Dünya sistemine dair milenyumun ilk on yılında en fazla duyduğumuz şey 'yükselen güçler' oldu. Elimizde bir istatistik yok ama 'küreselleşme' ile kafa kafaya geldiğini söylesek abartmış olmayız.
Özellikle 11 Eylül sonrası yaşanan tartışmaların baş ucunda üç husus bulunmaktaydı: 'Yükselen güçler, çok kutupluluk veya taraflılık, post-Amerika'. Bu üç tartışmanın da aslında tek bir ekseni bulunmaktaydı: II. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzenin artık fiilen işlevsiz hale geldiğinin ilan edilmesi ihtiyacı.
Tıkanan sistem ve yükselen güçler Modern dünya sisteminin küresel ekonomi politik paradigması yeryüzünde düzen kurucu bir yapıdan olabildiğince uzaklaşmış bulunmaktadır. Son elli yıldaki düzenin de ağırlıklı olarak Kuzeye huzur, Güneye nizam getirdiğini hesaba katacak olursak, bütün dünyayı kucaklamış bir düzenin hiçbir zaman var olmadığını söylememiz de gerekir. Lakin farklı bir zamandayız. İnsanoğlu cari teknolojik imkanlarla ilk kez bütün dünyaya nimetlerini sunabileceği bir düzen kurabilir. Geçen hafta yapılan G- 20 zirvesinde de ortaya çıktığı üzere, Kuzey mevcut 'düzenin' devamını, Güney ise yeni bir ekonomi-politik düzenin inşasını arzuluyor. Bu iki zıt ve güçlü akımın mücadelesinden yeni bir düzen kurulacak. Kuzey sadece 7-8 yıl önce Güney-Kuzey ekonomi-politik makasının 40-50 yıl içerisinde kapanabileceğinin modellemesini yapıyordu. 2007 küresel mali krizden sonra mezkur makasın pekala on yıl gibi kısa bir sürede de kapanabileceği ortaya çıktı. Geçtiğimiz aylarda Çin, ABD'nin II. Dünya Savaşı sonrası düzenin müstesna örnekleri olarak yatırımlarıyla var ettiği Almanya ve Japonya'yı geçerek dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu. Son üç yılda yaşanan gelişmeler, öncelikle süslü '2050 Dünya' füturistik raporlarının teker teker ya revizyona ya da çöpe gitmesine yol açtı. Önce gelecek tahminleri '2025 Dünya' raporlarına dönüştü. Ardından da ABD ekonomisinin sadece Çin'in tarafından geçilmeyeceğini, benzer bir durumun üç vakte kadar Hindistan için de geçerli olacağı telaffuz edilmeye başlandı. 2025 gibi, Brezilya, Çin, Endenozya, Hindistan, Meksika, Rusya ve Türkiye'nin kollektif büyüklüğü G-7 ekonomilerini geçebilecek. Benzer bir şekilde, 2020'ye erdiğimizde bu yükselen ekonomiler dünya GSH'nın %40'ını üretiyor olacaklar. Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu'da; Çin, Doğu Asya'da; Hindistan Güney Asya'da; Brezilya Latin Amerika'da; Meksika Orta Amerika'da bölgelerinin en büyük ekonomileri haline geliyorlar. Anlamsızlaşan uluslararası aktörler Yukarıda özetleyerek aktarmaya çalıştığımız bütün gelişmeler sadece yeni bir düzen ihtiyacına işaret etmiyor; aynı zamanda yeni düzenin şekillenmeye başladığını da gösteriyor. Eğer kısa ve orta vadede Kuzey, yeni düzenin kurulmasına yardımcı olan bir lokomotif haline gelmezse, korkmamızı gerektirecek birçok gelişmeye de gebe olduğumuzu söylemek gerekir. Öyle ki, Kuzey, müesses nizamın ömrünü ne kadar uzatabilirse o kadar kazanacağını düşünmektedir. Oysa düzenin kağıt üzerindeki tüm teori ve unsurları ya tıkanmış ya da çökmüş durumdadır. Küresel sistem her tarafından 'açık' vermektedir. Küresel ödemeler dengesizliğinin oluşturduğu devasa açıklar sadece finansal değildir. Mevcut küresel düzen siyasi ve ekonomik dengesizlikler üzerine oturmuş durumdadır. Kuzeyin ekonomik gücü elinde bulundurduğu dönemlerde, cari dengesizlikler kamufle edilebiliyordu. Artık edilemiyor. Küresel düzen namına arzı endam eden kurumsal yapılar da, ya fiilen işlevsiz hale gelmiş durumda ya da dünyanın kahir ekseriyetini tatmin etmekten uzak durumdalar. Dünya sistemine en derin müdahaleleri yapabilen BM, mevcut veto sistemiyle adalet dağıtmaktan ve sorun çözmekten çoktan uzaklaşmış durumda. Soğuk Savaş sonrası büyük bir tartışmanın ortasında kalan, dünyanın en büyük güvenlik şemsiyesi NATO bugünlerde ne olması gerektiğine karar vermeye çalışıyor. Neoliberal ekonomi-politik kurgunun küresel şemsiyesi olarak kodlanan Dünya Ticaret Örgütü fiilen tıkanmış durumda. Küresel finansal düzene tanzim edici müdahaleler yapmakla mükellef IMF yeniden küresel mali mimariyi inşa etmek bir yana; kendi varlığını tahkim etmekle meşgul. 1970'lerin petrol krizinin icat ettiği G-8 anlamsızlaşınca, IMF'de de sorunlar çözülemeyince, son mali krizle zuhur eden G-20 ise kendisine yol bulmaya çalışmaktadır. Kuzey-Güney geriliminde yeni düzen Hasılı kelam, küresel ekonomik ve siyasi düzen adına var olan kurumların tamamı ciddi bir bunalım içerisinde. Bunalımın bir yıkıma hızla dönüşmemesinin temel sebebi paydaş aktör sayısının fazlalılığıdır. Hiçbir aktör krizin kendi eliyle tetiklenmesini istememektedir. Lakin orta ve uzun vadede gerek küresel ödemeler gerekse de siyasi dengesizliğinin ya da açıkların sürdürülebilir olmadığı da aşikardır. Kısa vadede çözüm olarak dayatılan ise küresel dengesizlikler dengesinden başka bir şey değildir. Kabaca son 10-15 yılın dünya düzenini de tarif eden cari durumun dayattığı tek şey çaresizliktir. Çaresizlik küresel dengesizlikler dengesinin bir süre daha aynı hal üzere olmasını sağlayacaktır. Lakin, orta vadede, dünya barışı ve yeni bir dünya düzeninin ne olacağına, Kuzeyli güçlerin, küresel ekonomi-politik paradigmanın dönüşmesine ne kadar 'rasyonel tepki' vereceğine bağlı olacak. En son küresel krize 'Ponzi çözümler' düzeyinde rasyonel tepki vermişlerdi. Benzer bir tepki, II. Dünya Savaşı maliyetinin küreselleşmesi gibi bir felaket doğurabilir.