Terörle mücadele bir süredir Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında gerilimler üreten bir kara deliğe dönüştü. Bir zamanlar Ankara'yı Deaş'a göz yummakla eleştiren "müttefik" başkentler şimdi PKK ve FETÖ ile mücadelede Türkiye'yi yalnız bırakıyor. PKK'yı terör listesine almalarına rağmen hem ABD'nin hem önde gelen Avrupa ülkelerinin YPG-PYD'ye silah desteği vermesi zaten kalıcı bir rahatsızlık kaynağı. Bir de buna Türkiye karşıtı FETÖ diasporalarının Batı başkentlerinde mevzilenmesi eklendi. Gerçi Washington, Türkiye'nin kaygılarını anlama noktasında yeni adımlar atıyor. Adalet Bakanı Bozdağ'ın ziyaretinden sonra Gülen'in iadesinde yumuşama eğilimi ve YPG'nin Münbiç'den çıkarılması konusunda yeni bir mutabakat oluşturulması buna örnekler. Ancak AB-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik ise bir üst düzeye taşınıyor.
***
Alman Adalet Bakanı Maas'ın FETÖ'nün firari savcılarının iade edilmeyeceği yönündeki açıklamasından sonra Şansölye Merkel de Türkiye'ye karşı tutumunu sertleştirdi. Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonu "hukukun üstünlüğü ile bağdaşması konusunda büyük endişelerimiz var" şeklinde karşılayan Merkel basın özgürlüğünün AB ile müzakerelerde "merkezi bir rol oynadığını" söylemeyi de unutmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı sertlikle cevap verdi: "Almanya asıl biz sizin bu durumunuzdan endişe ediyoruz. Siz teröre çanak tutuyorsunuz. Bu terör belası bumerang gibi gelip sizi de vuracaktır. Bizim sizden bir beklentimiz yok ama siz teröre çanak tutmaktan tarih boyu anılacaksınız. Almanya'nın FETÖ'nün arka bahçesi haline gelmesinden endişeliyiz." 15 Temmuz darbe girişiminin ülkemiz için ne kadar hayati bir tehdit oluşturduğunu kavra(ya)mayan AB, terör karşısında müzakere sürecinde olmanın gereğini yerine getirmiyor. Kendilerine yönelik Deaş terör tehdidi karşısında aldıkları keskin tavrı bile bugün dünyanın en ciddi terör üçlemesi tehdidi (PKK-Deaş-FETÖ) altındaki demokratik bir ülkeye, Türkiye'ye sıra gelince unutuveriyorlar. Karşılıklı "kaygılar" büyürken yaşanan gerilim "alarm verici" bir seviyeye yükseliyor. Müzakere süreci tıkanmış olsa bile AB ile Türkiye arasındaki ortak menfaatler bu gerilimi düşürmeyi gerektiriyor. Ekonomik entegrasyonun seviyesi, mültecilerin kaderi, güvenlik sorunlarının birbirine bağlı olması ve ABD-Rusya geriliminin Avrupa'ya yansımaları gibi alanlar bunlardan bazıları. Avrupa'nın kapılarının selameti ve dolayısıyla demokrasilerinin aşırı sağcı akımlarla erozyona uğramaması Türkiye'nin istikrarına sıkı sıkıya bağlı. Bunun Erdoğan'ı Avrupa'ya diz çöktürmek için yapılan bir şantaj olmadığının en büyük delili 15 Temmuz girişimidir. Düşünün, darbe girişimi başarılı olsaydı 3 milyon Suriyeli ile baş edemeyen Avrupa 80 milyonluk Türkiye'nin kaosundan türeyecek sorunları kesinlikle göğüsleyemezdi. "Teröre destek" ve "basın özgürlüğü kaybı" tartışmasının hızla "vize muafiyeti" ve "mültecilerin geri kabulü" konusuna bağlanması hiç de sürpriz olmayacak. Nitekim AB çevreleri gazetecileri bahane ederek konuyu 2018 sonuna bırakmaktan bahsediyorlar. Ankara ise vize muafiyeti sağlanmaması halinde mülteci geri kabul mutabakatını yıl sonundan önce feshetme eğiliminde. İşte bu sebeple mülteci konusu Avrupalı siyasetçilerin rüyalarını kâbusa çevirecek bir sorun olarak kontrolden çıkma yönünde. Sıkıntılı gidişatın durdurulmasında Almanya'ya kritik bir sorumluluk düşüyor. Ne yazık ki Merkel ve hükümeti mülteciler konusunda gösterdiği liderliği sonuçlandıramadığı gibi şimdi de FETÖ konusunda Türkiye'yi karşısına alıyor. Ezcümle, Avrupa'nın geleceğinin Türkiye'nin kaderi ile ne kadar bağlantılı olduğunu Brüksel ve Berlin'deki siyasetçilere yeniden hatırlatmak gerekiyor sanırım.
[Sabah, 4 Kasım 2016].