Türkiye, birkaç yıldır farklı başlıklar üzerinden aynı şeyi tartışmak durumunda kalıyor. Özellikle 2007'den beri siyasal gündemi meşgul eden her konu başlığı, kısa sürede bağlamını aşan bir anlam yükünü sırtlanarak, değişim-statüko, demokrasi-vesayet, militarizm-sivilleşme geriliminin merkezine yerleşiyor. CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün 1937-1938 Dersim harekâtlarında CHP'nin ve Atatürk'ün rolü olduğuna yönelik ifadeleri de aynı bağlama oturdu. Tartışma kısa sürede Dersim bağlamını aşarak, tarihle yüzleşme, ulus-inşa sürecinin maliyetleri, tek parti dönemi, Atatürk'ün liderliği gibi birçok konunun ele alınmasına yol açtı.
Üç haftaya yakın bir süredir, birçok farklı bağlam üzerinden yürüyen tartışmaları, kabaca iki eksene indirgemek mümkün. Tartışmanın kısa vadeli ve küçük çaplı ilk ekseni, CHP içi iktidar mücadelesi bağlamında yol alıyor. Bu da gayet normal; çünkü harekât, CHP'nin tek parti iktidarında oldu, siyasi gündeme CHP'li bir milletvekili tarafından taşındı, CHP'nin başında gençliğinden beri meseleye duyarlı ve ailesi de bu olaylardan mağdur olmuş bir Dersimli var ve son olarak da Dersim olaylarının birinci dereceden muhatabı olan kitleler neredeyse blok halinde CHP'ye oy veriyor. Bütün bu dinamikler dolayısıyla, Dersim tartışması ilk olarak CHP'nin içinde yankılandı. Bir grup CHP milletvekili, Aygün'ün açıklamalarından rahatsızlıklarını dile getirerek parti yönetimini göreve çağıran bir bildiri yayımladı. Tek parti dönemindeki olaylara sahip çıkma refleksini parti içi iktidar mücadelesine bağlayan bu hamle, Kılıçdaroğlu'nun arada kalan/ kararsız tutumu dolayısıyla karşılıksız bırakıldı. Parti sözcülerinin Dersim tartışmasıyla başlayan sorgulamayı bastırmak üzere başvurdukları argümanlar ise, harekâtın meşrulaştırılması bağlamında tek parti zihniyetinin nasıl güncellenebileceğinin örnekleri olarak kayda geçti. Tarihle yüzleşme Dersim tartışması, geçen sürede, Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığıyla sembolize edilen CHP'deki değişim dinamiğinin çapı, yönelimi ve imkânı hakkında dört dörtlük bir imtihana dönüşmüş durumda. Yıllardır, CHP'ye blok olarak destek vererek ana muhalefet olmasına imkân sağlayan Alevi tabanının yüz yıllık mağduriyetini bile tartışamayan bir CHP yönetiminin değişim sancısı ve sınırları bu vesileyle gün yüzüne çıktı. Böylece, değişim niyetinde olan bir CHP için muazzam bir ahlâki ve vicdani zemin sağlayan Dersim harekâtı, CHP'nin yenilenmesine imkân sağlamak yerine, statükoculuğunu tescilleyen bir işlev gördü.
Dersim tartışmasının, CHP içi iktidar mücadelesini aşan daha önemli ikinci ekseni, Başbakan'ın devlet adına özür dilemesiyle açtığı düzlem üzerinden yol alıyor. Başbakan'ın devlet adına Dersim harekâtının mağdurlarından özür dileyerek tartışmaya yaptığı müdahale, meseleyi CHP parantezinden çıkarıp bütün bir Kemalist modernleşme sürecinin sorgulanmasına yol açtı. CHP yönetiminin Başbakan'ın özrünü, CHP'yi sıkıştırmaya matuf taktiksel bir hamle olarak yorumlayarak özrün sembolik değerini azaltmaya yönelik çabaları, ne bu değeri azaltacak ne de eski Türkiye'nin kabahatlerini sorgulamayı engelleyecektir. Başbakan'ın özrünü CHP'yi sıkıştırma parantezine hapsetmek, siyasetin matematiğinden habersiz olmayı gerektirir. Siyasi faaliyeti bilimsel veya felsefi faaliyetten ayıran en önemli zemin pragmatik güdüdür. Burada önemli olan, pragmatizmin doğruluk ve ahlâkla kurduğu ilişkidir. Başarılı siyasetçi, siyaset pratiğinin gerektirdiği pragmatik sonuçları, doğruluk ve ahlaki zeminle örtüştürür. Başbakan'ın özrü, etkili bir siyasi hamle olduğu kadar, tarihsel doğruluğa ve ahlâki duruşa da sahiptir. Nitekim son on yıldır, AK Partili siyasi aktörlerin alan genişletme mücadelelerini demokratik siyasetin güçlenmesiyle örtüştürme becerileri dolayısıyla Türkiye siyaseti normalleşmektedir.
CHP Dersim üzerinden, BDP Kürt sorunu üzerinden aynı siyasi mahareti gösterdiğinde, Türkiye daha da normalleşecek, demokratik siyaset daha da güçlenecektir. Ancak her iki parti de, henüz bu mahareti gösterebilmiş değil. Dolayısıyla, burada dikkat edilmesi gereken nokta, siyasi aktörlerin pragmatik öncelikleri değil bu önceliklerini siyasetin normalleşmesine işletme becerileri olmalıdır. Bu hatırlatmadan sonra, Başbakan'ın özrünün tarihle yüzleşmeye yaptığı katkının üzerinde durmakta yarar var. Başbakan'ın özrü, her şeyden önce, tek parti üzerindeki örtüyü kaldırmış, tarihsel tabuları yıkmıştır. Bugün Dersim üzerinden yapılan tartışmanın ve dilenen özrün diğer mağduriyetleri de kapsaması mukadderdir. Türkiye, normalleştikçe, teker teker diğer başlıklar da tartışmaya açılacak ve tabular üzerinden kabuklaşan küskünlerin giderilmesinin yolu aranacaktır. Türkiye'de ulus inşa süreci çok sancılı geçmiştir. Bu sancıyı, her ulus-devletin geçmesi zorunlu bir evresi veya dönemin otoriter zihniyeti ile meşrulaştırmak mümkün değildir. Bu iki unsur, yaşatılan acıların nedenlerini açıklamaya yardımcı olabilir ama yürütülen politikaları meşrulaştırmaya yetmez. Kaldı ki, aynı dönemde, bu her iki 'hafifletici' unsura rağmen, daha az sancılı bir siyasal programa sahip gruplar ve iktidar alternatifleri mevcuttur. Tek parti yönetiminin ulus-inşa sürecinde uygulamaya koyduğu siyasal program, bir mecburiyet veya zorunluluk gereği değil, iradi bir tercihin ürünüdür. Bu tercih, siyasi aktörlerin siyasi ve ideolojik dinamiklerinden beslenmiştir. Uygulanan program, birçok toplumsal kesimi mağdur etmiş, toplumsal barışı zedelemiştir.
Çok partili süreçte, iktidarlar, bir kısım küskünleri telafi etme imkânı bulmuş, bir kısım küskünlükler de telafi edilmemiştir. Çok partili hayata kesintiye uğratan askeri darbeler ve ardından tesis edilen vesayet sistemi hem eski mağduriyetlerin dillendirilmesini engellemiş, hem de yeni mağduriyetler üretmiştir. Devletin işlediği kabahatler, Atatürk, tek parti veya devletin çıkarı gibi kutsallık kodları üzerinden koruma altına alınmış ve tartışmadan uzak tutulmuştur. Eski Türkiye kavramsallaştırmasıyla kastedilen siyasal düzen bu mağduriyetler üzerinden tesis edilmiştir. Yeni Türkiye'nin inşası, bu mağduriyetleri giderme, devlet-toplum ilişkilerini yeniden yapılandırma ile mümkün olacaktır. Bunun en önemli dinamiklerinden biri, tarihle yüzleşmedir ve Dersim üzerinden Türkiye bu yola girmiştir.