Türkiye’nin ABD ve bazı Avrupa ülkeleriyle son dönemde yaşadığı büyük sorunlar Batı ittifakıyla olan bağlarını zayıflattı. Soğuk Savaş döneminde NATO çerçevesinde kurulan bu ittifakın temelde bir güvenlik iş birliğine dayandığı düşünüldüğünde, Batılı ülkelerin Türkiye’nin güvenliğine karşı negatif tutumları ilişkilerin bozulmasına yol açtı.
PKK hâlâ terör örgütü olarak tanınmasına rağmen bu örgütün Orta Doğu ve Avrupa’daki türevlerinin faaliyetlerine müsaade edilmesi ve özellikle PYD’ye yapılan askerî yardım NATO ittifakı çatısı altında gösterilmesi gereken dayanışmayla hiç açıklanamayacak bir durum.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında Batılı “müttefiklerinin” izlediği politika Ankara’da darbeye destek veren bir tavır olarak algılandı ve ilişkilerin daha da bozulmasına yol açtı. Yine bu darbe girişiminin faili olarak yargılanan FETÖ mensuplarına ABD ve Almanya gibi ülkelerde kapıların açılıp bir koruma kalkanının oluşturulması Türkiye’de haklı olarak çok ciddi bir rahatsızlığa neden oluyor.
Başta ABD ve Almanya olmak üzere, bazı Batılı ülkelerin PKK/PYD ve FETÖ gibi örgütleri, “ekseni kaymış” Türkiye’yi yeniden “yola getirmek” için bir araç olarak kullanmakta ısrar etmeleri Ankara ile Batı başkentleri arasında sağlıklı bir ilişki geliştirilmesinin önünde engel oluşturmaya devam ediyor. Bu ülkelerin Türkiye’yi “yeniden yörüngeye oturtmak” konusundaki araçlarının sadece bu örgütlerden oluşmadığının da altını çizmek gerekir. Suriye, Irak ve Katar cephelerinde Türkiye’nin sıkıştırılmasına yönelik adımlar ile Almanya’nın yaptığı gibi ekonomik baskı araçlarının devreye sokulması ve ABD’nin yaptığı gibi yargı kararlarıyla Ankara’da güvensizlik oluşturulmasına yönelik girişimler de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Ankara’nın bağımsızlıkçı dış politika çizgisinden geri adım atmaması Batı’dan gelen bu saldırıların devam etmesi anlamına gelecektir.
Bu durumda Türkiye’nin nasıl bir dış politika izlemesi gerekiyor?
Öncelikle Türkiye’nin, dünya güç dağılımı açısından bakıldığında küresel güçler kadar ekonomik ve askerî kapasiteye sahip olmadığı için Batılı ülkelerden gelen baskıları hafifletecek ve kendi hareket alanını genişletecek bir denge arayışı içerisinde olması kaçınılmazdır. Bu çerçevede Rusya ve Çin gibi küresel güçlerle ilişkilerin geliştirilmesi gerektiği gibi, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerle de sorunların en aza indirilip iş birliğinin öne çıkarılması zorunludur.
Burada sayılan küresel aktörlerin de ABD ve diğer Batılı ülkeler gibi hegemonik niyetleri olduğu hesaba katıldığında bu denge politikasının kolay olmadığı görülecektir. Ancak bu zorluğu sadece Türkiye’nin yaşamadığı, örneğin Almanya gibi bir küresel aktörün de ABD ve Rusya ile ilişkilerinde dengeyi kurmakta sıkıntılar yaşadığını ifade etmek gerekir. Yani uluslararası ilişkilerin doğası, devletlerin bu tür zorluklar içerisinde dış politikalarını rasyonel bir şekilde geliştirmelerini zorunlu kılıyor.
Türkiye’nin de, Batılı ülkeleri dengelemek için Rusya, Çin ve Orta Doğu ülkeleriyle iş birliğini geliştirmesi veya en azından ilişkilerini çatışmadan uzak tutması gerekiyor. Zira bugün Türkiye’nin güvenliğine yönelik en büyük tehdidin ABD ve Almanya gibi Batılı “müttefiklerinin” izlediği politikalardan geldiği görülüyor.
Ankara’nın dış politikayı şekillendirirken dikkat etmesi gereken ikinci önemli konu bütün bu tehditlere rağmen Batı ile ilişkilerin koparılmaması gerektiğidir. Zira son dönemde yaşanan AB ile müzakerelerin kesilmesi tartışmasının gösterdiği gibi, Batılı ülkeler Türkiye ile ilişkiler konusunda ortak bir çizgide değiller.
Ankara, Batı’daki rasyonel çevrelerle diyalog arayışını sürdürmeli ve bazı iktidarların Türkiye politikalarının ne kadar düşmanca olduğunu anlatıp, bu düşmanca politikaların sürmesi hâlinde Batı’nın Türkiye’yi tamamen kaybedebileceğini göstermeli. Bu, hem Batı’nın Türkiye politikasının rasyonel bir çizgiye çekilmesi hem de Rusya ve Çin gibi aktörlerin Türk dış politikası üzerinde oluşabilecek muhtemel ağırlığının önlenmesi açısından gereklidir.
Geçmişte Sovyet Rusya’dan gelen tehdit nedeniyle Türkiye’nin Batı’ya fazla yaslanması ne kadar zararlı olduysa, şimdi Batı’dan gelen tehditler karşısında Rusya ya da Çin’e fazla yaslanmak da aynı sonuçları doğurur.
Doğrusu denge politikasıdır ve Ankara bunu yapmaya çalışıyor.
[Türkiye, 13 Eylül 2017].