SETA > Yorum |
CHP neden değişemiyor

CHP neden değişemiyor?

Türkiye, yüzyıllık siyasal sorunlarla yüzleşme sancıları çekerken, CHP siyasal enerjisini kendi iç tartışmalarına harcamaktadır.

CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler'in, "Türk ulusu ile Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz" sözleri CHP'nin üç yıla yaklaşan kimlik arayışını yeniden tartışmaya açtı. Bu sözlerin akademik bağlamı, Cumhuriyetin ulus inşa projesiyle ve 1930'ların Türklük inşası siyasetiyle ilişkisi bir yana, Meclis Genel Kurulu'nda, ana muhalefet partisinin milletvekili sıfatını taşıyan birinin ağzından çıkmasının 2013 Türkiye'sindeki siyasal tercümesi, Türklerle Kürtlerin eşit olmayışına yönelik Kemalist-ulusalcı dirençtir. Nitekim böyle anlaşıldığı için, Güler'in sözleri hem CHP içinde, hem de MHP dışındaki diğer siyasi partiler nezdinde ve kamuoyunda ciddi tepkiye yol açtı. Yoğun eleştirilere karşın Güler'in sözlerinin arkasında durarak, hem partisini hem de sözlerini eleştirenleri özür dilemeye çağırması ve CHP içinde küçümsenmeyecek bir destek bulması, CHP'yi yeniden tartışmaların odağına oturttu.

Kemal Kılıçdaroğlu ise, Genel Başkan oluşundan bu yana CHP bünyesinde cereyan eden tartışmalarda takındığı tutumu bir kez daha tekrarlayarak, ayrışmaya kaynaklık eden dinamiklerle yüzleşmek ve yapısal tedbirlerle ayrışma zeminini ortadan kaldırmak yerine, medyanın ayrışmayı tetiklediği suçlamasıyla, tepki gösteren milletvekillerini susmaya ve medyaya malzeme sağlamamaya davet etti. Oysa CHP içinde devlet, toplum ve siyaset anlayışları birbirinden farklı, Türkiye'nin siyasal sorunlarına çözüm reçeteleri uzlaştırılamayacak farklılıkta, en genel anlamıyla, iki kanadın olduğu sır değil. Bu ayrışma, CHP'nin kimlik arayışının ve siyasal performansının sınırlarını belirliyor. Bu nedenle, CHP'nin kimlik arayışına ve siyasal performansına yönelik her analizin öncelikle mevcut ayrışmayı, nedenlerini ve nasıl ortadan kaldırılabileceğini mercek altına alması gerekir.

KADRO MÜCADELESİ Mİ, SİYASET ARAYIŞI MI?

CHP'nin siyaset arayışının sınırlarını belirleyen ayrışmanın, her şeyden önce, CHP'deki değişim dinamiğinin oluşum koşullarıyla ilişkisi var elbette. CHP, yeni bir siyaset anlayışının benimsenmesi için ciddi bir mücadele ve arayışın var olmadığı bir ortamda, Türkiye siyasetinin geçirdiği dönüşüm neticesinde dışarıdan, suni ve gayri meşru bir müdahaleyle değişim sürecine girdi. Kemal Kılıçdaroğlu da, yeni bir siyaset vizyonuyla, önderlik ettiği kadronun çabaları sonucunda, parti içi iktidar mücadelesini kazanarak, CHP'nin Genel Başkanı olmadı.

Bu durum, CHP'nin değişim arayışının, kadro mücadelesinin merkezde, siyaset arayışının gölgede yer aldığı bir parti-içi iktidar mücadelesi olarak yaşanmasına yol açtı. Yaşanan iktidar mücadelesinin, muhalif bir kadronun genel merkez karşısında yürüttüğü bir mücadeleden öte, genel merkezin teşkilat ve seçmen karşısında yürüttüğü bir mücadele olması, bugünkü CHP'nin siyasi kodlarını belirledi. Başka bir deyişle, Kılıçdaroğlu, normalde, partiiçi muhalefet grubunun lideri olarak başlatması gereken iktidar mücadelesini, CHP'nin maruz kaldığı siyasal mühendislik dolayısıyla, bir Genel Başkan olarak vermek durumunda kaldı. Üstelik, ne üzerinde çalışılmış bir siyasal vizyonu, ne bu vizyonu hayata geçirmeye uygun bir siyasi kadrosu, ne de etkili bir siyasal stratejisi mevcuttu. Sadece, Türkiye siyasetinin 12 Eylül (2010) referandumuyla girdiği yeni evrenin zorunlu bir sonucu olarak CHP'yi değiştirme misyonuyla Genel Başkan olduğunun bilincindeydi.

DEĞİŞİMİ İMKÂNSIZLAŞTIRAN YANLIŞLAR

Dolayısıyla, CHP'deki siyaset arayışının üç yıla yakın bir sürecin sonunda bugün arayışın sınırlarını belirleyen bir parti-içi ayrışmaya yol açmış olmasının en önemli yapısal zemininin CHP'yi dönüşüm sürecine sokan dinamikler olduğu söylenebilir. Ancak yegâne sebep bu değil. Dönüşümü sancılı kılan zeminin dönüşüm ihtimalini neredeyse imkânsızlaştıran bir hal alması, Kılıçdaroğlu'nun yaptığı tercihlerin sonucu oldu. Kılıçdaroğlu'nun bu süreçteki en önemli yanlışı, Baykal siyasetiyle özdeşleşen kadroları tasfiye ederken, aynı siyaseti savunan yeni aktörlere alan açması oldu. Böylece, Baykal döneminde CHP'nin savrulduğu sıkışmayla özgüven kaybı yaşayan siyasal anlayış ve aktörler, taze bir enerjiyle yeniden hayat buldu. Baykal'ın yap(a)mayacağını Kılıçdaroğlu yapmış oldu. Kılıçdaroğlu'nun üstlendiği CHP'yi dönüştürme misyonuna kesinkes karşı olan bu aktörler, doğal olarak, CHP'nin dönüşüm sınırlarını belirleyerek, hem kadro hem de siyaset düzeyinde CHP'ye eklektik bir yapının hakim olmasına yol açtı.

Kılıçdaroğlu'nun yürüttüğü dönüşüm stratejisinin bir diğer yanlışı, hazırlıklı bir kadro, vizyon ve stratejinin yokluğunda, merkezi tahkim etmek yerine uçlara savrulması oldu. Kılıçdaroğlu, CHP'nin iç koşulları itibariyle dezavantajlı başladığı değişim misyonunu gerçekleştirmek üzere, orta ve uzun vadeli bir değişim programı çerçevesinde ılımlı-demokrat bir merkez inşa etmesi gerekirken, bütün kritik siyasal başlıklarda telif edilemeyecek fikirlere sahip aktörlere alan açarak partinin marjlarını tahkim etti. Bu yanlış strateji, CHP'nin uzlaşmaz fikirlere sahip kadroların tartışması üzerinden sürekli ayrışmaya gebe bir vasatta durmasına yol açtı. Merkezi tahkim etme yavaş ama istikrarlı bir değişim-dönüşüm olanağını sağlayacakken, uçların tahkim edilmesi her an günyüzüne çıkan ayrışmalar/çatışmalar üzerinden partinin değişim ihtimaline direncin oluşmasına yol açtı.

Gündeme geliş koşulları dolayısıyla zaten yeterince zor olan değişim ihtimali, atılan bu yanlış adımlarla, bugün, neredeyse imkansızlaşmış görünmektedir. Böylece Mayıs 2010'da büyük umutlarla başlayan 'yeni CHP' umudu rafa kaldırılmış görünmektedir. Türkiye, yüzyıllık siyasal sorunlarla yüzleşme sancıları çekerken, CHP siyasal enerjisini kendi iç tartışmalarına harcamaktadır. Kılıçdaroğlu, parti içi ayrışmayı zor kararlar alarak sonuçlandırmak yerine, sorunların üstünü örtmeye yönelik idare-i maslahatçı bir tutum sürdürmeye devam ettiği sürece de, bu siyasal enerji Türkiye siyasetine akmak yerine CHP içi tüketici tartışmalara akmaya devam edecektir.

Sabah Perspektif, 2 Şubat 2012