaşımda saklı. Tillerson’un en son Stanford Üniversitesi’nde yaptığı değerlendirmede, Suriye stratejisinde Esad’ın iktidarda olduğu bir senaryonun olmadığı anlaşılırken, çözümün yeri olarak ne Astana’yı ne de Soçi’yi benimsediği görülüyor. DEAŞ ile mücadele hala bir öncelik olarak devam ederken, Türkiye gibi ülkelerle Suriye sorunun çözülmesi konusunda birlikte hareket etmekten bahsediyor. Tabii ki ABD hangi stratejiyi benimserse benimsesin, stratejinin sahada çok farklı işlediğinin herkes farkında. Dolayısıyla, PKK ile olan angajmanı ve elde ettiği geniş bir coğrafi kontrolü ABD sürdürebilirse, Kürtler üzerinden teritoryal bir özerklik dayatmasıyla Suriye’nin siyasi olarak da bölünebileceği bir senaryoyu devreye sokmayı planlıyor. Böylece ABD, Suriye üzerinden geniş bir jeopolitik alan oluşturmuş ve nüfuzunu yeniden tesis edecek bir stratejik denklem kurmuş olacak. Dolayısıyla, ABD’nin altın formülü şu şekilde: Türkiye’yi PKK’dan uzak tut, mümkünse Türkiye’ye yönelik yumuşatma siyaseti izleyerek PKK’ya geniş bir coğrafi alanda özerklik tahsis et. Eğer bu kısa bir zamanda başarılı olursa, Suriye sahasındaki İran’ın Şii vekil unsurlarını dengelemek için de alternatif bir alan ve aktör oluşmuş olacak.
Rusya faktörü
Türkiye’nin PKK ile sınır ötesi askeri mücadelesini zorlayan bir başka değişken de Rusya. Özellikle Afrin bağlamında ortaya çıkan yeni tabloda, Rusya’nın pozisyonuna biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Nihayetinde Rusya da PKK ve ona müzahir silahlı ve siyasi gurupları destekliyor hatta ne PKK ne de YPG/PYD’yi terör örgütü olarak tanıyor. Rusya’nın yaklaşımdaki muamma çok daha karmaşık olmakla birlikte, oldukça pragmatik. Bu durum büyük ölçüde, PKK’nın asıl askeri/siyasi gücünü Fırat’ın doğusunda ABD ile birlikte konsolide etmiş olmasından ileri geliyor.
Rusya’nın şimdilik Suriye bağlamındaki önceliğini Ankara-Tahran-Moskova arasında varılan uzlaşı üzerinden belirlemiş durumda. Bu nedenle Moskova’nın, Türkiye’nin Afrin’e yönelik operasyonunda maksimum kazanç elde etmek için elinde geleni yaptığı anlaşılıyor. Hatta öyle bir çerçeve çizmek istiyor ki, Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri angajmanının Rusya’nın gelecekte PYD ile gireceği angajmana zarar vermemesini istiyor. Yani, Moskova yönetimi PYD’yi her zaman “yedekte tutacağı” bir stratejiyi ilkesel düzeyde benimsemiş görünüyor. Nitekim, bugüne kadar sahip olduğu anlayış ve dış politika pratikleri dikkate alınırsa, Moskova’nın PYD-PKK’ya yönelik sabit bir anlayışa sahip olduğu hemen anlaşılır.
Kuşkusuz Moskova’nın tavrını şekillendiren temel saik, Türkiye’nin PKK konusundaki hassasiyeti değil, ABD ile Suriye üzerinden giriştiği rekabet. ABD’nin, Fırat’ın batısında PKK üzerinden kurduğu jeopolitik alanın Washington’ın nüfuzu üzerinden konsolide olmasına zemin hazırlayacağını bilen Moskova, Afrin meselesi üzerinden de Türkiye’ye “tam destek” vererek PYD’yi yedekte tutmayı zorlaştıracağından da emin. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un, Afrin’e ilişkin “tek taraflı müdahale” vurgusuna atıf yapmasının, bu yaklaşımın bir işareti olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, Rusya’nın Afrin’e yönelik Türk askeri müdahalesine “yeşil ışık” yakması, Rusya için de birçok dengeyi bir arada yürütmesine bağlı. Bu bağlamda, Moskova’nın Türkiye’ye Fırat’ın batısında Tel Rıfat ve Afrin’de daha “sınırlı bir müdahale” opsiyonu sunmaya çalıştığını ancak Ankara’nın buna ikna olma konusunda istekli olmadığını söyleyebilirim. Moskova için formül ise şu şekilde idealize edilmiş durumda: Ankara’yı Suriye krizinin çözümü bağlamında içerde tutmaya devam et fakat Türkiye’ye PKK’yı tamamıyla yok etmeyecek bir senaryoyu kabul ettir.
Bu formülün Moskova için idealize edilmesinin bir başka sebebi de İdlib konusu. Türkiye’nin İdlib’e intikal operasyonu ve Ankara’nın radikalleri ılımlılardan ayırma stratejisi, Moskova’nın istediği gibi sonuçlanmış gözükmüyor. Bu durumu fırsata çevirmek isteyen Suriye rejimi ise, İdlib’e ayrım yapmadan hava saldırısında bulunuyor. Rusya’nın buna göz yumduğundan ise kimsenin şüphesi olmasın. Afrin ve İdlib konusunda Moskova ile Ankara arasında bir uzlaşı olsa da Mosko-va’nın Türkiye’nin PKK önceliğini bir fırsata çevirerek bundan sonra Türkiye’yi Soçi masasında “zayıf bir muhalefet” yapısıyla oturtmak istediği oldukça açık.
Dolayısıyla, Rusya bir tarafta PKK’yı kaybetmemek, diğer tarafta da Suriye krizinin çözümünde elini iyice rahatlamak, aynı zamanda PYD’yi ABD’ye tamamıyla mecbur bırakmamak için en ideal stratejiyi hayata geçirmeye çalışıyor.
Oyunu bozmak Türkiye’nin elinde
Peki Türkiye bu iki güç arasında, PKK’ya yönelik nasıl bir strateji izlerse başarılı olabilir? Bunun için öncelikle Türkiye’nin stratejik hedefinin tam olarak ortaya koyulması gerekiyor. Hedef PKK’yı Fırat’ın batısı-doğusu ayrımı yapmadan “yok etmek mi”, “sınırlamak mı” yoksa kontrol ettiği alanları “elinden alarak” topraksızlaştırmak mı? Kuşkusuz Türkiye için en ideal sonuç, PKK’nın Suriye sahasında tıpkı DEAŞ gibi topraksızlaştırılmasıdır. Ancak bu aşamada bunu gerçekleştirmek pek mümkün görünmüyor.
Bu hedefe ulaşmak için öncelikle Fırat’ın batısının hedef alınması ve PKK’nın bu bölgede topraksızlaştırılması gerekiyor. Burada elde edilecek bir başarı hem Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda elini güçlendirecek hem de ABD’nin geleceğe dönük planlarını yeniden düşünmesini zorunlu kılacak. Türkiye ancak PKK konusunda kendi siyasetini dayatan bir askeri güç kullanma üstünlüğünden vazgeçmediği müddetçe ABD’nin yeni PKK planını bozabilir. Bu bağlamda, Türkiye, Rusya ile ABD arasında, kendi PKK stratejisini hayata geçirdiği ve askeri kararlılığını sahaya yansıttığı sürece PKK’yı bölgede etkisiz ve değersiz bir oyuncu haline getirebilir.
[Star Açık Görüş, 20 Ocak 2018].