Covid-19 salgını öncesinde uluslararası siyasal sistemin lideri konumunda olan ABD’nin salgın sonrasında bu konumunu koruyup koruyamayacağı sorusu çok soruldu. Salgının ne kadar süreceği, tahribatının hangi boyutlarda olacağı ve ABD’nin krizi yönetme becerisi bu sorunun cevabı konusunda temel belirleyicisi olacaktı.
Gelinen noktada, salgının başlamasının üzerinden yedi ay geçtiğine göre bir ara değerlendirme yapmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Öyle görünüyor ki, salgın zannedildiğinden uzun sürecek, tahribatı büyük oluyor ve ABD’nin krizi yönetme becerisi oldukça kötü.
IMF’in tahminlerine göre, 2020 yılı sonunda Amerikan ekonomisi yüzde 5,9 küçülecekken kriz döneminde bile Çin ekonomisi büyümeye devam edecek ve 2020’yi yüzde 1,2 büyüme ile kapatacak.
Bu, ABD ile Çin arasındaki GSYH büyüklüğü makasının daha da daralacağı ve Çin’in dünyanın en büyük ekonomisi olma hedefine bir adım daha yaklaşacağı anlamına geliyor.
Bugüne kadar yaşananlar çerçevesinde Covid-19 salgınının, uluslararası politikada ABD’nin liderliğinden çok kutuplu bir siyasal sisteme geçişi hızlandırdığını ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Salgını kontrol etmekte zorlanan ABD ekonomisi salgından büyük zararlar görmeye devam ederken, bu konuda daha başarılı olan Çin, krizi daha az zararla atlatmak yolunda ilerliyor.
Trump’ın yaptırımları bir silah olarak kullanmaya yönelik politikası yüzünden ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı mücadelede en büyük müttefiki Avrupa ile de arasının giderek bozulmakta olduğu görülüyor. Yine ABD’de etkili olan İsrail lobisinin takıntılı politikaları yüzünden Washington’un Türkiye gibi önemli müttefiklerini de kaybetmekte olduğu görülüyor. Ancak Türkiye örneğinde ABD’de rasyonel olanı Başkan Trump’ın, obsesif olanı ise bu lobinin etkisi altındaki Kongre’nin temsil ettiğinin de altını çizelim.
ABD’nin giderek hegemon pozisyonunu kaybettiği, otoriter Çin’in her geçen gün ona daha fazla ortak olduğu, bu rekabetten yararlanmak isteyen Rusya’nın gücünü/boyunu aşan yayılmacı angajmanlara girdiği, Avrupa Birliği’nin ise kendi birliğini korumakta zorlandığı bir dönemde Türkiye nasıl bir politika izlemeli?
Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin uluslararası siyasal sistemde kendisine nasıl bir yer bulması gerektiği sorusuyla yakından ilgilidir.
Bu ikinci soruya cevap aradığımızda ise iki temel parametre ile karşılaşırız.
İlk olarak, Türkiye’nin son 100-150 yıllık tarihine baktığımızda, orta büyüklükte bir devlet olduğunu, küresel bir aktör olmaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci olarak ise, tarihte biraz daha derinlere indiğimizde Osmanlı Devleti’nin 15.-18. Yüzyıllar arasında, dönemin dünya siyasetini en fazla etkileyen aktörü olduğunu görürüz. Özellikle 16. Yüzyılda Osmanlı’nın, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği merkezî coğrafyaya hükmetmesi ve buradan özellikle Avrupa ve Afrika siyasetine büyük etkilerde bulunması söz konusu olmuştur.
Böyle bir imparatorluğun halefi olan Türkiye’nin, Post-Korona dönemi uluslararası siyasal sisteminde kendisine şimdi olduğundan daha etkili bir rol arayışı içerisinde olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek uluslararası sisteme gerekse Türkiye’nin bu sistemdeki yerine dair söylemlerinde görüyoruz. 2023 ve 2053 Hedefleri ile "Dünya beşten büyüktür" söylemi bu arayışın tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.
Yani Türkiye, Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin şimdiye kadar olan dönemindeki orta büyüklükte devlet rolüyle yetinmek istemiyor, her bölgesel güç gibi küresel bir aktör olmak istiyor.
Uluslararası siyasal sistemde yaşanan yukarıda değindiğim kırılmalar Türkiye’ye bu hedefi için yeni fırsatlar sunduğu gibi, bu kırılmaların ne kadar sancılı olacağına bağlı olarak ciddi riskler de getiriyor. Ancak ABD, Çin ve diğer küresel aktörler arasında şiddetlenen güç mücadelesinin dünyayı bir kaosa sürüklemesi durumunda; güçlü devletlerin ayakta kalabileceği gerçeği düşünülürse, Türkiye’nin gücünü ve etkisini artırma yönündeki çabalarının ne kadar yerinde bir politikanın ürünü olduğu görülür.
Covid-19 salgınının güç mücadelesini artırdığı bir dönemde Türkiye’nin uluslararası sistemdeki yeri ne ABD’nin, ne Avrupa’nın, ne de Rusya ya da Çin’in yanıdır. Hepsiyle, kendilerinin hazır olduğu düzeyde rasyonel ilişkiler kuran ama sadece kendi halkına güvenen bir Türkiye’dir esas olan...
[Türkiye, 29 Temmuz 2020].