Amerikan kamuoyunda son günlerde yeni bir finansal kriz yaşanacağı korkusu had safhaya çıkmasına rağmen bu korkular şimdilik dindirilmiş görünüyor. Pandeminin getirdiği tedarik zinciri kriziyle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bir araya gelince özellikle enerji fiyatlarındaki yükseliş enflasyon oranlarını tarihi seviyelere çıkarmıştı. Amerikan Merkez Bankası (Fed) enflasyonla mücadele adına son bir yıldır faizleri agresif bir biçimde artırma yoluna gitmişti. Fed bir ara %8 seviyesini aşan enflasyonu %6’ya çekmeyi başarsa da %2 hedefinden uzak olduğu ortada. Faiz artırımlarına rağmen istihdamın güçlü seyri ve ekonomik aktivitede istenen yavaşlamanın sağlanamaması, Fed’in faiz artırımına daha ne kadar devam edeceğini gündeme getirmişti.
Geçen hafta Silicon Valley Bank (Silikon Vadisi Bankası) ve Signature Bank’ın çökmeleri sonrasında Fed’in faiz artışlarını dondurması veya minimuma çekmesi ihtimali konuşuluyor. Bu bankaların hemen ardından İsviçre’nin en büyük ikinci bankası Credit Suisse’in rakibi UBS tarafından satın alınması küresel bankacılık krizi korkularını şimdilik dizginlemiş görünüyor. Ayrıca ABD, Kanada, İngiltere, Japonya ve Avrupa merkez bankalarının aralarında swap anlaşması yaparak piyasalardaki dolar likiditesini artırma çabası da piyasaları sakinleştirme amacını taşıyor. Fed’in yüksek faiz politikasının bankacılık krizinin eşiğine gelinmesinde etkili olduğu tezi güçlenirse faiz artırımlarındaki agresif tavır yumuşayabilir.
SVB’nin yüksek faiz dönemine ayak uydurmadığının görülmesiyle yaşanan paniğin bütün sisteme yayılması korkusu, kucağında yeni bir finans krizi bulmak istemeyen Biden yönetimini de hareke geçirdi. Başkan Biden ara seçimlerde Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçilerin çoğunluğu almasının bir sonucu olarak önümüzdeki aylarda borç tavanının yükseltilmesi konusunda yeni bir krize hazırlanıyordu. Geçtiğimiz günlerde Kongre’ye bütçe önerisini sunan Biden, borç tavanını yükseltme meselesini bütçe pazarlıklarında kullanmak isteyen Cumhuriyetçilerle karşı karşıya gelecek. Borç tavanı krizinin ABD’yi tarihinde ilk defa borcunu ödeyemeyen bir noktaya getirerek küresel ekonomik krizi ihtimali doğurması mümkün. Dolayısıyla yönetim bütçe ve borç tavanı kavgasına hazırlanırken bir yandan da banka kriziyle uğraşmamak için harekete geçti.
SVB’nin çökebileceği korkusunun getirdiği “banka hücumu” Biden yönetiminin hızlı müdahalesiyle mevduat sahiplerinin mağdur haline gelmesini engelledi. Sosyal medyada başka Amerikan bankaları ve finans kuruluşlarının da çökebileceği korkusu hızlı biçimde yayılınca federal hükümet duruma müdahale etti. Amerikan hükümetinin Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC) banka mevduatlarını normalde 250 bin dolara kadar otomatik olarak sigortalıyor. Elbette bu miktar bankada yüzlerce milyon dolar mevduat bulunduran teknoloji devi firmalar için anlamsızdı. Teknoloji girişimcilik sektörünün federal devlete yaptığı çağrılar, SVB’ye paralarını yatıran firmaların mevduatlarının korunmasını sağladı.
250 bin dolar üzerindeki mevduatlara devlet garantisi olmamasına rağmen SVB’yle ilgili panik başladığında teknoloji sektörü çok etkin bir lobi kampanyası başlattı. SVB çökerse paralarını kaybedecek olan şirketler bankacılık sektöründe genel bir çöküş yaşanacağı korkusunu kullandılar. 2007 finansal krizinde “çöküşüne izin verilemeyecek kadar büyük” bankalar ve finans kuruluşları federal devletin müdahalesiyle Amerikan halkının vergileriyle kurtarılmıştı. Halk “sorumsuz ve açgözlü” yönetilen bankaların batışının kendilerine fatura edilmesinden rahatsız olmuştu. Bunu bilen Başkan Biden, SVB’nin kurtarılmasında halkın vergilerinin kullanılmayacağını açıklayarak kurtarma operasyonuna karşı tepkileri yumuşatmaya çalıştı.
Teknolojik girişimcilik sektörü insanlığın teknolojik ilerlemesi için ve inovasyon kültürünün bir gereği olarak yüksek risk alma kültürüne dayalı bir ekosistem oluşturdu. Sektör devletin mümkün olan en az müdahalesini savunuyor ve klasik finansman geleneklerine meydan okumakla övünüyordu. Teknoloji alanındaki start-up’ların kolaylıkla finansman bulmasını sağlayan SVB, girişimci firmaların mevduatlarını teslim ettikleri 210 milyar dolarlık varlığıyla 16. en büyük banka haline gelmişti. Sektör firmaları onca zaman federal devletin teknolojik ilerlemeye gölge etmemesini savunup zora düşünce mevduat sahiplerinin korunmasını istemeleri, SVB hikayesinin en ironik yanlarından biri olarak öne çıkıyor.
Finansal krizlerde federal hükümetin devreye girerek kurtarıcı rol üstlenmesi bu müdahalelere karşı muhalefete rağmen artık gelenek haline gelmiş görünüyor. 2007 krizinde, pandemide ve en son SVB krizinde adeta oyunun kurallarını askıya alan hükümetler, bunun maliyetini yüksek borçlanma, derinleşen gelir eşitsizliği ve alt-orta sınıfın sistemden hoşnutsuzluğu gibi sorunlar üzerinden ödemek zorunda kalıyor. İflasına izin verilemeyecek kadar büyük ve etkin şirketlerin ortaya çıkmasını sağlayan Amerikan liberal kapitalizminin finansal krizlerde devletin rolüne ihtiyaç duyması, keskin bir tezat yaratmakla kalmayıp sürekli “büyük paranın” korunduğu bir sistemin varlığına işaret ediyor.
[Yeni Şafak, 22 Mart 2023]