Kılıçdaroğlu referandum kampanyasında taktik değiştirdi. Erdoğan düşmanlığı yapmıyor. Erdoğan'ın bir diktatör olduğunu söylemekten vazgeçti. Ülke bölünecek de demiyor. Sezgin Tanrıkulu'na laf geçiremese de Türkiye'nin DAİŞ'e yardım ettiği yalanını söylemekten de vazgeçti. Kılıçdaroğlu'na şimdi sorsanız bu sorunların hepsi çözüldü. CHP'nin "hayır" kampanyası taktik değiştirince birden ne diktatörlük kaldı ülkede ne bölünme tehlikesi ne de DA İŞ'e yardım eden bir iktidar. Çünkü Kılıçdaroğlu şimdi sağdan yaklaşıyor. Dindar, muhafazakar ve milliyetçi seçmene hoş gözükmeye çalışıyor. Onları ürkütmemeye ve damarlarına basmamaya gayret ediyor. Böyle yaparak bu seçmen kesiminin gönlünü kazanabileceğini düşünüyor. Seçim öncesinde çarşaflı hanımlara CHP rozeti takma taktiğinin biraz değişiği ve daha iyi kurgulanmışı. İnsanın ister istemez "iyi de seçmen bu taktiği anlamayacak kadar saf mı?" diye sorası geliyor ama nafile. Seçmene kendisine oy vermediği için türlü hakaretleri edebilen bir siyasi gelenekten bahsediyoruz. Haliyle bu soru anlamsızlaşıyor. Evet, CHP için seçmen kandırılması gereken, bir şekilde avutulup oyu alınması gereken insanlar topluluğu. Seçmen kandırılır, desteği ile iktidara gelinir sonra da herkes işine bakar. Bu yaklaşım seçmeni merkeze alan, siyasetin seçmenin talepleri doğrultusunda şekillendirilmesi gerektiğini söyleyen milli irade yaklaşımı ile taban tabana zıt. Seçmen birinde siyaset için bir araçken, diğerinde siyasetin merkezinde yer alan bir amaç. Referandum sürecinde seçmeni kandırmak için yumuşak bir dil kullanan Kemal Kılıçdaroğlu şu eleştiriyi dillendiriyor; "Cumhurbaşkanı bir kararname ile bütün üst düzey bürokratları değiştirebiliyor. Yani devleti ele geçirebiliyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bir kişinin devleti ele geçirebildiği bir sistem. Dolayısı ile referandumda hayır oyu kullanmak lazım." Seçmen devreden çıkınca, milli irade siyasetin kurucu unsuru olmayınca, seçmen sadece gücü elde etmek için kandırılması gereken bir topluluk olarak görülünce bu tip eleştirileri yapmak mümkün. Ancak siyasetin merkezine milli irade konulunca bu eleştiriler hükümsüz kalıyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminde "devleti ele geçiren" bir kişi yani cumhurbaşkanı değildir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde devleti ele geçiren milli iradedir, seçmendir, seçmenin talepleridir. Devlet iktidarı askerden, yargıdan, bürokrasiden, medyadan, sermayedarlardan alınıp milli iradeye verilir. Milli iradenin tecelli etmesinin önündeki engeller kaldırılır. Eğer Türkiye örneğinde olduğu gibi bu engeller bürokrasiden geliyorsa, bürokratlar görevden alınır yerlerine engel değil destek olacaklar atanır. Hem de tam da Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi "bir imza" ile. Seçmen yatırım ve icraat istiyorsa; sandığa gidip iradesini o yönde kullanarak yatırım yapacak olan siyasetçiyi cumhurbaşkanı seçtiyse; ancak yerinden kıpırdamak istemeyen, rahatından feragat etmeyen, kendisine iş çıkmasından korkan bürokrat yatırımları engelliyor sürünceme de bırakıyorsa; işte o zaman bir kararname ve bir imza ile o bürokrat görevinden alınır. Yerine daha enerjik, daha dinamik, seçilmiş iktidarı kısıtlamaya değil onun önünü açmaya çalışan bir başka bürokrat atanır. Böylece devlet iktidarı milli iradenin istediği yönde kullanılmış olur. Bir kişi değil ama milli irade devlet iktidarını ele geçirmiş olur. Demek oluyor ki Kılıçdaroğlu aslında kısmen doğru bir şey söyledi. Evet, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile devlet ele geçirilecek ama bir kişi tarafından değil millet tarafından. Ve Kılıçdaroğlu buna karşı. Sonuçta nadir de olsa doğru bir şey söyledi ama yine yanlış yerde duruyor!.
[Takvim, 11 Mart 2017].