Dağlık Karabağ çatışması Türkiye karşıtı söylemi yeniden harekete geçirdi.
Elbette Azerbaycan'ın Ermenistan'ın işgali altındaki topraklarını geri almaya başlamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın verdiği güçlü desteğin önemi ortada.
Yine de 12 Temmuz'daki Tovuz saldırısı ile asıl hesap hatasını yapan Ermeni Başbakan Paşinyan oldu. Bu hatayı örtmek için Paşinyan savaşı büyütmeye çabalamakla kalmıyor.
"1915 soykırımını devam ettiriyor" suçlamasıyla Türkiye ve Erdoğan karşıtlığını körüklüyor. Sanki çatışmanın sebebi Erdoğan'ın "yeni Osmanlı hülyalarına dair hırslarıymış" gibi. ABD, Avrupa ve Körfez'den bazı çevreler koro halinde Paşinyan'ın söylemini yükseltiyor. O kadar ki sanki Erivan, Bakü ile değil de Ankara ile savaşıyormuş gibi. Batı medyası Aliyev'i değil Erdoğan'ı hedef alıyor. Sözgelimi Fransız gazeteleri Dağlık Karabağ'daki çatışmayı "Erdoğan'ın yeni savaşı" olarak resmediyor. Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Irak ve Kıbrıs'tan sonra Ermenistan cephesi açtığını ileri sürüyor.
***
Dünkü Le Point, Erdoğan'a düşmanca söylemini çok ileri bir noktaya taşıdı. Hitler ile kıyaslama yaparak Erdoğan'ın "eski ihtişamlı günlere dönmek" için Osmanlı milliyetçiliği peşinde olduğunu ve bu defa da Ermenilere kendini dayattığını iddia etti. Bu Fransız saldırganlığının arkasında kuşkusuz Macron'un bir kez daha Erdoğan'a rol kaybetmiş olmasının acısı var. Bakü net şekilde Fransa'nın Minsk üçlüsündeki yerini sorguluyor ve Türkiye'yi ateşkes masasında istiyor. Macron'un acemiliğini örtmek için Erdoğan'ın tecrübesini etiketlemek kurnaz bir yöntem gibi durabilir. Ancak bu kurnazlık artık sırıtıyor, dahası bıktırıyor. Avrupa merkezci kibrin bu çaresiz saldırganlığını artık ezberledik.***
Ankara'nın her yeni dış politika hamlesinde Batı medyasının birbiriyle tutarlılık içinde olması gerekmeyen suçlayıcı etiketlemelerini rahatlıkla tahmin edebiliyoruz: "Yeni Sultan, Halife, diktatör ve benzerleri." Bu ağır ideolojik kampanya bir türlü karar veremiyor. Erdoğan, "Müslüman Kardeşlerin başı olan bir İslamcı" mı, "Yeni Osmanlıcı" mı, "Pan-Türkçü mü" ya da "Avrasyacı" mı? "Desteği azaldığı için milliyetçiliğe teslim olan bir lider" mi? "Yeni Kemalist" mi?Elbette hiçbirisi değil.
Türkiye'nin milli çıkarlarını korumak için çalışan güçlü, tecrübeli, maharetli bir lider.
Ankara'nın yeni hareketliliği ideolojiye dayanmıyor. Küresel ve bölgesel konjonktürdeki değişimi okuma becerisinden yola çıkıyor.
Hedefi de coğrafi yayılma değil, aktörlüğünü güçlendirme.
***
Türkiye karşıtı söyleme "Führer- Reis" kıyaslamasının eklenmesini yeni bir aşama olarak görmek gerekir."Otoriterlik" hikâyesine şimdi de "askeri saldırganlık" masalını ekliyorlar. Yeni söylemin temelinde Türkiye'nin güvenlik çıkarlarını korumak için yürüttüğü askeri operasyonlardan duyulan rahatsızlık var. Ankara'nın Suriye, Libya, Katar, Irak, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'taki askeri varlığını hedef almak var. Erdoğan'ın krizlerde inisiyatif alan liderliği var. Türkiye'nin hamlelerine, inisiyatiflerine duyulan kıskançlık var.
***
ABD'nin, Rusya'nın ya da Fransa'nın askeri varlığını sorgulamayan bu söylem, Türkiye'yi sınırlandırmak için sürekli Erdoğan'a saldırıyor.Türkiye'nin etrafındaki krizlerin yönetilmesinde rol üstlenmesini sürekli "askeri yayılma" olarak suçluyor.
Sanki Suriye'de iç savaşı çıkaranlar Esed ve destekçisi Rusya ve İran değilmiş gibi. Sanki Libya'da BM'nin tanıdığı hükümete savaş açan darbeci Hafter ve destekçisi Fransa gibi ülkeler değilmiş gibi.
Dağlık Karabağ'da yeniden çatışmayı başlatan Paşinyan ve kifayetsiz destekçileri değilmiş gibi.
Katar'ı ablukaya alarak darbe peşinde olanlar Suudi Arabistan ve BAE değilmiş gibi. Uluslararası sistemin gidişatı "büyük güç rekabeti" ile anlatılırken; ABD'nin küresel ve bölgesel çekilişinin ürettiği boşluklar ortadayken;
Rusya, İran ve İsrail'in nüfuz siyasetleri hız kazanmışken ve dahası sahada olmayanın hakkını koruyamadığı bir dönemde, Türkiye'nin sert güç kullanmaktan geri durmasını kimse beklemesin.
Bu arada, Türkiye karşıtı söylemin yeni yüzü eskisinden de daha çirkin ve ahlaksız.
[Sabah, 10 Ekim 2020].