Yaygın bir kanaat vardır… ABD’nin isteği, desteği ya da onayı olmadan Türkiye’de darbe başarılı olmaz diye…
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan darbeleri veya girişimlerinin bu kanaati ispatladığı söylenir. 27 Nisan darbe girişiminde bu üçünden, yani istek, destek veya onaydan hiçbiri olmadığı için o darbe girişiminin başarısız olduğu konuşulur. Yani Türkiye’de darbenin başarılı olması için bu üçünden en az birinin olması gerekirdi…
Şimdi artık bu kanaati değiştirme zamanı geldi…
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gösterdi ki, artık Türkiye’de ABD’nin isteği, desteği ya da onayına rağmen darbe yapılamıyor! FETÖ’nün liderinin uzun yıllardır Pensilvanya’da yaşadığı ve ABD’nin, başka ülkelerin içişlerine müdahale konusunda her türlü yöntemi deneyen bir ülke olduğu hatırlanırsa, bu örgütün Washington’un haberi olmadan böyle bir kalkışmaya girişmesinin imkânsız olduğu görülür. Bu durumda Amerikan yönetiminin en azından bilgisi ve onayıyla yapılan bu darbe girişiminin başarısız olması, darbelerin başarısı ile ABD’nin tutumu arasındaki klişe bilgileri anlamsız hâle getirmiştir. Washington’un bu darbe girişimindeki rolünün, onayın ötesinde, destek veya istek boyutuna ulaşıp ulaşmadığını zaman gösterecek.
Türkiye’nin diğer NATO müttefiklerinin tutumu da maalesef çok farklı olmadı. Avrupa’nın güvenliğine uzun zamandır katkıda bulunan güvenilir bir ortak olmasına rağmen Türkiye’deki darbeye karşı çıkma konusunda çok isteksiz kaldılar…
Bu ülkelerin medya organlarına bakıldığında ise durumun çok vahim olduğu görülüyor. Demokrasiye destek olup darbecilere kesin bir şekilde karşı çıkmaları gerekirken, darbe girişimini meşrulaştırmaya çalışan yazı ve yayınların yoğun bir şekilde söz konusu olduğu görülüyor. Darbenin başarısız olmasının şaşkınlığını çabuk bir şekilde atlatıp bir sonraki aşamaya geçmişler.
Türkiye konusunda iflah olmaz düşmanlığa sahip oldukları için bu fırsatı değerlendirip darbeyi destekleyen ve seçilmiş cumhurbaşkanı ve hükümete karşı yazı yazanları bir tarafa bırakırsak, sanki görünmez bir el tarafından yürütülen bir operasyonla karşı karşıyayız. Bu operasyonda FETÖ’nün dış uzantılarının yanında bu örgüt tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan darbeye destek veren Batılı çevrelerin sıkı bir şekilde iş birliği yaptıkları görülüyor. Batı’daki gerçekten demokrasiye sahip çıkan ve kayıtsız şartsız şekilde darbeye karşı çıkan kesimleri bu Türkiye karşıtı çevrelerin dışında tutmak gerektiğinin de altını çizelim.
Peki, darbenin ikinci aşamasını üstlenen Türkiye’ye karşı medya çevreleri bu kirli operasyon kapsamında ne yapıyorlar?
Öncelikle farklı gruplar hâlinde ve çok farklı yöntemlerle çalıştıklarını ifade etmek gerekir… Çok kaba bir şekilde darbe destekçiliği yapanlar olduğu gibi, çok ince manipülasyonlarla darbeyi meşrulaştırmaya çalışanlar da görülüyor.
Bir kısmı darbeye karşı çıkıyormuş gibi görünüp, hemen ardından Türkiye’deki hükümetin politikalarına ağır eleştiriler yönelterek bu politikaların kaçınılmaz olarak darbeye yol açtığı yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyor. Bu şekilde, Türkiye’deki seçilmiş cumhurbaşkanı ve hükümete karşı kirli kampanyalarını devam ettireceklerinin sinyallerini vermiş oluyorlar.
Darbecilerin kimliğinin gizlenmeye çalışılması da ilginç bir şekilde çok karşılaşılan yöntemlerden birini oluşturuyor. Başta ordu olmak üzere, devletin bütün kurumlarına sızan FETÖ örgütünün bu darbenin arkasındaki asıl güç olduğu örtülmeye çalışılarak, bu örgütün söz konusu kurumlardan tasfiyesine yönelik çalışmalar engellenmeye çalışılıyor. Bu noktada devreye insan hakları ve hukuk devleti konusundaki eleştirileri sokuyorlar. Ya bu örgütün ne kadar tehlikeli olduğunu anlamıyorlar, ya da ne kadar tehlikeli olursa olsun, bir şekilde Türkiye’nin sıkıştırılmasında faydalı bir araç olarak kullanmaya devam etmeyi düşünüyorlar. Çok daha az bir tehdit altında olan Fransa’da olağanüstü hâl sürekli uzatıldığında karşı çıkılmazken Türkiye’deki olağanüstü hâl uygulamasının diktatörlük gibi gösterilme çabası bu tutumun bir ürünüdür.
Türkiye’ye karşı yürüttükleri bu algı operasyonuyla hâlâ başarısız darbe girişiminin ikinci aşamasını yürütmeye çalışan bu çevrelerin tespiti ve bunların karalama kampanyalarına karşı mücadele etmek Türkiye ve dünyadaki bütün demokrasi yanlılarının görevidir. Bu konuda özellikle üniversitelere ve akademisyenlere çok iş düşüyor.
[Türkiye, 23 Temmuz 2016].