Bir yandan iğrenç bir fanatizmle yüzleşiyoruz. Terör saldırılarıyla o aşağılık yüzünü gösteren kör bir fanatizmle. Öte yandan, tahammül sınırlarımızı zorlayan bir "yavuz hırsız arsızlığı" ile mücadele ediyoruz. Etmek durumunda kalıyoruz. Ülke içinde, dışında. Medyada, akademide. Siyasette, bürokraside. Her yerde. Evet hemen her yerde hiç olmadığı kadar terörü meşru göstermeye çalışan, insanın kanını donduran yorumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Teröristi şirin gösteren tutumlara tanıklık ediyoruz. Gerçekleşen terör eyle- mine strateji yükleme çabalarına rastlıyoruz. "Hedef siviller değil, güvenlik güçleri"ydi yalanı rahatlıkla söylenebiliyor. Dahası teröristin kimliğini gizlemeye, arkasındaki örgütü görünmez kılmaya dönük çabalarla karşılaşıyoruz. Ulusal ve uluslararası kamuoyundaki tepkiler ölçüldükten sonra "PKK yapmadı, TAK yaptı" gibi ipe sapa gelmez iddialar öne sürülüyor. Halbuki "KCK, YPG, HPG, YDG-H, TAK diye yazılıp PKK diye okunduğu"nu bilmeyen mi var? Aynı şekilde mesela "Türkiye 90'lara dönüyor" tezini dillendirenler de bunun böyle olmadığını biliyorlar. Kurtuluş Tayiz'in ifade ettiği gibi "Türkiye 90'lara dönüyor" diyen birtakım siyaset, medya ve akademi çevreleri "PKK(nın) Güneydoğu'yu iç savaş yangınıyla yakıp kavurmaya çalışması"nı kamufle ediyorlardı. O kadar. Ne yazık ki bu yorumlara karşı argümanlar üretmek, tarihsel süreci anlatmak, neyin ne olduğunu göstermek neredeyse hiçbir anlam ifade etmiyor. Herkes her şeyin ayırdında esasında. Geçmişin günahlarının bugünün iktidarına öyle kolay kolay fatura edilemeyeceğini herkes görüyor. Buna rağmen "yıllardır terörle mücadele adı altında bu ülke kan gölüne döndürüldü" diye kalem oynatılabiliyor. "Biz konuşabileceğiniz son kuşağız" diyen PKK muhibbi radikal Kürtçüler bu lafı gerçekten müzakere aşkına söylemiyorlar. Devletten taviz koparmanın derdindeler. İki yıldır sivil siyaset alanını kirleten HDP eşbaşkanı Demirtaş, milletin gözünün içine baka baka "çözüm siyasetle olur" diyebiliyor. Aynı şekilde Ankara'daki elim terör saldırısının ertesi günü, DİSK ve KESK'e bağlı sendikalar, meslek odaları ve barolar bir "strateji" uğruna "yaşanan katliamların kaynağında savaş politikalarında ısrar eden hükümet var" diyorlar. "Operasyonları durdurun" çağrısı yapıyorlar. Niye? Çünkü yazar yazarlığından yazmıyor. Siyasetçi siyasetçiliğinden konuşmuyor. Hepsi militanlık vazifelerini yerine getiriyorlar. O yüzden, hiç utanmadan, sıkılmadan ülke yastayken "yaşadığımız sorunların çözümü, Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinin iç işlerine saygılı bir dış politika izlemek" diyebiliyorlar. Böylelikle dertlerini açığa vurmuş oluyorlar. Ortada bir iktidar mücadelesi var. Ve bu iktidar mücadelesinde "terörü bir araç olarak kullanmak" Erdoğan düşmanı cephe için ne yazık ki geçerli bir yöntem. Bu iktidar mücadelesinde söylem savaşı, yahut doğru argümanı bulup onun üzerinden konuşmaya çalışmak eskisi kadar anlamlı değil. Öncelikli mesele, terör başta olmak üzere bütün kirli araçları kullanan millet düşmanlarını açığa çıkarıp onlarla "millet menfaati" adına ve elbette hukuki sınırlar içinde sonuna kadar hesaplaşmaktır.
[Sabah, 19 Mart 2016].